'Anatomi Serisi'

Din Özgürlüğü Nedir?

Bir dine mensup olmanın anlamlı olması, bireyin bu tercihini iradî, bilinçli ve özgürce gerçekleştirmesine bağlıdır. Perspektif Anatomi Serisi, bu kez din özgürlüğü kavramını masaya yatırıyor.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Din özgürlüğü denilince akla ilk gelen evrensel insan hakları çerçevesinde insanların din ve inançlarını açıklama, uygulama veya değiştirme özgürlüğüdür. Temel bir insan hakkı olarak din özgürlüğünün hukuki bu anlamı şüphesiz ki felsefî bir temele dayanır. İnsan, sadece bilme ihtiyacı içinde olan bir varlık değil, aynı zamanda eylemde bulunma ihtiyacında olan bir varlıktır. Eylemlerimizin değeri ise ahlak meselesi içerisinde belirlenmektedir.

İnsan için vazgeçilmez bir boyut olarak -içeriği ne olursa olsun- bir ahlaktan söz edilebilmesi belli şartlara bağlıdır. Bir davranışın ahlaki olabilmesi için her şeyden önce o davranışın iradî, bilinçli ve özgürce gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir (Arslan, 2013). Din için de aynı şartlar geçerli. Bir dine müntesip olmanın anlamlı olabilmesi dine bağlanmanın bireyin iradî, bilinçli ve özgürce tercihine dayanmasına bağlı. Kısacası insan için ahlaklı olmanın özgürlüğü gerektirmesi gibi gerçek dinsel aidiyet de özgürce yapılan tercihleri gerektirir.

Din özgürlüğü, bireyleri dinî inanç, kanaat ve uygulamalarda korur. Böylece bireyler devlet ya da bir başka güç tarafından belli bir akideyi, ritüeli uygulamaya; dinî bir topluluğa katılmaya; din değiştirmeye veya kendi iradesi dışında bir dinî topluluğa dahil olmaya zorlanamaz. Negatif din özgürlüğü ya da diğer bir ifadeyle dinsel dayatmalardan bağımsız olabilme özgürlüğüdür. Bu doğrultuda herkes bir inanç ya da dünya görüşü seçme, seçtiği dinî bir topluluğa dahil olma ya da kendisi bir topluluk kurma hakkına sahiptir. Bu durum ise bireysel pozitif din özgürlüğüdür.

Herhangi bir grup kolektif pozitif din özgürlüğünü esas alarak dinî topluluklar kurma, dinî ritüelleri uygulama amacıyla toplanma, manevî liderler belirleme, inançlarını yayma ve yeni üyeler kazanma hakkına sahiptir. Bu özgürlükler doğal olarak dinî inanç ve ritüellerin açıklanabilmesi, öğretilebilmesi ve uygulanabilmesini içerdiği gibi bütün bunlara ilgisiz kalabilmeyi de içermektedir (Kälin & Künzli, 2019: 505-15).

Din özgürlüğü birçok uluslararası sözleşme tarafından korunduğu gibi ulus devletler düzeyinde de büyük ölçüde garanti altına alınmakta. İnsan haklarının gerçek sahipleri olarak birey ve gruplara karşı devletlerin din özgürlüğüne saygı gösterme, bu özgürlüğü koruma ve garanti altına alma şeklinde üç çeşit yükümlülüğü var. Devlet organları dinî aidiyetlerin değiştirilmesini yasaklama, din eğitiminin içeriğini belirleme gibi din özgürlüğüne saygıyı ihlal edecek müdahalelerde bulunamaz. Bu doğrultuda devlet; kendisi din özgürlüğüne saygı duyması gerektiği gibi vatandaşlarının ya da koruması altındaki bireylerin din özgürlüğünü özel şahıslar, şirketler gibi üçüncü tarafların müdahalesinden de korumakla yükümlü.

