Dinî İnançlar Panoraması: Müslümanların ve İnançsızların Sayısı Artıyor
Yeni bir rapora göre dinî grupların dünya genelindeki demografik dağılımı değişiyor: 2010–2020 arasında Müslümanların sayısı hızla artarken, Hristiyanların oranı geriledi. En büyük yükseliş ise herhangi bir dine mensup olmayanlarda yaşandı.

Dünya nüfusu artarken inanç haritası da değişiyor. ABD merkezli PEW Araştırma Merkezi tarafından 9 Haziran 2025’de yayımlanan rapor, 2010 ile 2020 arasında dinî grupların nüfus yapısındaki değişimleri inceliyor. Raporun bulgularına göre Müslümanlar genç nüfus ve yüksek doğurganlık kategorilerinde başta gelen grup olurken, Hristiyanların dünya nüfusuna oranı gerilemiş durumda. En dikkat çekici gelişme ise, herhangi bir dine mensup olmayanların -yani kendisini ateist, agnostik ya da “hiçbir dine ait değilim” şeklinde tanımlayanların- sayısının dünya genelinde önemli ölçüde artması.
PEW raporu Hristiyanlar, Müslümanlar, Hindular, Budistler, Yahudiler, diğer dinler ve hiçbir dine mensup olmayanlar olmak üzere yedi kategoriye odaklanıyor. Veriler, 2.700’den fazla kaynak (nüfus sayımları, anketler, nüfus kayıtları) kullanılarak 201 ülke ve bölgeyi kapsayacak şekilde derlendi. Koronavirüs salgını nedeniyle birçok ülke nüfus sayımını ertelediği için, bazı ülkelere ait nüfus verileri 2024’e kadar yayımlanamadı. Araştırma kapsamında doğurganlık, yaş yapısı, ölüm oranları ve din değiştirme (İng. switching) gibi demografik faktörler dikkate alındı. Hiçbir dine mensup olmayanlar, özellikle Hristiyanlıktan kopan bireyler sayesinde büyürken; Müslümanlar ise genç yaş yapısı ve yüksek doğurganlıkla öne çıkıyor.
Genç Müslümanlar, Yaşlanan Hristiyanlar
“Küresel Dinî Manzara 2010’dan 2020’ye Nasıl Değişti?” (İng. How the Global Religious Landscape Changed From 2010 to 2020) başlıklı rapor, dinî grupların nüfus dinamiklerini kıyaslayan şimdiye kadarki en kapsamlı araştırmalardan biri. Rapora göre Müslümanlar, dünya genelinde hem sayıca hem de dünya nüfusundaki payları açısından en hızlı büyüyen grup. 2010’da 1.6 milyar olarak ölçülen Müslüman nüfusu, 2020’de 2 milyara yükselmiş durumda. Bu, 10 yılda 347 milyonluk bir artış anlamına geliyor.
Bu artışın ardında yatan nedenler demografik: Müslümanlar dünya genelinde hem en genç dinî grubu (yüzde 33’ü 15 yaş altı) hem de en yüksek doğurganlık oranına sahip (kadın başına ortalama 3.1 çocuk). Özellikle Sahra Altı Afrika ve Orta Doğu’daki genç nüfus artışı, Müslümanların dünya genelindeki nüfus artışı hızını oluşturan faktörlerden biri olarak öne çıkıyor.
Öte yandan Hristiyanlar, hâlâ 2.3 milyar kişiyle dünyanın en kalabalık dinî grubu olsa da, dünya nüfusu içindeki payları yüzde 30.6’dan yüzde 28.8’e gerilemiş durumda. Hristiyanların doğurganlık oranı da düşük olmamakla beraber (2.7), din değiştirme ve aidiyet kaybı bu avantajı büyük ölçüde etkisizleştiriyor. Raporda yer alan bir ifadeyle: “Hristiyanlar, çocuk sahibi olmada Müslümanlarla yarışsa da, yetişkinliğe ulaşan her üç kişiden biri artık başka bir inançta ya da tamamen inançsız.”
Buna karşın Budistler ve Yahudiler daha yaşlı nüfuslara sahip. Yahudilerin ve Budistlerin ise yüzde 36’sı 50 yaş ve üzerindeki kişiler. Rapora göre bu grupların hem düşük doğurganlık oranları hem de yaş dağılımı, nüfus artışına elverişli değil. PEW raporuna göre Budistler, düşük doğurganlık oranları nedeniyle küresel ölçekte büyüme potansiyelleri sınırlı. Bu demografik eğilim, Budizm’in diğer dinî gruplara kıyasla durağan veya gerileyen bir konumda olduğunu gösteriyor.
Avrupa’da Müslüman Nüfusun Genele Oranı Artıyor
Raporda sadece nüfus verileri değil, dinî inanç haritasındaki değişimler de dikkat çekici. En büyük değişim, Hristiyanlığın coğrafî ağırlık merkezinde yaşanıyor. 2010’da dünyadaki Hristiyanların yüzde 26’sı Avrupa’da yaşarken, bu oran 2020’de yüzde 22.3’e düştü. Aynı dönemde Sahra Altı Afrika’daki Hristiyanların oranı yüzde 23.6’dan yüzde 30.7’ye yükseldi. Afrika artık dünyada en çok Hristiyan barındıran kıta konumunda.
Bu değişim, yalnızca doğum oranlarıyla değil, Batı’daki Hristiyanlık terkleriyle de ilgili. İngiltere’de Hristiyanlar artık azınlık (yüzde 49), benzer şekilde Fransa (yüzde 46), Avustralya (yüzde 47) ve Uruguay (yüzde 44) gibi ülkelerde de Hristiyanlar artık nüfusun yarısından azını oluşturuyor. Bu ülkelerde hiçbir dine mensup olmayanların oranı %40’ları aşmış durumda.
Aynı şekilde Yahudi nüfusun ağırlık merkezi de değişiyor. 2010’da Yahudilerin çoğunluğu Kuzey Amerika’da yaşarken, 2020 itibariyle yüzde 45.9’u Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da (özellikle İsrail’de), yüzde 41.2’si ise hâlâ Kuzey Amerika’da. İsrail’deki Yahudi nüfusu, 2010–2020 arasında 5.8 milyondan 6.8 milyona yükseldi.
Avrupa‘da ise 2020 itibarıyla Hristiyanların nüfus içindeki oranı yüzde 67,1’e geriledi; bu, 2010 yılına kıyasla 7,6 puanlık bir düşüş anlamına geliyor. Aynı dönemde, herhangi bir dine mensup olmayanların oranı 6,6 puanlık bir artışla yüzde 25,3’e yükseldi. Müslüman nüfusun oranı ise hafif bir artış göstererek yüzde 6’ya çıktı; bu, 2010’a göre 0,7 puanlık bir yükselişe denk geliyor.
Dinî İnancı Olmayanların Sayısındaki Artış: En Büyük Üçüncü Grup
Rapordaki en çarpıcı bulgulardan biri, herhangi bir dine mensup olmayanların sayısının hızlı bir şekilde yükselişi. Bu grup, raporda genellikle hiçbir dine bağlı olmayanlar olarak adlandırılıyor ve ateist, agnostik ya da başka bir özel isimlendirme kullanmadan “Hiçbir inanca ait değilim,” beyanını veren bireyleri kapsıyor. 2010’da dünya nüfusunun yüzde 23.3’ünü oluşturan bu kategori, 2020’de yüzde 24.2’ye ulaştı. Toplam nüfusları ise 1.9 milyara çıktı.
Bu büyüme, demografik dezavantajlara rağmen gerçekleşiyor. Çünkü bu grup genellikle daha yaşlı ve daha düşük doğurganlığa sahip. Ancak PEW raporuna göre dinî aidiyetin terk edilmesi (İng. religious switching) bu artışı açıklıyor. Bulgulara göre Hristiyan ailelerde yetişmiş her 3 kişiden biri, yetişkinliğinde artık kendini herhangi bir dine ait hissetmiyor. Dinden uzaklaşmanın merkez üssü ise Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri: Hollanda, Fransa, Birleşik Krallık, Kanada, ABD ve Avustralya gibi ülkelerde hiçbir dine mensup olmayanların oranı hızla yükseliyor. Örneğin, ABD’de 2020 itibariyle 101 milyon kişi (yüzde 30) kendisini herhangi bir dine mensup değil olarak tanımlıyor. Bu rakam, 10 yıl önceye kıyasla yüzde 13’lük bir artış anlamına geliyor. Aynı süreçte Japonya yüzde 57 ve Çin yüzde 90 ile en yüksek oranlara sahip. Özellikle Çin, 1.3 milyar kişiyle bu alanda açık ara öndeki ülke.
Bu tabloya göre, hiçbir dine mensup olmayanlar artık hem sayı hem de etki bakımından küresel bir güç hâline geliyor. Bu grup artık Hristiyanlar ve Müslümanlardan sonra dünyanın en büyük üçüncü topluluğu.
Dinî İnanca Sahip Olmayanların Sayısı Gelişmiş Ülkelerde Azalıyor
PEW raporunda derlenen verilerine göre dinî dönüşümün itici gücü sadece doğurganlık değil. Din değiştirme, ekonomik gelişmişlik, eğitim düzeyi, kadınların iş gücüne katılımı gibi faktörler de büyük rol oynuyor. Örneğin yüksek HDI (İnsani Gelişmişlik Endeksi) skoruna sahip ülkelerde dindarlık bariz biçimde daha düşük. Bu, hem bireysel güvenliğin hem de sosyal refahın artmasıyla birlikte dinin “gerekli görülmemesi” ile açıklanıyor.
Rapora göre yüksek gelirli ülkelerde dine bağlılık düşerken, yoksul ve gelişmekte olan bölgelerde -özellikle Müslümanlar arasında- din daha güçlü biçimde aktarılıyor. Bu nedenle ilerleyen yıllarda dinden uzaklaşmanın yüksek gelirli Avrupa ve Amerika ülkelerinde daha da yoğunlaşması, Afrika ve Güney Asya gibi bölgelerde ise dindarlığın güçlenmesi bekleniyor.
Ancak PEW’in vurguladığı bir diğer önemli husus ise şu: Küresel sekülerleşme, doğurganlığı düşük, yaşlanan bir kitlenin büyümesiyle ilerliyor. Müslümanlar gibi genç ve yüksek doğurganlığa sahip topluluklar, uzun vadede nüfus açısından öne çıkacak gibi görünüyor. Yani uzun vadede, sekülerleşmenin etkisi durağanlaşabilir ya da tersine dönebilir.
Rapora göre elde edilen bulgular, dinî aidiyetlerin durağan değil, aksine oldukça dinamik bir süreç içerisinde değiştiğini gösteriyor. Rapora göre İslam demografik avantajlarla büyürken, Hristiyanlığın Batı ülkelerindeki çözülmeyle zemin kaybediyor ve hiçbir dine mensup olmayanların yeni bir toplumsal gerçeklik olarak hızla güç kazanıyor.
PEW’e göre bu tablo, sadece dinî değil aynı zamanda kültürel, siyasal ve jeopolitik dengeleri de etkileyebilecek bir dönüşümün habercisi olabilir. Geleceğin dünyasında dinin yeri, sadece kimliğin değil, nüfusun, göçün ve sosyal bağların nasıl şekilleneceğini de belirleyecek gibi görünüyor. (P)