Bir Başka Filistin Hikayesi: Zeytin, Çam ve Politika
Filistin’de zeytin ağaçları sadece tarım ürünü değil, belleğin ve direnişin taşıyıcısı. İsrail’in çam ormanları ise geçmişi örtme ve hafızayı silme stratejisinin bir parçası. Peki, doğa nasıl olur da bu kadar politikleşebilir?

“Eğer zeytin ağacı, kimlerin kendini toprağa diktiğini bilseydi
Yağ yerine gözyaşı akardı zeytinlerinden”
Mahmud Derviş
Mutfağın ortasında, tezgaha doğru eğilmiş bir kadın. Ellerini yavaşça, neredeyse törensel bir ciddiyetle hareket ettiriyor. Önce zeytinleri tek tek çekirdeklerinden ayırıyor. Çalışırken sadece ellerini görüyoruz; kocasının ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen yüzük parmağında hâlâ alyansı var. Zeytinleri büyükçe bir kaba alarak ezmeye başlıyor. Her ne kadar amacı zeytinlerden yağ çıkarmak olsa da zeytin tanelerini neredeyse okşayarak sevdiğini söyleyebiliriz. “Ezmek” kelimesi bu sahne için çok hoyrat kalıyor. Konuşma yok. Fonda sadece Suriyeli aktör Duraid Lahham’ın sesinden tanınan “anne” temalı Arapça bir şarkı çalıyor: “Yamo”. YouTube’da bu şarkının altında “Tek kelime Arapça bilmiyorum ama bu şarkı bana annemi hatırlatıyor” minvalinde pek çok yorum var.
Sahnemize dönelim. Kadın ezdiği zeytinlerin yağını bir tülbent aracılığı ile uzun uzun sıkıyor. Yağın şişenin kenarında kalan kısmının tadına bakıyor ve yüzüne hafif bir gülümse yerleşiyor. Bu görüntü, Netflix’de yayınlanan Mo dizisinde sıkça kullanılan “zeytin” ve “zeytinyağı” metaforunun en yoğun olduğu anlardan biri.
Filistinli bir mülteci ailenin Amerika’daki hayatına odaklanırken, bu sahnede kahramanımız Mohammed’in (Amerikalı arkadaşları için Mo, Filistinli ailesi için Hamoudi) annesi, sadece zeytin yağı sıkmıyor aynı zamanda Filistinli kökenlerini sürgünün içinde, yeni bir ülkenin yabancı mutfağında yeniden var ediyor. Yaptığı şey sadece bir mutfak işi değil; kaybedilmiş bir ülkenin belleğini sürdürmenin, geçmişe tutunmanın, kimliğini yaşatmanın da bir yolu. Diziyi izledikçe zeytin yağının yaralara merhem gibi kullanıldığını da görüyoruz, küçük bir cam şişe içinde kahramanımız Mo’nun sürekli cebinde taşındığını da. Tüm bu sahneler, zeytinin Filistin bağlamındaki sembolik yerini görünür kılıyor.
Yeşil Olan Politiktir: Ağaçların Anlamları
Savaş hakkında düşündüğümüzde ağaçlar hiçbir zaman aklımıza gelen ilk şey olmaz. Genellikle doğayla barış, sakinlik ve süreklilik arasında bir bağ kurarız. Ağaçlar da kuşlar ve gökyüzüyle birlikte savaşın dışında, pasif ve tarafsız olarak görülür. Ancak, yerleşimci sömürgecilik ve kimlik üzerinden ağacı ele aldığımızda, doğa ve politikanın nasıl iç içe geçtiği ortaya çıkar. Ağaçların hikâyesini anlattığımızda, fiziksel varlıklarının ötesinde anlamlar yükleriz. Toplumsal belleği hem ortak bir olaya yanıt hem de o olayın oluşmasında etkili bir unsur olarak düşünürsek, Filistinliler ve İsrailliler ağaçlara çok farklı anlamlar yüklemişlerdir: İsrail’in çam ağacı kök salarken, Filistin’in zeytin ağacı köklerinden sökülmüştür.
Filistin hikayesinde zeytin bir ağaçtan çok daha fazlasıdır. Aynı zamanda toprakla bağın, kuşaktan kuşağa aktarılan hafızanın ve direnişin sembolüdür. Filistinliler için zeytin; kök, anı ve varoluş demektir. Çam ağacının da İsrail ulus inşasında kendine has bir yeri olduğu biliniyor. Tam da bu nedenle, bu yazı bir çatışmanın doğayla iç içe geçmiş sembollerine odaklanacak. Çünkü bu coğrafyada yalnız insanlar değil, ağaçlar da birbirine karşı konuşur.
Filistinli aileler yüzyıllardır zeytin ağaçlarıyla birlikte yaşıyor. Bu birlikte yaşamak yalnızca fiziksel alanda gerçekleşmiyor, duygu dünyasında da yerini alıyor. 1967’den beri İsrail devleti ve yerleşimcilerin Filistinlilere ait bir milyona yakın zeytin ağacını söktüğü tahmin ediliyor. Bu eylemlerin ardındaki nedenler ise hep “güvenlik” gerekçelerine dayanıyor: Ayrım duvarları, yeni gözetleme kuleleri ve yasadışı yerleşimlerin etrafına çitler yapılması… Ancak esas amaç, apartheid rejimin sınırlarını daha da genişletmek.
