Direnişin Sivil Dili: Gazze’ye Küresel Yürüyüş
Farklı ülkeden çok sayıda aktivistin organize ettiği Gazze'ye Küresel Yürüyüş eylemi, Mısır'da güvenlik güçlerinin yoğun engellemeleri, gözaltı ve sınır dışı girişimleri sonucu sona erdi. Yürüyüş Gazze topraklarına ulaşamamış olsa da dünya kamuoyunun vicdanına dokunmayı başardı. Aktivistler Gazze’ye varamadı ama dünyanın dört bir yanındaki vicdanlara çoktan ulaştılar.

2025 yılı, Gazze’ye yönelik saldırıların derinleştiği, sivillerin kitlesel olarak yerinden edildiği ve uluslararası hukukun ağır şekilde ihlal edildiği bir dönemi beraberinde getirdi. Bu koşullar altında, dünya kamuoyunda yükselen tepki yalnızca diplomatik açıklamalarla sınırlı kalmadı ve sahaya taşınan sivil inisiyatiflerle somutlaştı. Bu bağlamda öne çıkan en dikkat çekici girişimlerden biri, “Global March to Gaza” (Gazze’ye Küresel Yürüyüş) oldu. Yürüyüş, yalnızca fiziksel bir güzergâhı takip eden bir eylem değil; aynı zamanda uluslararası vicdanın, insani değerlerin ve sivil itirazın görünürlük kazandığı bir alan olarak değerlendiriliyordu.
Küresel Yürüyüşün Doğası: Apolitik mi, Politik mi?
Global March to Gaza, biçimsel olarak herhangi bir devlet yapısına, siyasi partiye ya da ideolojik merkeze bağlı olmadan yürütülse de içerdiği mesaj itibarıyla derin bir politik anlam taşıyor. Filistin’in İşgaline Karşı Uluslararası Koalisyon (Global Coalition Against Occupation of Palestine) isimli kuruluş öncülüğünde 80’i aşkın ülkeden sivil toplum temsilcileri, insan hakları savunucuları, parlamenterler ve kanaat önderlerinin katıldığı yürüyüş, özellikle Mısır’ın Rafah sınır kapısına ulaşmayı hedefledi. Katılımcılar arasında Güney Afrika’dan Mandla Mandela’nın, Avrupa Parlamentosu üyelerinin ve Müslüman, Hristiyan, Yahudi dayanışma platformlarının yer alması; girişimin çok kültürlü ve evrensel karakterini ortaya koyuyordu.
Her ne kadar organizatörler tarafından “apolitik” bir eylem olarak sunulsa da yürüyüşün taşıdığı sembolik anlam, onu kaçınılmaz biçimde politik bir zemine yerleştirdi. Zira burada söz konusu olan, yalnızca Gazze halkına yönelik bir dayanışma değil, aynı zamanda uluslararası sistemin sessizliğine karşı yükselen kolektif bir eleştiriydi.
9 Haziran 2025’te Tunus’un başkenti Tunus’tan 1.000 ila 1.500 kişilik “Soumoud” (Steadfast/Direnme) konvoyu da yola çıktı. Araçlar, minibüsler ve otobüslerle Refah sınırına doğru ilerleyen bu konvoy, Libya üzerinden Mısır’a ulaşmayı ve oradan Gazze sınırına yönelmeyi amaçlıyordu.
Aynı zamanda dünyanın farklı ülkelerinden yüzlerce aktivist, Kahire Havalimanı üzerinden Gazze’ye ulaşmak için Mısır’a gelmişti. Yürüyüş kapsamında planlanan güzergâh, Kahire’den başlayarak İsmailiye ve El‑Ariş üzerinden Süveyş’in kuzeyinden Sina Yarımadası’na uzanıyor ve oradan Mısır’ın Gazze ile tek kara bağlantısı olan Rafah sınır kapısına varılması hedefleniyordu. Katılımcılar, El‑Ariş kentinden itibaren yaklaşık 72 saat sürecek barışçıl bir protesto kampı kurmayı ve bu alanı bir tür vicdani direniş mekânına dönüştürmeyi amaçlamışlardı.
Coğrafya Değil, Vicdan Haritası
Ancak bu yolculuklar, yalnızca fiziksel engellerle değil, aynı zamanda ulus-devletlerin güvenlik merkezli refleksleriyle de sekteye uğradı. Yürüyüş El‑Ariş ile Rafah arasındaki yaklaşık 40–50 km’lik son adımı atamadan durduruldu ve resmî açıklamalara göre, sivil aktivistler El‑Ariş’ten çıktıktan sonra Sina Yarımadası’nda, özellikle İsmailiye güzergâhı boyunca, Mısır güvenlik güçlerinin sivil giysili gruplar (baltağîyya) üzerinden organize ettiği saldırılarla karşılaştı.
Gözaltına alınma süreçleri bir yana, bu grupların protestocuları fiziksel olarak taciz ettiği video kayıtlarına yansıdı. Küresel Yürüyüş’e katılan birçok aktivist bu saldırıları “sivil kıyafetli Mısır polisi” olarak nitelendirip sistematik bir müdahale ile karşılaştıklarını anlatıyordu. Bu tür paramiliter tasarruflar, 2013 Mursi dönemindeki “baltağîyya” uygulamalarına benzerdi. O dönemde Mursi’ye destek veren ve bazen Mısır hükûmeti tarafından desteklenen sivil gruplar, polisle iş birliği içinde muhaliflere karşı kullanılmıştı. Gazze’ye Küresel Yürüyüş yönelik müdahale de bu yapılardan türevlenen bir refleksin varlığını akla getirdi.
Konvoy ise önce Tunus’tan Libya’ya geçti; Zaviye, Trablus, Misrata ve Bingazi şehirlerinden geçerek Sirte civarına ulaştı. Burada Doğu Libya’daki silahlı gruplar ve Hafter’e bağlı milisler tarafından ülke sınırlarını ihlal ettiği gerekçesiyle zorla durduruldu ve geçişleri kesin olarak engellendi. Bu esnada Gazze’ye Küresel Yürüyüş’e yönelik en sert müdahaleler Mısır’da yaşanıyordu. Onlarca aktivist gözaltına alındı, pasaportlarına el konuldu ve yüzlercesi sınır dışı edildi. İrlanda Milletvekili Paul Murphy’nin yanı sıra Türk bir parlamenterin de gözaltına alınması bu durumun diplomatik boyutlarını da görünür kıldı.
Bu müdahalenin zamanlaması, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz’in açıklamalarıyla eşzamanlı gerçekleşti. Katz, Mısır’a seslenerek “cihadist protestocuların Mısır–İsrail sınırına gelmesine engel olunması” çağrısında bulundu ve yürüyüşe katılanların “İsrail’in güvenliğini tehdit ettiğini” ve bölgesel istikrarsızlığa neden olabileceğini savunarak, bölge ülkelerine bu konvoya izin verilmemesi yönünde çağrıda bulundu.
Mısır’ın bu çağrının ardından harekete geçmesi, Kahire-Tel Aviv hattında süregelen “güvenlik iş birliğini” bir kez daha görünür kıldı. Özellikle Sina Yarımadası’ndaki güvenlik kaygıları ve Hamas’a karşı izlenen sert tutum düşünüldüğünde, Mısır yönetiminin sivil ve barışçıl nitelikteki bu yürüyüşü bile tehdit olarak algılaması, bölgedeki otoriter devlet reflekslerinin uluslararası dayanışma ağlarına olan tahammülsüzlüğünü ortaya koyuyor. Böylece Katz’in söylemi, yalnızca diplomatik bir mesaj değil, aynı zamanda yerel güvenlik rejimlerinin meşruiyet kazanmasına hizmet eden bir dış baskı aracı olarak da işlev görüyor.
Diplomasi ve Direniş Arasında Yeni Bir Kolektif Eylem Biçimi
Yürüyüşün en çarpıcı yönlerinden biri, geleneksel diplomatik kanalların dışında, halk temelli bir uluslararası eylem pratiği olarak kurgulanması. Bu anlamda eylem, Hannah Arendt’in “görünürlük alanı” (space of appearance) kavramsallaştırmasına atıfla okunabilir: İnsanların kolektif olarak görünür hâle geldikleri, ortak bir amaç uğruna kamusal alanda belirdikleri bir mekânsal-politik tahayyül.
Yürüyüş aynı zamanda Judith Butler’ın “yas tutma politikası” (politics of mourning) çerçevesinde de değerlendirilebilir. Zira bu kolektif hareket, yalnızca abluka altındaki insanların yaşam hakkına değil, aynı zamanda onların yası tutulamayan ölümlerine dair bir farkındalık yaratma çabasıdır. Bu yönüyle eylem, neoliberal insaniyetçilikten farklı olarak gerçek bir adalet talebiyle şekillenmiştir.
Gazze’ye Küresel Yürüyüş, yeni medyanın ve dijital aktivizmin rolünü de gözler önüne sermektedir. Sosyal medya üzerinden yürütülen kampanyalar, eş zamanlı protestolar ve dijital dayanışma ağları, eylemin görünürlüğünü küresel ölçekte artırmıştır. Yürüyüş, yalnızca fiziksel olarak Gazze sınırına ulaşmayı değil, dünya kamuoyunun dikkatini bölgedeki insanlık dramına çekmeyi başarmıştır.
Bununla birlikte, özellikle Mısır ve Libya’nın engellemeleri, Orta Doğu’daki otoriter rejimlerin sivil inisiyatiflere yönelik tahammülsüzlüğünü bir kez daha ortaya koymuştur. Sivil toplumun hareket kabiliyeti, ulus-devlet güvenlik politikaları ile sınırlanmakta; insani talepler siyasi tehdit olarak okunmaktadır.
Gazze’ye Küresel Yürüyüş, her ne kadar Gazze topraklarına ulaşamamış olsa da dünya kamuoyunun vicdanına dokunmayı başaran bir eylem olarak tarihe geçmiştir. Bu yönüyle yürüyüş, bir başarı ya da başarısızlık meselesinden çok, küresel adaletin ne ölçüde sınırlandırılabildiğini gösteren sembolik bir anlatıya dönüşmüştür. Sonuç itibarıyla bu girişim, sadece Filistin halkının değil; adalet, eşitlik ve özgürlük talebini evrensel değerler çerçevesinde dile getiren tüm bireylerin yürüyüşüdür. Gazze’ye varılamamış olabilir; fakat bu yürüyüş, dünyanın dört bir yanındaki vicdanlara çoktan ulaşmıştır.