'Orta Doğu'

Trump, Gazze İçin Ne Anlama Geliyor?

Gazze'nin geleceği, Trump'ın ikinci başkanlık döneminde nasıl şekillenecek? İsrail-Filistin çatışmasında Trump'ın etkisi ne olacak? Orta Doğu'daki yeni dengeler, Gazze'nin insani krizini hafifletebilir mi? Bu sorular, Trump'ın başkanlığa dönmesiyle birlikte yeniden gündeme geldi.

Fotoğraf: Shutterstock

Donald Trump’ın ilk başkanlık dönemi (2016-2020), Orta Doğu politikasında radikal değişimlere sahne oldu. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma ve ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması, Trump’ın Filistin meselesine bakışının çarpıcı bir yansımasıydı. Trump bu dönemde Orta Doğu politikasında, İbrahim Anlaşmaları ile bölgede yeni normalleşme süreçlerini başlatmış olsa da bu adımların Filistin sorununun çözümüne katkı sağlamadığı, aksine meseleye dair farkındalığı azalttığı gözlemlendi. Kudüs’ü İsrail’in bölünmemiş başkenti olarak tanıma kararı hem uluslararası hukuk hem de Arap dünyasındaki dengeleri sarsarak ciddi tepkilere yol açtı. Aynı zamanda “Yüzyılın Anlaşması” olarak bilinen bu anlaşmayla, Filistin’in şu ana kadar sahip olduğu temel hakların tasfiyesini hedefleyen bir yaklaşım benimsedi. Batı Şeria’daki bazı bölgelerin İsrail tarafından ilhakını destekleyen bu plan, iki devletli çözüm ihtimalini çok daha zor hale getirdi.

Trump’ın Seçilmesi ve İkinci Dönemi

Donald Trump’ın 2024 seçimlerinde yeniden başkan seçilmesi, Gazze ve Orta Doğu için yeni bir belirsizlik dönemini beraberinde getirdi. 20 Ocak 2025 tarihinde başkanlık koltuğuna oturan Trump, göreve gelmeden önce Netanyahu hükûmetine verdiği destekle dikkat çekmişti. Ancak ikinci döneminde, Netanyahu ile ilişkilerinde daha dengeli bir yaklaşım benimseyebileceği söyleniyor. Trump’ın Netanyahu’ya verdiği kredinin sınırlı olduğu, Gazze’deki insani maliyetlerin Trump’ın iç politikada yüksek maliyetler ödeyebileceği bir kriz olarak algılandığı öne sürülüyor.

Trump’ın birinci döneminde iki devletli çözümü paranteze alma politikası izlediği, ikinci dönemde ise İsrail-Suudi Arabistan normalleşme sürecine odaklanabileceği uzmanlar tarafından belirtiliyor.

Bununla birlikte, Trump’ın gündeminde Kanada, Grönland ve Çin gibi öne çıkan noktalar da bulunuyor. Çin’e odaklanma stratejisi, Trump’ın Orta Doğu’daki varlığı minimum maliyetle sürdürmeyi hedefleyen politikalarıyla paralellik taşıyor. Trump, Çin’in yükselen ekonomik ve askeri gücüne karşı ABD’nin küresel liderliğini koruma amacıyla stratejik bir odaklanma geliştirmeyi hedefliyor. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi gibi projelerle Asya, Afrika ve Avrupa’da nüfuzunu artırmaya çalışması, ABD’nin ekonomik çıkarlarını tehdit eden bir girişim olarak görülüyor. Bu durum, Trump’ın, Çin ile ekonomik savaşları derinleştirme ve teknoloji transferlerini kısıtlama politikalarını daha agresif bir şekilde izleyebileceği anlamına gelebilir. Gelecekte, ABD ile Çin arasında çıkabilecek problemlerin başında Tayvan meselesi, güneydoğu Asya’daki deniz ticaret yollarının kontrolü ve teknoloji rekabeti yer alabilir.

Bununla birlikte Grönland’ın stratejik önemi, Arktik bölgesindeki enerji kaynakları ve deniz ticaret yollarına yakın konumundan kaynaklanıyor. Trump, Grönland’ı ABD’nin kontrolüne almak isteyerek bu bölgede jeopolitik bir avantaj elde etmeyi hedefliyor. Grönland’ın sahip olduğu nadir toprak elementleri, teknolojik gelişmeler için stratejik öneme sahip olmasıyla da dikkat çekiyor. Kanada’yı ABD’ye dahil etme arzusunun ardında ise hem ekonomik hem de enerji politikalarına dayalı gerekçeler bulunuyor. Kanada, zengin doğal kaynakları ve enerji rezervleriyle, Trump’ın “Önce Amerika” stratejisi kapsamında ABD’nin ekonomik bağımsızlığını ve enerji güvenliğini artırmak için önemli bir hedef olarak öne çıkıyor. Trump’ın bölgeler arasındaki jeopolitik dengeyi yeniden kurma hedefini gözler önüne seriyor.

Yeni Orta Doğu Doktrini Olabilir Mi?

Trump’ın başkanlık zaferinden sonra Orta Doğu’da dikkat çekici değişiklikler gerçekleşti. Suriye’deki uzun süreli iç savaş sona erdi ve Esad rejimi devrildi, bu da bölgesel güç dengelerini yeniden yapılandırdı böylece Çin ile müttefik olan İran’ın etkisi kısıtlandı. Trump’ın, Orta Doğu’da kaostan ziyade düzeni öncelediği açıkça görülüyor, özellikle Orta Doğu’ya dair politikalarında, çatışma yerine ekonomik entegrasyonu vurgulayan bir çizgi izleyebileceği düşünülmekle birlikte, İran’a yönelik sert yaklaşımlarının devam edeceği tahmin ediliyor. Trump bu politikayı, Amerika’nın küresel ekonomik liderliğini ve jeopolitik etkinliğini koruma hedefiyle destekliyor. Yukarıda belirttiğim gibi ekonomik entegrasyon stratejisi, hem Çin’e odaklanabilmesi için Orta Doğu’da maliyeti azaltılırken hem de Amerika’nın ticari çıkarlarını korumayı amaçlıyor.

Ayrıca Trump’ın Netanyahu ile ilişkisi de bu dinamikleri etkiliyor. 9 Ocak’ta Donald Trump ünlü ekonomist Jeffrey Sasch’ın videosunu alıntılayarak İsrail Başbakanı Netanyahu’ya küfürlü gönderme yapmıştı. Bu durum özellikle, Trump’ın Netanyahu ile olan ittifakını yeniden düzenleyebileceği ve Orta Doğu politikasında daha çok kendi gündemine odaklanabileceği bir tabloyu işaret ediyor.

Netanyahu Hezimeti ve İnsan Hakları İhlalleri

7 Ekim 2023 sonrasında İsrail’in Gazze’yi hedef alan yoğun bombardımanları, uluslararası kamuoyunda şiddetli tepkilere neden oldu. Netanyahu hükûmetinin sivil kayıpları gözetmeden gerçekleştirdiği saldırılar, Gazze’nin yaşanamaz hale gelmesine yol açarken, İsrail’in diplomatik prestijine ciddi anlamda zarar verdi. İsrail’in yoğun bombardımanları sırasında Birleşmiş Milletler tarafından sahada görev yapan insani yardım görevlilerini, sivilleri ve gazeteciler de hedef aldı. Birçok basın mensubu, insani yardım görevlileri ciddi şekilde yaralandı veya katledildi. Bu durum, uluslararası hukuk normlarının açık bir ihlali olarak önümüze çıkıyor.

Gazze’deki saldırılar sırasında sivillere yönelik uygulamalar, savaş suçu olarak değerlendirilebilecek eylemler arasında yer aldı. Özellikle okullar, hastaneler ve BM’ye ait insani yardım merkezlerinin hedef alınması, uluslararası kamuoyunda İsrail’e karşı yoğun tepkiye yol açtı. Bu ihlaller, İsrail’in uluslararası arenada güvenilirlik kaybıyla sonuçlandı.

Bu durum, Trump’ın ikinci dönem politikalarında Netanyahu’ya verdiği desteğin sınırlanabileceği bir tabloyu ortaya koyuyor. Trump’ın, İsrail’in Batı Şeria’yı ilhakı veya Gazze’deki saldırılarını daha fazla desteklemesinin, uluslararası kamuoyunda ciddi yankılar uyandıracağı ve Amerikan çıkarlarına zarar verebileceği ifade ediliyor.
Hatta 19 Ocak 2025’te, Trump başkanlık koltuğuna oturmadan hemen önce, ilan edilen ateşkes anlaşması, Netanyahu için ciddi bir hezimet olarak değerlendiriliyor. Bu ateşkes, Netanyahu’nun binlerce sivili, kadın ve çocuk demeksizin katletmesine rağmen, Gazze’yi hala kontrol altına alma ve Hamas’ı tamamen etkisizleştirme hedeflerine ulaşamadığını gösterdi. Aynı zamanda, uluslararası baskılarla bu anlaşmaya razı olunması, Netanyahu’nun hem iç politikada hem de dış politikada ciddi prestij kaybına uğramasına yol açtı. Uluslararası arenada artan tepkiler, İsrail’in insan hakları ihlalleriyle daha fazla gündeme gelmesine neden oldu ve Netanyahu’nun liderliğine yönelik eleştirileri artırdı. Hakkında yakalama kararı dahi olan Netanyahu’ya karşı İsrail’de de açılan yolsuzluk davaları, hükûmetinin düşme ihtimali siyasi kariyerinin büyük ihtimalle sona ereceğini gösteriyor. Bu durum, Trump’ın başkanlık dönemi için yeni bir başlangıcı temsil ederken, Netanyahu’nun özellikle ABD’deki destek noktasını zayıflattı ve artık belki de ABD için artık önemsiz bir figür haline geldi.

Sonuç: Gazze İçin Ne Olacak?

Gazze’deki insani durumun giderek kötüleşmesi, Biden döneminde daha fazla eleştirilen bir konu haline gelmişti. Ancak Trump’ın Netanyahu’yu disiplin altına alma ve daha çözüm odaklı bir siyaset izleme ihtimali, Filistin meselesinde yeni bir dönemi başlatabilir. Zira Trump’ın, İsrail’e desteğinin devam etmesi beklenmekle birlikte, iç politikada yüksek maliyet yaratabilecek krizlerden kaçınma stratejisi, Netanyahu’ya verilen desteğin büyük ölçüde önünü kesebilir.

Trump’ın daha başkanlık koltuğuna oturmadan duyurduğu ateşkes, bu sürecin arkasında olduğunu gösteriyor. Halbuki başkanlığının ilk döneminde Kudüs, İbrahim Anlaşmaları ve Yüzyıl’ın Anlaşması üzerinden Filistin meselesine çözüm getirme iddiası taşıdığı düşünüldüğünde, ateşkes ültimatomuyla birlikte, Netanyahu’ya baskı uygulamanın kalıcı bir sonuca ulaşmak için gerekli olduğunu kavradığı ifade edilebilir.

Netanyahu hem Amerikan kamuoyunda hem de Trump’ın gözünde desteğini kaybetmiş durumda. Ancak bu, ABD’nin İsrail politikasında köklü bir değişim olacağı anlamına da gelmiyor. Hatta Amerikan Kongresi İsrail’e yardım aktarmaya devam edecektir ve olası bir kriz anında Trump İsrail’i destekleyecektir. İç politikada maliyet üretecek bir krize tahammülü olmayan Trump, Amerika’yı savaşa götürecek herhangi bir senaryodan uzak durmaya çalışacaktır. Bununla beraber Trump’ın Filistin ve İran meselelerinde de zafer ilan edeceği başarıları tercih edeceği açık ve bu sebeple Netanyahu’nun İran’a yönelik sert politikaları Trump tarafından sınırlanabilir. Gazze savaşının Demokratlara zarar verdiğini gören Trump, İsrail’in etkisini sınırlandırarak daha dengeli bir Ortadoğu politikası izleyebilir.

Sonuç olarak Trump’ın ikinci döneminin Gazze ve Filistin geneli için karmaşık bir tablo sunduğu söylenebilir. Gazze’de yaşanan insani kriz ve İsrail’in saldırgan politikaları, uluslararası hukuk ve insan hakları ihlalleri konusunda uluslararası kamuoyu tarafından eleştirilmeye devam ediyor. Belki de Birleşik Milletler nezdindeki diplomatik girişimler artık Trump’ın Filistin meselesine dair daha fazla çözüm odaklı adımlar atmasını zorunlu kılabilir. Bu bakımdan İsrail’in uluslararası toplum gözündeki stratejik başarısızlığının, Washington ile olan ilişkilerine yansımaması imkânsızdır. Bu durum, önümüzdeki süreçte İsrail’in ABD siyasetinde dilediği ölçüde rahat bir pozisyonda olamayacağını göstermektedir. Filistin meselesinde kalıcı bir çözümün sağlanması, Trump’ın Orta Doğu politikasındaki çizgisinin netliğine ve uluslararası kamuoyunun baskısına bağlı olacaktır. Ancak Trump’ın, Netanyahu’yu daha sıkı bir denetime tabi tutma ihtimali, Filistin halkı için önemli bir şans yaratabilir.

Büşra Öztürk

Londra Üniversitesi Hukuk bölümünden mezun olan Büşra Öztürk, Viyana Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. İkinci yüksek lisansını aynı üniversitede İletişim alanında tamamlayan Öztürk, Birleşmiş Milletler Viyana Ofisi (VIC) Orta Doğu Masasında ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatında (AGİT) araştırmacı olarak çalıştı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler