Andrey X: “İşgalin Stratejisi Filistinlileri Topraklarından Yavaş Yavaş Sürmek”
Bağımsız gazeteci Andrey X her gün Instagram hesabından Batı Şeria’da Filistinli ailelerin yaşadığı yerleşimci şiddetini dünyaya duyuruyor. Andrey X’le İsrail işgali altındaki Filistinlilerin yaşadıkları taciz ve tehditleri ve bölgede yaşananlara dikkat çekmeye çalışan yerli ve uluslararası gazeteci ve aktivistlerin karşılaştıkları zorlukları konuştuk.
Bağımsız bir gazeteci olarak, dünyanın herhangi bir yerinden haber yapma özgürlüğüne sahipsin, ancak sen işgal altındaki Batı Şeria’yı seçtin. Her gün instagram hesabından bölgede olan biteni takipçilerinle paylaşıyorsun. Seni Filistin’e, Batı Şeria’ya gelmeye motive eden şey neydi?
Ukrayna’nın tam ölçekli işgali başladığında siyasi bir gazeteci olarak siyasi takibata uğrama korkusuyla, nereye gittiğimi gerçekten bilmeden Rusya’dan ayrıldım. Zaman geçtikçe Filistin ve burada olup bitenler hakkında daha fazla şey öğrenmeye başladım. Aktivizm ve haberciliğin bir gereği olarak işgal topraklarında neler olup bittiğine ışık tutmanın bir zorunluluk, ahlaki bir yükümlülük olduğunu hissettim. Çünkü buraya belli bir sistemin parçası olarak geldim ve İsrail’in yerleşimci sömürgeciliği ve apartheid rejiminden faydalanan biriyim. Ve bunun bana bu konuda bir şeyler yapma sorumluluğu yüklediğini düşünüyorum.
Şu anda çalışmalarım tamamen Batı Şeria’ya odaklanmış durumda, çünkü buna çok fazla ihtiyaç var. Gazze’de olanlara nazaran Batı Şeria’da yaşananlar henüz bir soykırım değil. Ancak tüm dikkatler -haklı olarak- Gazze’deyken, Batı Şeria’ya da dikkat çekmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. İsrail pasaportuna sahip olmam beni yetkililerin pek bir şey yapamayacağı ayrıcalıklı bir konuma getiriyor. Uluslararası gazeteciler de var, ama onlar sınır dışı ediliyorlar. Filistinli gazeteciler düzenli olarak kaçırılıyor, hapse atılıyor ve öldürülüyor. Ama İsrail pasaportunuz varsa, sistemin size yapabileceği çok fazla şey yok, çünkü onlara göre apartheid‘ın “doğru” tarafındasınız ve sistem sizinle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip değil. Bu durum beni, gerçekleri aktarabilmek açısından benzersiz bir pozisyona getiriyor ve Filistinli veya uluslararası meslektaşlarımın ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalabileceği haber materyallerini daha özgür bir şekilde yayımlayabilmemi sağlıyor. Ben de baskıyla karşılaşıyorum; ancak bu, Filistinli meslektaşlarımın yaşadığı baskılarla kıyaslandığında oldukça hafif kalıyor.
Batı Şeria’ya geldikten sonra İsrail-Filistin meselesine dair bakış açında ne gibi değişiklikler oldu?
Batı Şeria’da bulunmadan önce de durumu zaten genel hatlarıyla biliyordum. Ancak yaklaşık üç yıl önce buraya geldiğimde, meselenin boyutu hakkında oldukça yüzeysel bir bilgiye sahip olduğumu farkettim. Burada olup bitenlere bakarak ve bu toprakların tarihini okuyarak yaşadığım büyük aydınlanma bir yılımı aldı. Etrafımda olup bitenlere giderek daha fazla öfkeleniyordum. Bir kez sahaya indiğinizde, insanlarla konuştuğunuzda, onlarla birlikte yaşadığınızda ve gündelik gerçeklerini gördüğünüzde, örneğin sadece insanlara eziyet olsun diye konulan kontrol noktalarında saatlerce, kilometrelerce kuyrukta bekletildiklerini, polisin sadece aileleri için su temin etmeye çalışan insanları kovaladığını, ordunun bir taş atıldığı iddiasıyla bütün dükkanları, kasabanın tamamını kapattığını ve yerel halkı taciz ettiğini, yerleşimcilerin koyunlarının çalındığını iddia ettiklerini ve ordunun sıfır kanıtla gelip Filistinlilerin koyunlarını alarak yerleşimcilere verdiğini gördüğünüzde, bu topraklardaki adaletsiz sistemin nasıl işlediğini daha iyi anlıyorsunuz. Ve insanların neden böyle davrandıklarını da! Son birkaç yılda Batı Şeria’da çalışırken, her gün yeni bir gerçeği öğrenerek bu süreci yaşadım.
“Güvenlik Güçleri Batı Şeria’nın Etnik Temizliğinde Kilit Rol Oynuyor”
Yerleşimci sömürgeciliği bizzat deneyimlemiş biri olarak, hangi temel gözlemlerin var? Meseleye bakış açını en çok hangi deneyimler etkiledi?
Pek çok kez tutuklandık. Filistinli meslektaşlarım arasında yüzlerce kez, neredeyse her hafta tutuklanan insanlar var. İsrailli ve uluslararası meslektaşlarım da taciz ediliyor, tutuklanıyor, hapse atılıyor. Son tutuklama İsrailli ve yabancı gazeteci ve aktivistler açısından eşi benzeri görülmemiş bir olaydı çünkü ordu tarafından kaçırıldık, gözlerimiz bağlandı ve bir askerî üstte tutulduk; Filistinlilere düzenli olarak yapılan bu muamele İsraillilere ve yabancılara pek yapılmaz.
Temel gözlemim burada geçerli olan çifte hukuk, ceza ve kontrol sistemi oldu. Bu esasen uyruğunuza bağlı olarak uygulanıyor ve Batı Şeria’daki varlığınızın her anını etkiliyor. Örneğin saldırı altındaki Filistinli topluluklara koruma sağladığımız uluslararası, İsrailli ve Filistinli aktivistlerden oluşan bir grup var. Ordu gelip hiçbir sebep yokken aralarından Filistinlileri seçip tutukluyor ve askerî üsse götürüyor, çünkü bunun için hiç kimsenin onlardan hesap sormayacağını biliyorlar. Filistinli meslektaşlarım ve aktivistlerden sürekli olarak bir kontrol noktasında durdurulup üç saat boyunca tutulduklarını ve başlarından aşağı soğuk su döküldüğünü anlatan mesajlar alıyorum. Ben de bir askerî üsse götürüldüm ve gözlerim bağlı bir şekilde dizlerimin üzerinde tutuldum.
Geçenlerde Batı Şeria’nın güneyindeki Masafer Yatta’da yerleşimciler zeytin toplayan Filistinlilere saldırdı, Filistinliler yardım için polisi ve orduyu aradı. Polis ve ordu ise gelip yerleşimciler tarafından saldırıya uğrayan Filistinlileri tutukladı. Bu burada sıkça karşılaşılan olağan bir durum, çünkü aslında herkese güvenlik sağlaması gereken otorite, temelde yalnızca bir tarafın şiddetini destekliyor. Güvenlik güçleri Batı Şeria’nın etnik temizliği sürecinde suç ortağı olarak kilit bir rol oynuyor. Bu topraklardaki adaletsizliği keskin bir şekilde hissettiğiniz en etkili anlar bunlar oluyor.
Batı Şeria’da yaşayan bir Filistinli için işgal altında günlük yaşam nasıl? Daimi bir yerleşimci tehdidi altında yaşayan Filistinliler için hayatın nasıl göründüğünü bize biraz anlatabilir misin?
Bu durum, Batı Şeria’da nerede bulunduğunuza bağlı olarak değişiyor. Şehirlere giderseniz, özellikle mülteci kamplarının bulunduğu yerlere, örneğin, 1948’de Tel Aviv bölgesinden sürülen insanların yaşadığı yerlere. O zaman yaklaşık 700 bin kişi yerlerinden edilmişti. Birçoğu mülteci kamplarında kaldı ve onların torunları bugün Cenin, Nablus ve Tulkarem’de yaşıyor. Bu bölgelerde ekonomi oldukça kötü durumda ve bu, işgalin ekonomik sistemi tarafından kasıtlı olarak böyle tasarlanmış. İnsanları zor durumda bırakıp mümkün olduğunca göç etmeye zorlamak için.
Bu şehirlerde saldırılar köylere göre daha seyrek ama saldırı gerçekleştiğinde genellikle çok büyük çaplı oluyor. Birkaç hafta önce böyle bir kasabadaydım, büyük bir mülteci kampı vardı. Yüzlerce bina ve içinde yaşayan binlerce insan… Neredeyse kurşun deliği olmayan tek bir bina bulamadım. İşgal güçleri kampa saldırdığında her bir binaya ateş açıyorlar. İnsanlara, arabalara, her şeye ateş ediyorlar. İnsanları evlerinden çıkarıp o evleri operasyon süresince askeri üs olarak kullanıyorlar. Yıkımın boyutu gerçekten inanılmaz. Batı Şeria’daki en yoğun şiddetli bölgeler buralar. Ancak bu tür “operasyonlar” birkaç haftada bir ya da birkaç ayda bir oluyor.
C bölgesine, kırsal alanlara veya köylere gittiğinizde ise durum farklı. Bu bölgeler tamamen sivil ve askerî işgal kontrolü altında. Şiddetin yoğunluğu daha düşük ama çok daha sürekli bir şekilde yaşanıyor. Mesela yazın ilk yarısını geçirdiğim bir köye en fazla 50 metre uzaklıkta bir noktaya yerleşimciler bir “karakol” kurmuştu. Bu karakolu, köydeki Filistinlileri taciz amacıyla kullanıyorlardı. Yerleşimciler köye giriyor, koyun sürülerini Filistinlilerin evlerinin dibine getiriyorlardı. Bazen bu durum şiddete dönüşüyor, insanlara sopalarla saldırıyorlardı. Bazen su borularını kesiyorlar ve köylüler su tankerleriyle dereden su almaya çalışırken onları taciz ediyorlardı. Bazen de orduyu çağırıp sahte suçlamalarda bulunuyorlardı.
“Yerleşimciler ve İsrail Ordusu Birlikte Hareket Ediyor”
Bu tür düşük seviyeli saldırılar sık sık yaşanıyor; benim orada olduğum zamanlarda günde 5-6 kez gerçekleşiyordu. Yetkililere şikayette bulunmak, onlardan yardım istemek bile Filistinliler için bir tacize dönüşebiliyor. Asıl sorun, yerleşimcinin sadece koyunlarıyla Filistinlilere ait bir evin önüne gelmesi değil; o yerleşimcinin üç gün önce Filistinli bir çocuğu sopayla dövmüş olması ve dolayısıyla oradaki varlığının bir tehdit oluşturması. Bu tür düşük seviyeli saldırılar, izole olarak bakıldığında ciddi bir sorun gibi görünmeyebilir. “Ne var ki? Sadece koyunlarıyla burada.” diyebilirsiniz. Ama bu, aylarca süren, sürekli taciz stratejisinin bir parçası. Filistinliler, yerleşimcilerin bir sonraki adımda ne yapacaklarını asla bilemiyorlar. Bu da sürekli tehlikede ve tetikte olma hâli yaratıyor.
Zaman zaman büyük pogromlar da gerçekleşiyor. Yerleşimciler gelip hayvanları çalıyorlar, orduyla birlikte gelip Filistinlilere göz yaşartıcı gazla saldırıyorlar. Bazı köyler daha sakin, çünkü yakınlarında yerleşim yerleri yok. Ama bu kez de ordunun tacizi var. Veya yakınında ordu üsleri olmayan köyler var ama oralarda da sürekli yerleşimci saldırılarına maruz kalıyorlar.
Genel olarak, işgalin stratejisi Filistinlileri yavaş yavaş topraklarından sürmek üzerine kurulu. Bu çok yavaş ilerleyen bir süreç. Gazze gibi yoğun bir şiddet ya da Myanmar’daki Rohingya soykırımı gibi bir durum değil. Bu, yıllar hatta on yıllar boyunca metotlu bir şekilde yürütülen bir etnik temizlik süreci. İşgal güçleri acele etmiyor. Onlarca yıldır oradalar ve onlarca yıl daha kalacaklarına inanıyorlar. Her sürülen aile, onlar için küçük bir zafer anlamına geliyor. İşgalin var olduğu süre boyunca yürüttüğü temel strateji bu.
İnanılmaz derecede zor bir durum. Peki yerleşimciler ve İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen bu gündelik terör Filistinliler açısından nasıl bir sonuç doğuruyor? Filistinli aileler bu tehditler, her gün cereyan eden taciz ve gözdağı taktikleri nedeniyle topraklarını terk etmeyi düşünüyorlar mı?
Gerçekten gitmek isteyen ya da gidebilen çoktan gitmiş durumda. Ama çoğu zaman insanlar buna zorlanıyor ve başka bir seçenekleri kalmıyor. Koyunları ve keçileri yerleşimciler tarafından çalınan aileleri tanıyorum. Bu hayvanlar bu insanların temel geçim kaynağını oluşturuyor ve yapabilecekleri başka bir şey kalmayınca topraklarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Çocukları dövülen, yaşlıları saldırıya uğrayan insanlar var. Ve böyle bir durumda, çocuklarınız darp ediliyorsa, topraklarınıza olan bağlılığınız ne kadar güçlü olursa olsun, ayrılmayı düşünürsünüz.
Gidecek bir yer bulmak da her zaman kolay değil. Bazı ailelerin gidecek hiçbir yeri yok. Ama genelde, yerleşimcilerin teknik olarak girmelerine izin verilmediği A veya B bölgelerine taşınıyorlar. Yerleşimciler bu bölgelerde de pogromlar yapabiliyor, ama bu bölgelerdeki saldırılar işgal altındaki diğer yerlere göre daha seyrek oluyor.
Örneğin, geçen yıl ekim ayında bulunduğum köy, aralık ortasına kadar etnik temizlikle tamamen boşaltılmıştı. Yan köyde gerçekleşen büyük bir pogrom ve köyün her gün taciz edilmesi nedeniyle insanlar oradan ayrılmak zorunda kaldılar. Yakınlarında bulunan A bölgesindeki bir köye taşındılar, ama orada da civardaki yerleşimcilerin tacizleri devam etti. Kısa süre önce işgal güçleri, taşındıkları bu yeni yerdeki evlerini de yıktı. Bu bölge yerleşim yerlerinin dışında olmasına rağmen baskılar devam ediyor. Bu tacizlerin tek amacı ise Filistinlilerin üzerindeki baskıyı artırmak.
Sonuç olarak, insanlar topraklarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Geçen yıl onlarca aile, binlerce insan göç etti. Bu etnik temizlik süreci yavaş ama sürekli işliyor ve yetki Filistinlileri topraklarından çıkarmak isteyenlerin elinde olduğu sürece bu böyle devam edecek. Çünkü buna direnmek için elinizden gelen tek şey toprağınızda kalmaya çalışmak ama bir noktada bu artık dayanılmaz hâle geliyor.
Sadece Filistinli aileler değil onların sesini duyurmak isteyen gazeteciler ve aktivistlerin de hedef alındığından bahsettin. Sen de İsrail güçleri tarafından gözaltına alındın. Hem yerel (İsrailli ve Filistinli) hem de yabancı gazeteci ve aktivistleri sindirmek için İsrail ordusu hangi yöntemleri kullanıyor?
Batı Şeria’da çok sayıda uluslararası ve İsrailli aktivist var ama daha fazla insana ihtiyacımız var. Haftalarca göz altında tutulabilen Filistinlilerin aksine, uluslararası aktivistleri suçlama olmaksızın tutuklamak ve uzun süre alıkoymak kolay değil. Yine de uluslararası aktivistlere yönelik saldırılar da yaşanıyor. Kasra köyünde bulunan uluslararası aktivistler, neredeyse her birkaç haftada bir yerleşimciler tarafından vahşice saldırıya uğruyorlar. İnsanlar hastanelik oluyor, dövülüyor, taciz ediliyor. Yakın zamanda işgal güçleri bir eve baskın düzenledi ve bir uluslararası aktivist, Beyta köyündeki barışçıl bir gösteri sırasında işgal güçlerinin keskin nişancısı tarafından başından vurularak öldürüldü. Aynı gösteride, birkaç hafta önce, bir Amerikalı aktivist de gösteriden uzaklaşırken bacağından vuruldu.
Fiziksel şiddet bariz bir tehdit unsuru. Ancak uluslararası aktivistlere karşı kullanılan en yaygın yöntem sınır dışı etme. Batı Şeria’dan haber yapan ve Filistin köylerinde dayanışma eylemleri gerçekleştiren birçok arkadaşım sınır dışı edildi. İsrail mahkemelerinin sınır dışı kararları için belirli bir nedene ihtiyaçları yok. Sadece bir emir veriliyor o kadar.
İsrailliler için durum daha karmaşık çünkü işin içine siyasi boyutu da giriyor. İsraillilerin Batı Şeria’ya girişini sınırlamak daha zor çünkü yerleşim projesinin temeli İsraillilerin orada bulunmasına dayanıyor. Bu yüzden Filistinlilerle dayanışma gösteren ve etnik temizliğe karşı çıkan İsrail pasaportuna sahip bir aktivist karşısında işgal sistemi bir çıkmaza giriyor. Genelde en fazla yaptıkları şey bu kişileri tutuklayıp iki haftalığına Batı Şeria’dan çıkarmak oluyor, çünkü mahkeme kararı olmadan polis en fazla bunu yapabiliyor.
Son zamanlarda ise aktivistlere yönelik baskılar arttı. Daha fazla tutuklama, daha fazla fiziksel şiddet yaşanıyor. Son iki yıldır, özellikle bu yönetimin iktidara gelmesinden bu yana, saldırılar, şiddet ve etnik temizlik hızında sürekli bir artış görüyoruz.
“Etnik Temizliğin Sona Ermesi Uluslararası Baskıya Bağlı”
Uluslararası toplumun ve medyanın, Batı Şeria’daki işgal ve yerleşimci sömürgeciliği ele alma konusundaki rolünü nasıl değerlendiriyorsun?
Bu konuda en önemli rol uluslararası toplumun. Bizim aktivistler ve sahadaki gazeteciler olarak yapabildiğimiz şey, dünyaya burada neler olduğunu göstermekten ibaret. Filistin köylerinde, saldırı altında, etnik temizlik sürecinde olan yerlere gidip bu süreci yavaşlatmaya çalışıyoruz. Ancak bundan öteye geçemiyoruz. Yaptığımız şey sadece yangını söndürmek ve süreci yavaşlatmak. Gerçek değişim dışarıdan, bu etnik temizliği finanse eden, Gazze’deki soykırımı, Batı Şeria’daki saldırıları ve yerleşim inşaatlarını destekleyen merkezlerden gelmek zorunda. Uluslararası toplumun rolü de bunu durdurmaya çalışmak. Bu da yalnızca bu süreci destekleyen Batı ülkeleri desteği keserse mümkün olabilir. Etnik temizliğin durması ve sona ermesi, İsrail’e yönelik uluslararası baskıya bağlı.
Sence uluslararası toplum ve medya bu konuda şu ana kadar başarısız mı oldu?
Bence büyük ölçüde başarısız olduk. Ancak hâlâ bir şeylerin değişme ihtimali var. Tek bir Filistinli bile kendi topraklarında durmaya devam ettiği sürece bu tam bir başarısızlık sayılmaz. Hâlâ adaletsizliğe karşı durmak, daha iyi bir şeyler inşa etmek mümkün. Ama büyük ölçüde evet, onları her açıdan yüzüstü bıraktık. Gazze’den gelen uzuvlarını kaybetmiş her çocuk görüntüsü, yanarak ölen insanlar, Batı Şeria’daki her saldırı, yerleşimcilerin bir okulu işgal ettiği her olay, Filistinlilere yönelik cezasız kalan her saldırı başarısız olduğumuzu gösteriyor.
Bu olaylar on yıllardır devam ediyor. Neden? Neden bunu durdurmak için yeterince çaba göstermedik? Bu kadar açık ve net bir adaletsizlik neden bu kadar uzun süredir devam ediyor? Bu, kesinlikle büyük bir başarısızlık. Cesaret kırıcı ve moral bozucu. Ama bence umutlu olup olmamamızın ya da geleceğe dair korkularımızın çok da bir önemi yok. Sadece yapmamız gerekeni yapmalıyız. İşgale karşı, apartheid rejimine karşı mücadele etmeliyiz. Başarılı olup olmayacağımızı bilmiyorum ama ben en azından önümüzdeki on yıl boyunca elimden geleni yapmayı seçiyorum. Sonrasını o zaman görürüz. Önemli olan, nehir ve deniz arasındaki bu topraklarda herkesin eşitlik, adalet ve özgürlük içinde yaşayabileceği bir dünya için çalışmamız.