Zeytin: Filistin’in Hafızası, Direnci ve Kökleri
Sökülmenin ne demek olduğunu anlamak için önce köklenmenin ne anlama geldiğini sormalıyız. Zeytin ağaçları yavaş büyür; bazıları beş, bazıları altmış yılda olgunlaşır. Dolayısıyla, ancak yeterince uzun bir barış dönemi varsa meyve verebilirler. Bu nedenle zeytin ağacı “mübarek”, “nûr ağacı” ve “fakirin ağacı” olarak bilinir. Beytüllahim bölgesinde yer alan ve 3-5 bin yaş arasında olduğu düşünülen “el-Badawi” ağacı, bölgede hakimiyet kurmuş devletlerin neredeyse hepsinden daha yaşlı.
Filistin’de zeytin hasadı çok önemlidir. Kış başında başlar ve bu dönem, çalışmaktan çok kültürel bir festival havasındadır. Aileler, arkadaşlar ve komşular birlikte toplanır; müzik, temiz hava ve sohbet eşliğinde toprakla olan bağ güçlenir. Askerî operasyonların günlük hayatlarının sıradan bir gerçekliği haline geldiği Filistinliler için başka bir şey yetiştirmek neredeyse imkânsızdır. Ancak Filistinli çiftçilerin zeytin bahçelerine ulaşımı tel örgülerle engelleniyor; ağaçlar yakılıyor, zeytinler çalınıyor ya da zararlı kimyasallarla hasar veriliyor. Oysa zeytin, Filistin mutfağının, ekonomisinin ve kültürünün temelini oluşturuyor. Binlerce aile bu şartlar altında geçimini zeytinden sağlamaya çalışıyor.
Zeytin ağacı, aynı zamanda direnişin sembolü: Binlerce yıl yaşayabilen, zorlu koşullara dayanıklı bu ağaçlar, tıpkı evlerinden edilen Filistinliler gibi kök salmaya devam ediyor. İsrail yetkililerinin zeytin ağaçlarını “gizli tehdit” olarak görmesi de boşuna değil. Her yıl sonbaharda zeytin hasadı başladığında, Filistinliler İsrail ordusunun ve yerleşimcilerin saldırılarına maruz kalıyor.
Batı Şeria’da Filistinliler yaklaşık bin askerî emir, mahkeme kararı ve idari düzenlemeye tâbi şekilde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu, pratikte sayısız kontrol noktası, geçit kapısı ve tarla erişimi için izin zorunluluğu anlamına geliyor. Bir çiftçi şans eseri toprakla bağını kanıtlayıp izin alsa bile, hasat döneminde ancak günde birkaç saat erişim sağlayabiliyor. İsrail Yüksek Mahkemesi her ne kadar Filistinlilerin arazilerine erişme hakkını tanımış olsa da, uygulamada karmaşık bürokratik engellerle bu hak fiilen ortadan kaldırılıyor. Hak örgütü HaMoked’in raporunda, Filistinli bir çiftçi, toprağına yılda sadece 40 kez erişebildiğini belirterek, “Toprakla olan bağım, anne babam ve geleneklerimizle olan bağımı temsil eder” diyor. Sınırlı veya sıfır erişim politikası, insanların sadece geçimini zorlaştırmayı değil aynı zamanda zeytin ağacıyla olan kültürel bağlarını da yok etmeyi amaçlıyor.
Çam: İsrail’in Yeniden Yazdığı Peyzaj
Doğa apolitik midir? Eski bir insan hakları avukatı ve savcı olan İsrailli akademisyen Irus Braverman bir makalesinde bu soruyu Filistin-İsrail meselesi bağlamında soruyor. Doğayı apolitik görmek kolaydır; ancak Braverman’ın savunduğu gibi, doğanın bu şekilde nötrleştirilmesi, yerleşimci ideolojinin kendini gizlemesini sağlamaya yarıyor. Baverman, İsrail’in çam ormanlarının “doğal masumiyet” statüsünü sorgulayarak bu ormanların Siyonist anlatının bir parçası olarak, Filistinlilerin geçmişini ve varlığını silme amacıyla bilinçli bir şekilde oluşturulduğunu öne sürüyor.
Çam ve zeytin ağaçlarının iki farklı ulusal kimliğin simgeleri olduğunu belirten yazar, zeytin ağacını Filistin’in sembolü olmasının karşısına “İsrailli” bir ağaç olarak çamın yerleştirildiğini söylüyor. Çam ağacı, Siyonist ulus inşasıyla özdeşleştirilmiş, hızlı büyüyen, meyve vermeyen ve Avrupa ormanlarını çağrıştıran bir tür olarak İsrail’in ormanlaştırma projelerinde tercih edilirken, yalnızca ekolojik değil, ideolojik bir tercih olarak da öne çıkıyor. Siyonizm, ağacın anlamını çok farklı bir şekilde kullanarak çam ağacını milliyetçi amaçlarına hizmet edecek bir araca dönüştürdü. Bu ideoloji, onlarca yıl süren Filistinli yerinden edilme ve yok sayma süreçleriyle bir Yahudi devleti inşa etmeyi amaçlıyor. Braverman’ın çarpıcı ifadesiyle, zeytin ve çam ağaçları artık “çekişmeli topraklara dikilmiş bayraklar” hâline gelmiş durumda.
Bu proje ise aslında 20. yüzyılın başlarına kadar giden bir tarihe sahip. Bu sürecin temel aktörlerinden biri olan Yahudi Ulusal Fonu (JNF) aracılığı ile diaspora Yahudilerinden para toplanarak 1948 öncesi ve sonrası süreçte çok sayıda boşaltılan Filistin köyü yerine çam ormanları dikilmekte. Bu ormanlar, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda tarihsel ve sembolik bir örtme işlevi de görüyor. JNF’nin diktiği çam ağaçları (bölgeye özgü olmayan ve yangına çok elverişli olan türler) İsrail’in “Avrupai” görünüm kazanma arzusunu ve bölgeye yönelik kolonileştirici yaklaşımını simgeliyor. Bu durum, yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda politik bir mühendislik olarak da görülebilir. Yerli olmayan, hızlı büyüyen çam ağaçları, yerli ekosistemi baskılayan ve dönüştüren bir unsur olarak okunabilir. Böylece çam, devlet eliyle yapılan mekânsal hafıza silme ve yeni bir kimlik inşa etme projesinin sembolüne dönüşür.
JNF, İsrail milliyetçisi projeyi meşrulaştırmak ve diaspora Yahudileri ile İsrail arasındaki bağları güçlendirmek için sembolik ağaç dikilmelerine de olanak sağlıyor. Mesela, dünyanın başka bir yerinde yeni doğmuş bir Yahudi çocuk için İsrail’de ağaç dikilmesi geleneği ile doğumla beraber birey ve toprak arasında bağ kurulur. Ya da dünyanın bir yerlerinde vefat eden bir Yahudi için İsrail’de JNF aracılığı ile ağaç dikilerek, hatıra ormanları yapılarak büyük bağışlar karşılığında bu ormanlara bireylerin ya da tarihi olayların adlarının verilmesini sağlanır. Ağaçlar bu bağlamda birer “yaşayan mezar taşı” gibidir. Bu da vefat edenin yakınları ile o topraklar arasında bir bağ kurar. Böylece diasporadaki Yahudiler için ağaç, onların bedensel yokluğunu telafi eden bir “vekil göçmen” (proxy immigrant) haline gelir.
Yüz yıldan fazladır süren bu ağaçlandırma faaliyetinin altında Siyonist söylem, Filistin’i “çorak, terk edilmiş, bakımsız” bir toprak olarak tanımlar. Bu “boşluk” imajı, Yahudi emeği ve bilimiyle “ıslah edilmesi” gereken bir vatan algısını doğurur. Bu bağlamda doğa, yalnızca bir çevre değil, tarihsel hafızayı yeniden yazma aracıdır. Aslında belki de bu sebeple İsrail’in çam ormanlarına yapılan saldırıların sorumluları resmi açıklamalarda “Filistinliler, Araplar” şeklinde geçmektedir. 2006’da Hizbullah’ın kuzey İsrail ormanlarına saldırısı da bu sembolik düzlemden okunabilir.
Filistin topraklarında zeytin ağaçlarının sökülmesiyle başlayan süreç, yerine çam dikilmesiyle tamamlanır. Bu değişim, yalnızca ekolojik değil; aynı zamanda toplumsal belleğin dönüştürülmesi, kimliğin yeniden yazılması anlamına gelir. Zeytin ağacı binlerce yıllık bir yaşam biçiminin taşıyıcısıyken, çam ağacı modern bir unutma yahut unutturma pratiğinin simgesi olarak İsrail’in, dünya genelindeki Yahudi diasporasını bu topraklarla bağ kurmaya teşvik eden bir sembole dönüşür.
Zeytin ağacını yerinden sökebilirsiniz, ama onu hatırlayanların hafızasını silemezsiniz. Mo dizisi, bunu en yüksek sesle değil ama en kararlı şekilde söylüyor. Bazen bir halkın mücadelesi, bir şişe yağın içinde saklanır; bazen bir annenin sessiz ritüelinde, bazen mutfağın ortasında sıkılan bir hafızada.
Bugün Filistin’de yaşananlar, Gazze’yi “temizleme” planları sadece insanları toprağından koparmak değil; anlamın, aidiyetin ve geçmişin sistematik bir şekilde hedef alınmasıdır. Ama belleği taşıyanlar varsa, direniş de sürer. Zeytin ağaçları tekrar dikilir, kökler yeniden toprağa uzanır.
Çünkü hafıza, yalnızca hatırlamakla ilgili değildir. Aynı zamanda hatırlatmakla da ilgilidir.