Devlet otoritesi dinî toplulukları nefret söyleminden ve üçüncü şahısların saldırılarından korumakla mükelleftir. Yine devlet otoritesi din özgürlüğünün tam olarak gerçekleştirilmesini garanti altına almak için kurumsal ve maddi ön koşulları hazırlamak durumundadır. Bu meyanda devlet, din özgürlüğü hakkının her türlü ihlaline karşı etkili şikâyet yollarını hizmete sunmak, uygulamalarında dinî aidiyetlere karşı tarafsızlık göstermekle yükümlüdür (Pollmann & Lohmann, 2012: 251 v.d.).

Uluslararası Mevzuatta Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü

Günümüz dünyasında temel referans metinler arasında sayılan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin (1948) 18. Maddesi, “Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.” şeklindeki ifadelerle din özgürlüğünü düşünce ve vicdan özgürlüğü ile birlikte insan hakları çerçevesinde değerlendirmektedir. Beyannamenin bu maddesi Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (1966/1976)’nin 18. maddesinin 1. fıkrası olarak kaydedilmiştir.

“Hiç kimse, dilediği bir dine veya inanca sahip olma veya onu benimseme hürriyetini zedeleyecek bir zorlamaya tabi tutulamaz.” şeklindeki 2. fıkra ile negatif din özgürlüğü hükme bağlanmıştır. “Din veya inancını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğini, düzenini, sağlığını, ahlakını veya başkalarının temel hak ve özgürlüklerini korumak için gerekli olan kanuni sınırlamalara tabi olabilir.” şeklindeki 3. fıkra ile din özgürlüğünü açıklamanın hangi şartlarda kısıtlanabileceği kayıt altına alınmıştır. “Taraf Devletler, ebeveynlerinin ve varsa vasilerin veya bakıcıların çocuklarının kendi inançlarına göre dini ve ahlaki olarak yetiştirilmelerini sağlama özgürlüğüne saygı göstermeyi taahhüt ederler.” şeklindeki 4. fıkra ise çocukların din eğitiminde söz hakkını ebeveynlere ya da yasal vasilere bırakmaktadır.

Liberalizm, Laiklik, Ulus-Devlet gibi sıkça kullanılan kavramları Anatomi Serisi’nde açıklıyoruz. Anatomi Serisi’nin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA

Birleşmiş Milletlerin 1969’da yürürlüğe giren Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’si de geniş anlamda negatif din özgürlüğünü destekler mahiyettedir. Sözleşme taraf devletlerden tüm uygun araçlarla her türlü ırk ayrımcılığının ortadan kaldırılması ve tüm ırklar arasında anlayışın teşvik edilmesi politikasını talep etmektedir. Geniş bir ırk ayrımcılığı kavramına dayanan sözleşme bunu 5. maddesinde “ırk, ten rengi, soy, ulusal köken veya etnik kökene dayalı herhangi bir ayrım, dışlama, kısıtlama veya tercih” olarak tanımlamaktadır.

Sözleşmede siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel veya kamusal yaşamın herhangi bir alanında insan haklarının ve temel özgürlüklerin eşit olarak tanınıp kullanılmasına imkân vermemeyi ayrımcılık olarak nitelendirmektedir (Rassendiskriminierung, 1966). Birleşmiş Milletler’in Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’si (14. madde) ile Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’si (12. madde) de din özgürlüğünün korunmasına dair hükümler içermektedir.

Din Özgürlüğünün Kısıtlanması ve Bazı Tartışmalı Konular

İnsan haklarının genel teorisi özgürlük, hak, hukuksal eşitlik, ayrımcılık yasağı, insan onuru gibi temel kavramlar ile kurulmaktadır. İnsan hakları, insan onurunu esas alan özgürlük ve eşitlik dengesini korumayı amaçlayan bir denkleme sahiptir. Bu bağlamda özgürlük; hukukça yasaklanmamış, yasal ve serbest olandır. Kişi iradesi doğrultusunda eylemde bulunabildiğinde özgürdür. Dolayısıyla bağlı, bağımlı olmadan; engellenmeden ya da zorlanmadan davranabilmek özgürlük için vazgeçilmezdir. Bu doğrultuda bir insan hakkı olan din özgürlüğünün temel içeriğine herhangi bir müdahale yasaktır.

Negatif din özgürlüğü burada temel içeriği oluşturur; birini bir dini topluluğa üye olmaya zorlama yasağı veya din değiştirme yasağı bu nedenle mutlaktır ve kısıtlanamaz. Din özgürlüğü yalnızca temel hakları ve insan haklarını kısıtlama için genel koşullar yerine getirildiğinde kısıtlanabilir. Böyle bir durum da ancak belli bir yasal dayanağa göre gelişebilir. Mesela kamu düzenini, güvenliğini veya ahlakını korumak yahut başkalarının temel insan haklarını korumak gerekçesiyle orantılı bir kısıtlama uygulanabilmektedir. Kimi Avrupa ülkelerinde devlet okullarında dinî sembollerin yasaklanması girişimi, kamusal alanda dinî semboller taşımanın devletin tarafsızlık ilkesi ile çeliştiği gerekçesine dayanmaktadır. Yine orduda rütbeyi istismar ederek misyonerlik yapmanın yasaklanması ya da dinî törenler için kamu arazisinin kullanılmasının yasaklanması da din özgürlüğünün meşru kısıtlanmasına örnek gösterilebilmektedir.

Tıbbî gereklilik olmaksızın erkek çocukların sünnet edilmesi, Avrupa kamuoyunda din özgürlüğü bağlamında tartışma konusu olmuştur. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, çocukların fiziksel bütünlük hakkına ilişkin 2013 tarihli kararında, yalnızca kadın sünnetini değil, aynı zamanda erkek sünnetini de “özel bir endişe” nedeni olarak belirtmiştir.

Avrupa Konseyi, çocukların sünnetinin özellikle vasıfsız kişiler tarafından ve steril olmayan bir ortamda yapılması durumunda, giderek artan bir şekilde çocuk haklarının ihlali olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir. Tartışmayı, Köln Bölge Mahkemesinin 2012’de karara bağladığı bir dava tetiklemiştir. Mahkeme, erkek çocukların dinî nedenlerle sünnet edilmesinin suç olduğuna karar vermiştir (LG Köln, 2012). Bu karar Almanya’nın ötesinde de önemli bir kargaşaya ve her şeyden önce yasal belirsizliğe neden olmuştur. Sonuç olarak Almanya, çıkarılan bir yasa ile sünnetin hangi şartlarda yapılabileceğini düzenlemiştir (BGBl. I 2012).

Din özgürlüğünün kısıtlanması bağlamında tartışılan konular arasında cinsel eğitimden muafiyet konusu da yer almıştır. Basel’den bir anne, ilkokul ikinci sınıfa geçtiği sırada çocuğunu cinsel eğitim derslerinden muaf tutmak için başvuruda bulunmuş; ancak başvurusu okul yönetimi tarafından reddedilmiştir. Velinin hükümet konseyine, Basel-Stadt kantonunun temyiz mahkemesine ve federal mahkemeye yaptığı şikayetler sonuçsuz kalmıştır. Sonuçta Federal Yüksek Mahkeme 15 Kasım 2014 tarihli kararında, kişinin kendi değerleriyle çelişen zorunlu eğitim çerçevesinde ders alma zorunluluğunun inanç ve vicdan özgürlüğüne tecavüz teşkil edebileceğine hükmetmiştir. Hukuki prosedürlerle en sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) intikal eden dava, 18 Ocak 2018 tarihinde karar bağlanmış, ilkokulun alt sınıflarında cinsel eğitimden muafiyet talebinin reddedilmesine karşı yapılan itiraz dayanaksız bulunarak reddedilmiştir (AİHM,2018).

Din özgürlüğünün kısıtlanması bağlamında gündemde olan bir diğer tartışma konusu ise kamu okullarında çalışan kadın öğretmenlerin başörtüsü örtmelerinin devletin tarafsızlığı ilkesi gerekçesiyle yasaklanmak istenmesidir. Bu konuda yaşanan ihtilaflar başka bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da yargıya taşınmıştır. Federal Anayasa Mahkemesi, öğretmenlerin dinî gerekçelerle vücudun örtülmesiyle ilgili dini düzenlemeleri uygulayabileceği şeklinde bir karar vermiştir (BVerfG, 2015). Böylece Müslüman bir öğretmenin başörtüsü kullanması anayasal din özgürlüğü kapsamında değerlendirilmiştir.

Diğer taraftan Almanya’da kadın öğretmenlerin başörtüsü takmasına yönelik tartışmalar devam etmektedir. Erfurt’ta bulunan Federal İş Mahkemesinde görülen bir temyiz davasında başörtüsü taktığı gerekçesiyle çalışmasına izin verilmeyen öğretmenin dinî inancı nedeniyle ayrımcılığa uğradığına karar verilmiştir (BAG, 27.08.2020). Bu kararla Berlin eyaletinde 2005’te yürürlüğe giren Tarafsızlık Yasası’nda (Neutralitätsgesetz) yer alan genel başörtüsü yasağının anayasaya aykırı olduğu bir kez daha tescillenmiştir.

Din özgürlüğü bağlamında unutulmaması gereken temel nokta birçok insan için dinler veya dünya görüşlerinin hayatın merkezî bir unsuru olduğu gerçeğidir. Dünyada her on kişiden sekizi bir dini topluluğa mensuptur. Ayrıca din kimliğin de aslî unsurudur. Bu özelliği ile bireylerin ve grupların dünya görüşlerini ve yaşam tarzlarını şekillendirir. Bu doğrultuda din insanları uluslar, bölgeler ve kültürler ötesinde birbirine bağlar. Dolayısıyla din özgürlüğünün olmadığı bir dünya, daha çok çatışma ve karmaşa anlamına gelmektedir.

Kaynaklar
AİHM (2018). “Verweigerung der Dispensation vom Sexualkundeunterricht verstösst nicht gegen die EMRK”, http://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-192285, Erişim: 15.09.2021.
Arslan, A. (2013). Felsefeye Giriş. Ankara: Adres Yayınları.
BAG, (2020).  “Entscheidung zum Kopftuchverbot nach dem Berliner Neutralitätsgesetz” https://juris.bundesarbeitsgericht.de/cgibin/rechtsprechung/document.py?Gericht=bag&Art=pm&Datum=2021&nr=24849&linked=urt, Erişim: 15.09.2021.
BGBl. I (2012). “Gesetz über den Umfang der Personensorge bei einer Beschneidung des männlichen Kindes”, https://dejure.org/BGBl/2012/BGBl._I_S._2749, Erişim: 15.09.2021.       
BVerfG (2015). Beschluss des Ersten Senats vom 27. Januar 2015, 1 BvR 471/10 -, Rn. 1-31. https://www.bundesverfassungsgericht.de/SharedDocs/Entscheidungen/DE/2015/01/rs20150127_1bvr047110.html, Erişim: 15.09. 2021.
Kälin, W., & Künzli, J. (2019). Universeller Menschenrechtsschutz. Basel: Helbing Lichtenhahn/Nomos.
LG Köln, (2012). “Eine religiös motivierte Beschneidung…”,https://openjur.de/u/433915.html, Erişim: 15.09.2021.
Pollmann, A., & Lohmann, G. (Eds.). (2012). Menschenrechte: ein interdisziplinäres Handbuch. Wiesbaden: Springer-Verlag.
Rassendiskriminierung (1966). “Internationales Übereinkommen zur Beseitigung jeder Form von Rassendiskriminierung vom 7. März 1966” https://www.institut-fuer-menschenrechte.de/fileadmin/Redaktion/PDF/DB_Menschenrechtsschutz/ICERD/ICERD_Konvention.pdf, Erişim, 16.09.2021.

Ahmet Aslan

Bir dönem Almanya’da ikamet etmiş olan Ahmet Aslan, Din Sosyolojisi alanında doktorasını tamamlamış olup gençlik, değerler ve göç sosyolojisi alanlarında araştırmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler