Gazze’de Etnik Temizlik Planı: “Uluslararası Hukuk, Siyasi Çıkarlara Kurban Edilemez”
Göreve başladığından beri Gazze'nin "temizlenmesini" ve buradaki Filistinlilerin başka ülkelere yerleştirilmesini öneren Trump'ın planı, Gazze’deki demografik yapının kalıcı olarak değiştirilmesi anlamına geliyor. Uluslararası hukukun temel ilkelerini ihlal eden bu girişim karşısında dünya sessiz mi kalacak?

20 Ocak’ta ikinci dönemine başlayan ABD Başkanı Donald Trump, bir süredir Gazze Şeridi’nin büyük oranda harabeye dönüştüğünü gerekçe göstererek “temizlenmesi”, Gazzelilerin Mısır ve Ürdün gibi çevre ülkelere “kalıcı” şekilde yerleştirilmesi gerektiğini vurgulan bir plandan bahsediyor. Son olarak 4 Şubat’ta Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’yu kabul eden Trump, aynı korkunç planı yineledi ve Gazzelilerin de bundan memnun kalacağını iddia etti.
Oysa Gazze halkı, İsrail ve Hamas arasında sağlanan anlaşmanın ardından 19 Ocak’ta yürürlüğe giren ateşkesten beri özellikle de bölgenin kuzeyine dönmeye başlamıştı. Birlemiş Milletler, 30 Ocak’ta yaptığı bir açıklamada yaklaşık 500 bin insanın çoğu yerle bir olan evlerine geri döndüğünü açıklamıştı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Derhâl Harekete Geçmeli
Trump’ın Gazze Şeridi’ni “temizleme” ve Gazzelileri çevre ülkelere yerleştirme yönündeki sözde planı, bölgesel istikrarın derinden ve büyük ihtimalle geri dönülemez biçimde etkilenmesi anlamına geliyor. Uluslararası toplumun on yıllara yayılan başarısızlığıyla karakterize olan Filistin meselesi, Trump’ın sözde planıyla demografik ve insani sonuçları son derece ağır olan ve Filistin halkının topraklarıyla bağını koparmaya yönelik bir etnik temizliğin ilk defa bu kadar açıkça ifade edilmesiyle daha da çözümsüzleşecek. Bu tarz bir adım, ortaya çıkabilecek insani kriz açısından dehşet verici, fakat bunun da ötesinde uluslararası hukukun temel ilkelerinin çok açık ve umarsızca ihlal edilmesi anlamına geliyor.
Bu tarz bir planın, Gazze’nin yerle bir edilmiş olmasıyla ve “artık yaşanamayacak bir yere dönüşmüş” olmasıyla gerekçelendirilmesinin absürtlüğü ise dikkat çekiyor. Trump, Gazze’nin sanki bir doğal afet sonucu yerle bir olduğunu ima edercesine Gazze’deki Filistinliler için “en iyi çözüm”ün etnik temizlik olduğunu açıklarken, etnik grupların sürgün edilmesi ve insanlığa karşı suçları cezalandıran Roma Statüsü’nün 7. maddesinin ihlal edileceğinden habersiz gibi görünüyor. Ayrıca bu tarz eylemin hedefi göz önüne alındığında, 6. madde kapsamında bu tarz bir adımın, soykırım olarak değerlendirilebileceği de görmezden geliniyor. Dahası bu tür bir uygulama, bir toplumun zorla yerinden edilmesini kesin olarak yasaklayan Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 49. maddesiyle de doğrudan çelişecektir.
Trump’ın, bölgedeki Filistinlilerin geleceği için onların öz tayin hakkını tamamen yok sayarak övünçle açıkladığı böyle bir planı hayata geçirmesi veya bunu teşvik etmesi, insan haklarına ve uluslararası hukuk düzenine yönelik affedilemez bir saldırı olacaktır. Uluslararası Ceza Mahkemesi bu durumda derhâl harekete geçmeli ve karşılaşılabilecek pratik engellere rağmen Trump’ı sorumlu tutmalıdır. Aynı zamanda ABD kurumları da uluslararası hukukun temel ilkelerinin ihlal edilmesini engellemekle yükümlüdür. Zira karşımızdaki sahnede, tek bir siyasetçinin İkinci Dünya Savaşı’nın ardından inşa edilen küresel normları hiçe sayması, bölgede on yıllardır devam eden sömürü, acı ve savaşların etnik temizlik kıyafetinde “çözüme” kavuşturulacağı iddiası duruyor.
Avrupa Ülkelerinin de Tavır Alması Gerekiyor
Bu noktada Avrupa ülkelerinin, bilhassa da Almanya’nın sessiz kalmama şeklinde büyük bir sorumluluğu var. Tarihsel sorumluluğu gereği Almanya’nın her türlü etnik temizliğe karşı net ve güçlü bir duruş sergilemesi ahlaki bir zorunluluktur. Alman hükûmeti, bu tür suçlara göz yummayacağını ve diplomatik ile hukuki yaptırımları desteklemeye hazır olduğunu açıkça ortaya koymalıdır. Burada ülkeler için dikkate alınması gereken temel ilke, fail kim olursa olsun, etnik temizliğin hiçbir koşulda kabul edilemez olduğunu güçlü bir şekilde vurgulamaktır.
Uluslararası hukuk normları, gündelik siyasete, bölgesel çıkarlara ya da iktidar oyunlarına kurban edilemeyecek, evrensel değerlerdir. Bu normlar adil ve medeni bir dünya düzeninin vazgeçilmez temel taşlarını oluştururlar. Bu noktada sessiz kalan veya tereddüt eden herkes suç ortağı olacaktır. İnsan hakları, uluslararası hukuk ve adil bir dünya düzeninin geleceği için şimdi net bir tutum alma ve kararlı adımlar atma zamanıdır.