'Filistin'

Nurit Peled-Elhanan: “Filistinliler İsraillilerin Bilincinde Yoklar!”

İsrailli barış aktivisti ve dil bilimci Nurit Peled-Elhanan, İsrail eğitim sisteminde Filistinlilere yönelik söylemi araştırdı. Peled-Elhanan ile İsrail’deki “Filistinli” algısını ve şiddetten çıkış yollarını konuştuk.

Uzun yıllardır İsrail’de dil ve eğitim alanında araştırmalar yapıyorsunuz. Bu alanda çalışmaya nasıl başladınız?

Ben bir dil bilimciyim. Dil eğitimi alanında çalıştım. Yıllar önce İsrail’deki eğitim söylemini incelemeye karar verdim. Doktora tezim için okuldaki yazma ve konuşma gelişimini inceledim. Ardından sınıf içi söylemi inceledim. Sınıfta özellikle Etiyopyalı Yahudilere yönelik çok ırkçı bir söylemle karşılaştım ve bu yüzden bu konuyu çalışmaya başladım. Araştırma yapmak için sınıflara girmek zorlaşınca da önce ders kitaplarında eğitim ve bilim söylemini incelemeye karar verdim.

Ders kitaplarını incelemeye başladığımda, Filistinlilerin İsrail kitaplarında temsil edilmediği ırkçı bir durumla karşılaştım ve ilk kitabımı yazdım. Ardından Holokost’un İsrail’de öğretilme şekli ile İsrail’deki Filistinli ve Yahudi azınlıklara yaklaşım arasında bir bağlantı olduğunu düşünerek ikinci kitabım “Holokost Eğitimi ve Ötekileştirme Semiyotikleri”ni yayınladım. Böylece İsrail’deki eğitim söyleminin tümünü kapsayan araştırmalar yapmış oldum.

“İsrail Ders Kitaplarında Filistin” adlı kitabınızda, İsrail’de çocukların askerlik hizmeti için yetiştirildiği ideolojik bir sisteme değiniyorsunuz. Çoğu ulus-devletin eğitim sistemini kendi varlığı için böyle şekillendirdiği söyleyebilir. İsrail eğitim sistemini diğer ulus-devletlerden ideolojik olarak ayıran şey ne sizce?

Benim düşünceme göre diğer ulus devletlerle İsrail arasında büyük bir fark var. İsrail’de öğrenci okulu bitirdiğinde hemen orduya alınır. Öğrenciler hemen işgal rejimini sürdürmeye katılırlar. Bu rejim için öldürür ve yine onun için ölmek için orduya katılırlar. Avrupa ulusları -çok şükür- artık bunu yapmıyorlar. Yani İsrail’de bir işgal rejimi için ölüyorsunuz. Fark burada!

İsrail eğitim sisteminde Filistinlilere karşı var olan empati eksikliği ve ırkçılığın, İsrailli gençlerde zalimliği normalleştirme derecesinde köklü bir sorun olduğunu söylüyorsunuz. Buradan bir çıkış yolu görüyor musunuz?

Süreç daha da kötüye gidiyor ve sanırım kimse bir çıkış yolu bulmak da istemiyor. Bugün Filistinliler okul kitaplarında yok. Sadece karşı koymanız gereken soyut bir terör tehdidi var. İsrail’de kimse Filistinliler hakkında bir şey bilmiyor. 90‘ların sonu ve 2000‘lerin başında, Filistinliler hakkında konuşmaya yönelik bazı girişimler oldu ama bu da çok aşağılayıcı bir şekildeydi. Filistinlilerin “İsrail” topraklarına geri dönmeyi umdukları söylenirdi; “Filistin”e değil. Filistinliler İsrail bilincinde yoklar! İsrail’in yüzde yirmisi Filistinlilerden oluşsa da yoklar. Örneğin, Habib kadar ünlü bir Filistinli-İsrailli yazar hiçbir zaman İsrail edebiyatına dâhil edilmez. Araplar Araplardır. Birbirinden ayrı iki eğitim sistemi vardır. Ve tüm bunları anlatırken İsrail’de İsrail vatandaşı olan Filistinlilerden bahsediyorum; işgal edilmiş topraklardaki Filistinlilerden değil. Bu segregasyon, yaşamın tüm alanlarında var.

Eğitim, devletin yaptığı eylemlerin anlamını yansıtır. Tüm bunlardan çıkış yolu ise, öncelikle ayrımcılığı durdurmak ve birlikte öğrenmektir. Diğerlerinin hikâyesini öğrenmek zorundayız. Bu topraklarda her bir insanın kendi hikâyesi var ama herkes, hatta Arap öğrenciler bile Yahudi Siyonist hikâyeyi öğrenmek zorunda kalıyor. Oysa bizim çokkültürlülük, diyalog ve birlikte yaşama dair eğitime ihtiyacımız var.

İsrail tüm Yahudilerin toprağı olarak tanımlanıyor. Dünyadaki her Yahudi İsrail’e gelip toprak satın alabilir ve ev sahibi olabilir, ancak Filistinliler bunu yapamazlar. Yani her Amerikalı, Avrupalı, Türk Yahudi İsrail’e gelip tam vatandaşlık haklarına sahip olabilirken Filistinliler bu haklara sahip değil. Bu normal değil! İsrail, dünyadaki tüm Yahudilerin kolonisi gibi davranıyor. Bu durdurulmalı. Birçok şey değişmeli ama kimse bunları değiştirmek istemiyor.

Sadece Facebook’ta Kur’an ayetleri paylaştığı ya da Gazze ile empati gösterdiği için 74 Arap öğrencinin okuldan atılacağını biliyoruz. Profesörler işlerinden ediliyor. Durum gerçekten daha da kötüleşiyor. İsrail’deki Arap öğrenciler kendi tarihleri, kendi kültürleri, edebiyatları veya şiirleri hakkında hiçbir şey öğrenmiyorlar. Yahudi müfredatını öğreniyorlar. Bu, Fransızların Afrika’da yaptığı gibi kolonyalist bir uygulama.

Osmanlılar bunu yapmadı, diğer kültürlere saygı gösterdiler. Osmanlılar 600 yıl buradaydılar ama sanki burada hiç var olmamışlar gibiler; zira onlar hakkında ders kitaplarında hiçbir şey öğrenmiyoruz. Osmanlı yıllarında Kudüs’teki yaşam güzel bir yaşamdı. Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar uyum içinde yaşıyordu. Ancak sonra olaylar şovenist ve milliyetçi bir hâl aldı.

Osmanlı İmparatorluğunun kolonyal bir rejim olmadığını söyleyemeyiz, ama kültürlere hoşgörülü bir rejimdi. Kültürleri yok etmediler. Filistinlilerin Osmanlı dönemini özlediklerini biliyorum. Onlar için Osmanlı dönemi, Britanyalılar ve Siyonistlerden çok daha iyiydi. Tabii ki, hâkimiyet altındalardı, ama diğer milletlere saygı duyuluyordu.

İsrail-Filistin meselesi, birçok yerde “tartışmalı ve komplike” olarak tarif ediliyor. Dil üzerine çalışmalarınızdan hareketle, bu meseleyi bu şekilde tarif edenlerle aynı fikirde misiniz? Filistin meselesini “komplike” görenlerin kullandığı dil hakkında ne düşünüyorsunuz?

Filistin meselesini kolonyal bir proje olarak görmezseniz, o zaman bu size karmaşık görünür. Eğer bir kolonyal proje olarak görürseniz, dünyada bunun başka örnekleri olduğunu da bilirsiniz.

Komplike olarak görülen konulardan bir tanesi Yahudilerin vatanlarına geri dönmeleri meselesi. Diğer yanda da İsrail devletinin var oluş nedeni olarak gösterilen Holokost var. Bu yanlış bir düşünce çünkü çoğu Yahudi Holokost’tan sonra buraya gelmedi. Çoğu Holokost kurbanı Siyonist değildi.

Burada politik bir manipülasyon var: Binlerce yıl boyunca Yahudi halkı bir gün eve dönme özlemi içindeydi gibi sunuluyor. Böyle bir özlem yoktu, bu teorik ve spritüal bir düşünceydi. Çoğu Yahudi’nin gerçekten Filistin’de fiziksel olarak gelip yaşamayı düşündüğünü sanmıyorum. Bu meseleler Filistin meselesini karmaşık hâle getiriyor. Elbette Holokost’tan ve Doğu Avrupa’daki pogromlardan sonra, Yahudiler geldikleri yere geri dönemezlerdi. Onları kimse kabul etmezdi. Ama Arap ülkelerinden gelen Yahudiler, Müslümanlarla oldukça iyi yaşadılar. Uyum içinde bir hayat vardı. Siyonizm, Arap Yahudilerinin Arap ülkelerinde yaşamalarını imkânsız hale getirdi.

Bu meseleyi karmaşık hâle getiren “vatana geri dönme fikri” bence. Ben bu kelimenin çatışma doğurduğunu düşünüyorum. Çünkü kolonyalizmde çatışma yoktur. Bir kolonyalist rejim vardır, bu kadar. Çatışma, eşit taraflar arasındadır, burada eşit taraflar yok. Burada bir devletin ordusu olmayan, devleti olmayan ve kendilerini hiçbir şekilde koruyamayan yerli halk üzerinde işgali var. Bu kolonyalizmdir. Birine 4000 yıl sonra gelip, “Bu benim evimdi ve çıkmazsan seni öldürürüm.” diyemezsiniz. İtalyanlar da Roma İmparatorluğu’na geri dönüp insanları evlerinden atamazlar. Ancak bu görüş, İsrail’in mevcut argümanına hizmet ediyor. İsrail’in toprak üzerindeki iddiası, ortada bir çatışma öne sürüyor. Ama bu meseleyi kolonyal bir proje olarak ele alırsanız ortada böyle bir çatışma olmadığını da görürsünüz.

2014 yılında, Avrupa Parlamentosu’nda insan haklarıyla ilgili bir duruşmada, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini tanımlamak için “Holokost” terimini kullandınız. Gazze’de olanlar için “Holokost” veya “soykırım” terimlerinin dünyada, uluslararası toplumda ve akademide önceki dönemlere göre daha geniş bir kabul gördüğünü düşünüyor musunuz?

İsrailliler Holokost kavramını benzersiz yapmak istiyor. Çocuklar bunu öğreniyor ve yaptıklarının başka bir Holokost’u önlediğine inanıyorlar. İsrail’de Holokost eğitimi kötüye kullanılıyor. Üç yaşından itibaren çocuklar Alman sadizmi, sapkınlığı ve işkence hakkında en korkunç fotoğraflar ve hikâyelerle karşılaşıyorlar. Holokost tarihçisi Hannah Blanca, kötülüğün pornografisini ve hepimizin kurban olduğunu öğrettiğimizi söylüyor. Oysa bunun eğitimsel bir değeri yok. Ama çocuklar bunu öğreniyor ve travmatize oluyorlar. İsrail bayrağına sarılıp İsrailli askerler eşliğinde Auschwitz’e gidiyorlar ve milliyetçi ve intikam dolu bir şekilde geri dönüyorlar.

Ancak bu intikam hissi Almanlara veya Avrupalılara yönelik olmuyor. Yahudi halkının potansiyel yok edicileri olarak adlandırılanlara yönelik gerçekleşiyor; yani Araplara ve özellikle Filistinlilere.

İsrail’de “Breaking the Silence” adında bir organizasyon var. Bu kurum İsrailli askerlerin işlediği suçları itiraf ettiği tanıklıkları topluyor. Onlardan birçoğu şunu söylüyor: “Filistin’de yaptığım her şeyin başka bir Holokost’u önleyeceğine inanmamı öğrettiler. Ta ki tüfeğimi küçük bir kıza doğrultana ve asıl kötü olanın ben olduğumu fark edene kadar.” Bu yüzden, İsrail’de ülkeleri için doğru şeyi yaptıklarına inanmalarını sağlayan çok derin, kapsamlı ve katı bir eğitim var. Gerçekten burada eğitimin gücünü görebilirsiniz.

İsrail’de büyümüş ancak şimdi Filistinliler için mücadele eden birçok insan var. Bu insanlar için ortak payda nedir? Sizce ideolojik kabuklardan nasıl çıkabiliriz?

Bu bir kırılma noktası. İsrail’deki insanların zenofobik (yabancı korkusu) olduğunu düşünüyorum. Yahudi olmayan herkesten korkuyorlar. Herkesten! “Bizi 7 Ekim’de katlettiler. Bu yüzden biz de onları katledelim.” deniliyor. Bu ırkçılıktır. 7 Ekim’de korkunç bir şekilde birçok insan katledildi ve kaçırıldı. Ama bunları yapanlar tüm Gazze halkı değildi. Bunlar Gazze’nin çocukları değildi. Bunlar Gazze’nin doktorları değildi. Bunu yapanlar korkunç bir grup insandı. Sanırım yapmanız gereken ilk şey gerçekten diğerine dair korkuyu aşmaktır. İsrail’de insanlar, herkesten korkma eğitimi alıyorlar. Zenofobi ırkçılığa yol açıyor. Bunu aşmak için uzun bir yol kat etmek gerekiyor.

