67 Nükleer Patlama: ABD’nin Silah Testlerinin Etkileri Hâlâ Sürüyor
Hiroşima’ya atılan atom bombası, 20 yıl boyunca her gün yeniden patlatılsaydı, dünya nasıl bir yer olurdu? Bu, varsayımsal bir soru değil. ABD, 1946 ile 1958 yılları arasında Marshall Adaları’nı bir nükleer test sahasına dönüştürdü ve burada tam 67 nükleer bomba patlattı. Bu patlamaların etkisi yalnızca bölge halkını değil, okyanusları, toprağı ve tüm ekosistemleri kalıcı biçimde zehirledi.

Marshall Adaları, Pasifik Okyanusu’nun ortasında, mercan kayalıklarından oluşmuş doğal güzelliğe sahip bir yer. Mikronezya bölgesinde, Hawaii ile Avustralya arasında, batı Pasifik’te yer alan bu adalar, iki paralel atol (mercan adası) zincirinden oluşuyor.
İsmini 1788 yılında adayı keşfeden Britanyalı kaptan John Marshall’dan alan ada bölgesi, tarih boyunca çeşitli zorluklara sahne oldu. Halk arasında “Tanrı’nın Hediyeleri” olarak anılan adalar, 1592’de İspanyol İmparatorluğu tarafından sahiplenildi ve 1885 yılında kısmen Almanya’ya satılarak Alman Yeni Ginesi tarafından yönetildi. Adalar daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nda Japonya tarafından işgal edildi. 1944 yılında İkinci Dünya Savaşı sürerken ise ABD’nin eline geçti.
Marshall Adaları’nda 1946 ile 1958 yılları arasında süren korkunç nükleer patlamalar da böylece başlamış oldu.
Tarihin En Büyük Hidrojen Bombası
ABD 12 yıl boyunca özellikle Bikini ve Enewetak atollerinde 67 adet nükleer test gerçekleştirdi. Bikini Atolü, ABD’nin ilk barış zamanı nükleer test merkeziydi. “Operation Crossroads” adı altında Bikini Atolü’nde iki tane nükleer bomba patlatıldı. 1954’te tarihin en büyük hidrojen bombası testlerinden biri olan “Castle Bravo” yine burada “test edildi”. Enewetak Atolü ise 1948 ila 1958 yılları arasında farklı çaplarda 43 nükleer patlamaya sahne oldu.
Ada halkı testler için zorunlu olarak tahliye edilmişti. “Able” isimli atom bombası 1 Temmuz 1946 tarihinde 78 gemiden oluşan ve denek hayvanlarıyla doldurulmuş bir filonun üzerine atıldı. Gemilerden 5’i batıp 14 tanesi harap olurken hayvanların üçte biri basınç dalgası yüzünden telef olmuştu. Bahriye askerleri ışınlara maruz kalarak kalan gemileri temizlemeye çalışmıştı fakat başarılı olamayacaklarını anlayınca gemilerin birçoğu Pasifik Okyanusu’na batırıldı.
“Marshall Adaları Testler İçin Uygun Değildi”
Amerika Birleşik Devletleri’nin Marshall Adaları’ndaki nükleer silah testlerini sona erdirmesinin üzerinden neredeyse yetmiş yıl geçmişken, yeni bir araştırma, nükleer patlamaların ABD hükûmetinin bugüne dek kamuoyuna açıkladığından çok daha büyük olduğunu ortaya koyuyor. Almanya Greenpeace’in talebi üzerine Enerji ve Çevre Araştırmaları Enstitüsü (IEER) tarafından hazırlanan yeni bir rapora göre güneydeki atoller de dâhil olmak üzere tüm Marshall Adaları’ndaki tüm atoller ABD’nin testleri neticesinde radyoaktif serpintiye maruz kaldı.
“Marshall Adaları’ndaki ABD Nükleer Testlerinin Mirası” başlıklı araştırma, 1945’ten günümüze kadar ABD hükûmetinin ordu ve enerji arşivlerinden resmî belgeleri, bilimsel analizleri ve tıbbi kaynakları kapsamlı bir şekilde inceliyor. Raporla ilgili açıklama yapan IEER Başkanı ve raporun yazarı Arjun Makhijani olayın boyutunu şöyle anlatıyor: “Marshall Adaları’ndaki nükleer mirasın rahatsız edici birçok yönünden biri de ABD’nin yalnızca üç testten sonra, 1948 yılında, Marshall Adaları’nın ‘atom denemeleri için uygun bir yer’ olmadığını, çünkü meteorolojik kriterleri karşılamadığını kabul etmiş olmasıdır. Yine de testler devam etti.”
ABD’nin Marshall Adaları’nda yaptığı testlerde ateşlenen nükleer silahlar 108 Megatonluk bir patlayıcı güce sahipti. Bu Hiroşima’da atılan bir bombanın 20 yıl boyunca her gün atılmasına eşdeğerdi. Patlamalar iki adanın imha edilmesine, yakında bulunan diğer adaların ise yaşanmaz hâle gelmesine sebep oldu.
Nükleer Bombaların Sağlık Üzerindeki Geri Dönüşü Olmayan Etkileri
Greenpeace tarafından hazırlanan bir rapor, nükleer testlerin etkisinin ABD’nin kamuoyuna bildirdiğinden çok daha büyük olduğunu gösteriyor. Nükleer serpinti sırasında insanların yaşadığı 24 atolden yalnızca kuzeydeki 3 atolde kanser taraması yapılsa da aslında atollerden her biri radyoaktif kirliliğe maruz kalmıştı. Testlerin yapıldığı ve daha az ışına maruz kalan atollerde bile oldukça yüksek ışın maruziyeti tespit edildi.
Nükleer silah testlerinin Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombalarının atılmasından bir yıl sonra yapılması nükleer silahların geliştirilmesi amacını taşıdığını gösteriyordu. Mağdurların ABD yetkilileri tarafından muayene edilmesine rağmen tedavi edilmemesi Greenpeace’e göre ada halkının bilgisi ve onayı dışında deney tahtası olarak kullanılması şüphesini de beraberinde getirdi.
1985 Yılında Gerçekleşen Tahliyeler
Rongelap adlı atolde uzun yıllar boyunca yaşanan rahatsızlıklar, tümörler, düşükler ve doğumsal anomalilerden sonra 1985 yılında Greenpeace’in “Rainbow Warrior” adlı gemisiyle ada halkı tahliye edildi. Adanın yalnızca 160 kilometre batısında bulunan Bikini atolünde 1954 yılında Hiroşima’da atılan bombadan 1.300 kat daha güçlü olan Bravo adlı bomba ateşlenmişti. Bu maruziyetten hemen sonra ada halkında ışınlardan kaynaklı akut rahatsızlıklar baş göstermişti.
Bazı adaların sakinleri deneyden iki üç gün sonra tahliye edildi. Daha sonra ada sakinlerinde yapılan muayenelerde birçok kanser hastalığı tespit edildi. Nükleer testler ada halkını hem sağlığından hem de yaşadıkları topraklardan etmişti. Defalarca adadan adaya taşınan insanlar tarıma elverişsiz yerlerde açlığa terk edildi.
Nükleer ışınların etkisi yalnızca bölge halkıyla da sınırlı kalmadı. Sri Lanka ve Meksika gibi yerlerde nükleer testlerin sebep olduğu ışınlardan kaynaklı “sıcak noktalar” tespit edildi. Bütün küreye yayılan radyoaktif serpintilerin dünya çapında yaklaşık 100.000 kanser ölümüne sebep olduğu tahmin ediliyor.
ABD’nin insanlık sınırını aşan nükleer testlerinden biyolojik çeşitlilik de büyük hasar aldı. Patlamaların etkisiyle büyük kraterler oluştu, araziler çoraklaştı. Bitkiler ve hayvanlar telef oldu. Ayrıca bölgede bulunan mercan resifleri yok oldu. Su kaynakları ve toprak ise ağır şekilde kirlendi.
Testler Bittikten Sonra Ne Yapıldı?
Radyoaktif kalıntıların, toprağın ve külün üzerini kapatmak için 1977 ile 1980 yılları arasında ABD tarafından Enewetak atolünün Runit adasında beton bir kubbe inşa edildi. Çapı yaklaşık 114 metre ve kalınlığı 46 cm olan bu nükleer atık mezarı 358 beton panelden oluşuyordu. ABD bu mezara Plütonyum-239 gibi son derece tehlikeli ve uzun ömürlü izotoplar içeren radyoaktif atıkları taşıdı. Bu radyoaktif çöplerin hacmi yaklaşık 85.000 m3 civarındaydı. Bu, 34 tane olimpik havuzun alacağı kadar bir radyoaktif çöp anlamına geliyordu.
Bugün ise üzerinde oluşan çatlaklara rağmen bu nükleer mezarın bakımının yapılmaması bölge halkında endişeye yol açıyor. Ayrıca halk arasında adada infilak etmemiş bir bombanın gömülü olduğu söylentisi de mevcut.
Mercan kayalıkları üzerine inşa edilen Runit kubbesi için başka bir tehlike ise, deniz seviyesinin yükselmesine sebep olan küresel ısınma. Alttan herhangi bir yalıtımı bulunmayan kubbenin deniz seviyesinin yükselmesiyle su altında kalmasından endişe ediliyor. Böyle bir ihtimalde radyoaktif atıkların Pasifik Okyanusu’na karışması ve büyük bir küresel tehlikenin oluşması gündemde.
Nükleer Test Yasağı Anlaşması Hâlâ Onay Bekliyor
ABD, 1992 yılında nükleer test programını sona erdirdi. Ada halkına tazminat ödemek için 1986 yılında bir vakıf kuruldu ancak Marshall Adaları’nda yaşayan mağdurların yüzde 40’ı çoktan ölmüştü. Mağdurların gördüğü geri dönüşü olmayan zararları tazmin etmek için ayırılan bütçe ise yetersizdi. Marshall Adaları’nın cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletlere daha kapsamlı bir tazminat programı, temizleme projeleri ve sağlık taramaları taleplerini içeren bir önerge sunsa da bu teklif karşılık bulamadı.
Nükleer silahların yıkıcı etkilerine maruz kalanlara Japonca “Hibakuşa” ismi veriliyor. Bugün de “hibakuşa”lardan hayatta kalanların hukuk mücadelesi devam ediyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Eylül 1996 tarihinde Kapsamlı Nükleer Test Yasağı Antlaşması’nı kabul etti. Bu anlaşmanın amacı yer altı, yer üstü, atmosfer ve deniz fark etmeksizin her türlü nükleer patlamayı tamamen yasaklamaktı. Ancak içlerinde ABD’nin de bulunduğu bazı ülkelerin bu anlaşmayı imzalamaması veya imzalayıp henüz onaylamamış olması anlaşmanın yürürlükte olmamasına sebep oldu.
Marshall Adaları, insana, tüm canlılara ve kâinata karşı işlenen büyük bir suçun sahnelendiği yerdi. Bu utancın yükünü taşıması gerekenler ise hâlâ geçmişten ders almış değil.