İsrail’de kendisini sol olarak tanımlayanların çoğu artık sol cenahta değil. 7 Ekim’den sonra hepsi sağa kaydı. Kaçırılanların geri dönmesi için gösteri yapıyorlar. Onlar için mücadele ediyorlar. Onların aileleri ile ilgileniyorlar. Çokça dayanışma var. Ama Gazze’nin çocukları umurlarında değil çünkü onlar “öteki” gruba ait. Onlar diğer hayalî topluluğun mensupları. Bize aynı olduğumuz söylendi. Kaçırılanlar bize ait. Ama acı çeken diğer grup merhameti hak etmiyor. Oysa başka birini “öteki” olduğu için umursamamanız korkunç bir şeydir.

Gazze’deki insani kriz henüz sona ermese de Gazze’nin yarınına ilişkin tartışmalar var. İsrail eğitim politikası Gazze’nin yeniden inşasında ne tür bir rol oynayacak? Ve uluslararası toplum burada nasıl bir rol oynayabilir?

Uluslararası toplumun bugün, Holokost sırasında yaptığına çok benzer davrandığını düşünüyorum. İsrail’le iş birliğine devam ediyorlar. Avrupa ülkeleri İsrail’e silah satmaya devam ediyor. Amerika, İsrail’e karşı her şeyi, Uluslararası Adalet Divanı da dâhil olmak üzere her şeyi veto ediyor. Nedeni Filistinlileri sevmemeleri değil. Nedenler ekonomik. Bundan faydalanıyorlar. Sivil toplum feryat ediyor ama gücü yok. Etkisiziz! Durdurmak veya değiştirmek için hiçbir şey yapamıyoruz. Belki demokrasinin başarısızlığı da bu. Her dört yılda bir hayatınızı ve diğerlerinin hayatını mahvedecek birini seçiyorsunuz ve yapabileceğiniz hiçbir şey yok!

Şu anda olduğu gibi demokrasiyi yeniden düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum.
İsrail’de Gazze halkına empati gösterdiği için gözaltına alınan, hatta işkence gören ve meslekten atılan bir öğretmen var ve şimdi yargılanıyor. Dolayısıyla, başkalarıyla ve özellikle Filistinlilerle empati kurmaktan uzak olduğumuz açık.

İsrail hükûmetini protesto etmek konusunda oldukça cesursunuz. Konuşmaya devam etme konusundaki motivasyonunuz nedir?

Ben öğretmenlerin belirli bir noktada özerk olması gerektiğini düşünüyorum. Sadece bize iş veren sistemin memuru olamayız. Her ne öğretiyorsam öğrencilerime her zaman egemen yöntemleri, görüşleri ve düşünme biçimlerini sorgulamalarını öğretirim. Öğretmenin gerçek pozisyonu da sorgulamaktır. Eğitimciler olarak herhangi bir gerçeği dikte etmek yerine, öğrencilere kendi yollarını bulmayı öğretmemiz gerekir.

Ben çok eleştirel bir aileden geliyorum ve her insanın ideolojik bir pozisyonu olması gerektiğine inanıyorum. Her zaman zayıfların, acı çekenlerin ve mağdurların yanında durdum. Bence bu, bir öğretmenin sahip olabileceği en gerçek pozisyondur.

Bugün tüm dünyada çocuklara itaate ve otoriteye saygı duymaları öğretiliyor. Onlara reddetmeyi öğretmiyoruz. “Hayır” demeyi öğretmiyoruz. Bu şekilde hiçbir şeyi sorgulamayan, otoriteye itaat eden ve sorgulamayan askerler yaratıyoruz.

Esma Güney Aksoy

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamlayan Güney Aksoy, Çukurova Üniversitesi Arkeoloji bölümünde ikinci lisans eğitimine devam etmektedir. Ağırlıklı olarak duygulanım sosyolojisi, medya ve hukuk antropolojisi alanları ile ilgilenen yazar, aynı zamanda Fidiro Kahvesi ve Talking Anthropology podcastlerinin yapımcı ve sunucularından biridir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler