Fransa’da Laiklik Yeni Kurumsal Irkçılığın Truva Atı Mı?
Öğrenci sendikası başkanı Maryam Pougetoux’un başörtüsü Fransa’da haftalarca tartışıldı. Bu tartışma, aynı zamanda ırkçılık ve ayrımcılığın da göstergesi. Peki Fransa’da ırkçı ayrımcılığın kökleri nereye uzanıyor? Bir özet.
Son zamanlarda ırkçılık ve İslam’ın Fransız toplumundaki yeri gibi konularda Fransa’da tartışmalara yol açan olaylardan özellikle ikisi sembolik nitelikte. İlki, 19 yaşındaki Maryam Pougetoux ile ilgili. Paris-IV-Sorbonne Üniversitesi’nde Edebiyat bölümünü okuyan Maryam, aralık ayından bu yana Sorbonne Üniversitesi Öğrenci Sendikası (UNEF) Öğrenci Birliği Başkanı. Maryam ayrıca başörtülü. İçişleri Bakanı Gerard Collomb, Maryam’in başörtüsü takarak “kendisinin Fransız toplumundan farklı olduğunu göstermeye” çalıştığını söyledi. Kadın-Erkek Eşitliği Bakanı Marlene Schiappa da başörtülü öğrencinin sendika başkanı yapılmasının siyasi İslam’ın bir işareti olduğunu düşünüyor. İnternette pek çok kişi Maryam’a saldırmış, hatta Maryam’in telefon numarasını yaymış durumda.
Fransa’da ırka ve dine dayalı ayrımcılığın şiddetini ortaya koyan bir diğer olay ise, Paris’te lüks bir cadde olan Montaigne caddesinde yer alan L’Avenue adlı şık restoranda yaşandı. Arapça bir isme sahip müşteriler, başörtülü kadınlar ve “çirkin” insanlara restoranın zemin katında masa verilmediği iddia ediliyor. İnsan Hakları Savunma Organizasyonu konuyla ilgili soruşturma başlattı. Fransa’da 2011 yılında kurulan İnsan Hakları Savunma Organizasyonu, devletten bağımsız bir kurum ve misyonu Anayasa’da şu şekilde belirtiliyor: Hakları gözetilmeyen insanları savunmak ve tüm halkın haklarının eşit şekilde gözetilmesini sağlamak.
Sorumluluğu Irkçılık Mağdurlarının Sırtına Yüklemek
Fransa’da ırkçılığın kurumsal seviyeden daha ziyade birey bazında yaygın olduğunu söylemek mümkün. Kanunlar tüm ayrımcılık türlerini yasakladığı için, ayrımcılık suç kabul ediliyor. Ülke tarihi göz önünde bulundurulduğunda, Fransa’nın onlarca yıl önce ırkçı bir devlet olduğu düşünülebilirdi. Günümüzde, yasalara göre vatandaşlık statüleri haricinde bireyler arasında herhangi bir farklılık yok. Fransa’da özellikle nüfusu ırklara göre ayırmak için resmî bir kriter bulunmuyor. Ancak, polis dosyalarında aranan kişiler bazı sınıflamalara tabi tutuluyor: Beyaz (Kafkas), Akdenizli, Roman, Orta Doğulu, Kuzey Afrikalı, Asyalı, Avrasyalı, Kızılderili, Hint, karışık ırk, siyahi, Polinezyalı, Melanezyalı.
1990’lara kadar, Kuzey Afrikalılar Fransa’daki ırkçılığın ana hedefiydi. 1971 ila 1991 yılları arasında işlenen ırkçı saldırılar nedeniyle iki yüzden fazla Kuzey Afrikalı yaşamını yitirdi ve yüzlercesi yaralandı. Yine ırkçı saldırılar nedeniyle 1973’te 52 (çoğunluğu Cezayirli olan) Kuzey Afrikalı öldürüldü ya da yaralandı. Bütün bunların birkaç muhtemel açıklaması var: Cezayir’in kaybedilmesi Fransa’da hâlâ ulusal narsistik bir yara olarak hissediliyor. Ayrıca ülkeyi vuran ekonomik kriz ve işsizlik bu Arap karşıtı ırkçılığın körükleyicilerinden biri.
Mart 2018’de Ulusal İnsan Hakları Danışma Komisyonu’nun yıllık raporu, Fransız halkının önceki yıllardan daha hoşgörülü olduğunu ortaya koydu: Halkın yüzde 59’u kendisini “hiçbir şekilde ırkçı değil” olarak tanımlıyordu. Bu 90’lı yılların başından bugüne erişilen en yüksek oran. “Oldukça” ya da “biraz” ırkçı olduklarını söyleyenler ise ırkçı eğilimlerini kültürel farklılıklarla meşrulaştırıyorlar. Onlara göre azınlıklar, “değerlerimize saygı duymuyorlar.” Bu grup ayrıca “etnik farklılıklar”, “uyruk”, “din”, “yaşam tarzı” ya da “gelenekler” gibi terimlere başvuruyor. Raporun da ortaya koyduğu gibi bu, “sorumluluğu ırkçılık mağdurlarının sırtına yüklemenin” başka bir yolu.
Ocak ayının sonunda Fransa İçişleri Bakanlığı 2017’de ırkçı, Yahudi ve Müslüman karşıtı eylemlerde yüzde 16’lık bir düşüş kaydetti. Ne var ki, aynı istatistikte özellikle Yahudilere yönelik şiddet eylemlerinde artış olduğu görülüyor.
Katı Fransız Kimliği Kurgusundan En Çok Etkilenenler Müslümanlar
Ekim 2017’de “DIAMANT Projesi” (Fr. “Discriminations Inter Âge et selon d’autres Motifs : Analyse à partir d’une Noria de Testings”) adlı bir çalışma, ayrımcılığın dört kriterini araştırdı: Yaş, cinsiyet, köken ve ikamet yeri. Irkçılıkla mücadele eden bir organizasyon olan SOS Racisme Başkanı Dominique Sopo’ya göre, araştırma “ön yargıların” sonuçlarını gösteriyor ve konu üzerinde daha fazla çalışılması gerektiğini ortaya koyuyor. Araştırmaya göre Afrika kökenli bir Fransız, Fransa kökenli bir Fransız’a kıyasla iş ya da konut bulmada daha fazla zorlanıyor. Boş zaman aktivitelerine ve konaklamaya erişim açısından (ankette yer alan tabirle) 22 yaşındaki Fransa kökenli bir kimse (yüzde 56.8), Afrika kökenli kimseye (yüzde 49.3), kıyasla daha fazla olumlu yanıt alıyor.
Romanlar, diğer azınlıklar arasında en olumsuz algının hedefinde olan topluluk; anket katılımcılarının yüzde 66’sı, Romanların “ayrı bir grup oluşturduklarını” düşünüyor. Nicolas Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde Fransa’da Roman karşıtı ırkçı söylem ve olaylar katlanarak artmıştı. Dönemin İçişleri Bakanı Manuel Valls, Roman topluluklarının asimilasyona direnen karakterinden söz etmişti. Seçilmiş bir yetkili olan Cholet Belediye Başkanı Gilles Bourdouleix ise Romanlarla ilgili, “Hitler az bile öldürmüş” demişti.
Bu katı ve geçirgen olmayan kimlik kurgusundan en fazla etkilenenler ise Fransa Müslümanları. Fransa halkının yüzde 32’sinin İslam’a yönelik algısı olumlu olsa da toplumun çoğunluğu, başörtüsü gibi belirli dinî pratiklerin Fransız toplumuyla bağdaştırılmasının zor olduğunu düşünüyor.
Fransa’da Irkçı Ayrımcılıkla Mücadele
Geçtiğimiz mart ayında Edouard Philippe hükümeti ırkçılık ve Yahudi düşmanlığı “belasıyla” mücadele için “geniş” ve “kararlı” bir plan vaadinde bulundu. Irkçılık ve Antisemitizm karşıtı bu ikinci plan 2018-2020 yıllarını kapsıyor. Plan aynı zamanda Ocak 2015 saldırılarının ardından gelen Antisemitik ve Müslüman karşıtı eylem dalgası bağlamında başlatılan ilk planın takipçisi. Bu yeni planla birlikte Birleşik Krallık’ta olduğu gibi, saldırganın saldırı eyleminin arkasındaki ırkçı ya da Antisemitik saikleri tanımlaması üzerinde çalışılacak.
Fransa’daki ırkçı ayrımcılıkla mücadele, SOS Racisme, MRAP (Irkçılıkla Mücadele Derneği), LICRA (Uluslararası Irkçılıkla ve Antisemitizmle Mücadele Ligi) gibi genel ve evrenselci organizasyonlar tarafından uzun zamandır destekleniyor. Bu organizasyonlar, ırkçılığa ahlakçı yaklaşımları nedeniyle kimi zaman eleştirilere maruz kalıyor. Bu yaklaşım, Fransız toplumunun yapısal ırkçılığını dikkate almayan bir yaklaşım olmakla birlikte, verilen mücadeleyi bireysel tutum, bireylerin eğitimsizliği ya da cahilliğine indirgiyor.
İslamofobi İle Mücadele Derneği (CCIF)
Fransa’da ırkçı ayrımcılıkla mücadelede zamanla daha spesifik amaçları olan dernekler de ortaya çıktı; bu derneklerin verdikleri mücadeleler daha belirgin alanlara yönelmiş durumda. Fransa’da İslamofobi ile Mücadele Derneği (CCIF) bunlardan biri. 2003’ten bu yana kendini İslamofobi ile mücadeleye adayan dernek, İslamofobiyi şöyle tanımlıyor: “İslam’a mensup olan ya da öyle algılanan kurum veya bireylere uygulanan her tür ayrımcı ve şiddet eylemi.” CCIF’e göre 9 Aralık 1905 tarihli Kilise’yle devleti ayıran Laiklik Yasası, kendisine ve ruhuna aykırı şekilde suiistimal ediliyor. Başörtülü kızların okuldan atılması için kampanyalar düzenleyen aynı grupların tekeline girdiği ve bu grupların, genelde dinî görünürlüğü, özelde ise Müslüman görünürlüğünü kamusal alanda azaltmak için sürekli bir şekilde Laiklik Yasası’nın arkasına saklandıkları bildiriliyor.
“Romanların Sesi” adlı yeni bir dernek de, CCIF kadar görünür ve yaygın olmasa da Romanların hukuki olarak temsil edilmesi görevini üstlenmiş durumda. Romanların Sesi Derneği, “Romanların yaşam biçimleri bizimkinden tamamıyla farklı; bu nedenle yerel halkla sorun yaşıyorlar” ve “Bunlar Romanya ya da Bulgaristan’a geri dönecekler” diyen Manuel Valls’ın bu sözlerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımıştı.
Laiklik Yeni Kurumsal Irkçılığın Truva Atı Mı?
2001 yılı ve Amerika Birleşik Devletleri’nde “teröre karşı açılan savaştan” bu yana, ırkçılık sorunu aslında bir yanıyla “İslam sorunu” hâline getirildi. Ancak pek çok analiste göre Fransa’daki İslamofobi yalnızca kılık değiştirmiş Kuzey Afrikalı karşıtı ırkçılık. İslam Bilimci Olivier Roy’un deyimiyle, “bir din olarak İslam eleştirisi, İslam dininin mensupları arasındaki farklı ırkları yok saymak suretiyle göçmen karşıtı söylemlere zemin hazırlamaktadır.” Yani göçmenleri ya da Arap/Berberileri eleştirirken her ikisi de aynı popülasyondan olduğu için toptan “Müslümanlar”a atıfta bulunulmaktadır.
15 Mart 2004 tarihli “Görünür Dinî Simgeler Yasası”, İslami başörtüsünün okullarda takılmasını yasaklıyor. Yasağın öngördüğü yaptırım ise okuldan kalıcı bir şekilde uzaklaştırılmak. Aydın ve düşünür Pierre Tévanian’a göre, bu yasa “sekülerizmde muhafazakar bir devrim” yarattı. Söz konusu yasanın ideolojik, siyasi ve toplumsal alanda neden olduğu sonuçlar ise şöyleydi: 2010’daki peçe yasağı, örtülü annelere okul gezilerine katılma yasağı, “O Ses” programını terk etmek zorunda kalan başörtülü genç şarkıcının adıyla anılan Mennel Olayı… Yasayla ülkedeki başörtüsü ve İslam karşıtlığının yayılması hız kazandı.
Eşitlikçi Laiklikten Kimlik Laikliğine Geçiş
Pierre Tévanian’a göre peçe yasağı ile İslam’ın Fransız değerleriyle uyumlu olup olmadığı hususundaki tartışmalar tehlikeli akımları doğurdu. Tévanian bu nedenle, söz konusu yasanın seküler laiklik kavramını dinî laiklik kavramına dönüştürdüğünü düşünüyor. Diğer bir deyişle, özgürlükçü laiklikten güvenlik laikliğine geçiş; demokratik mantıktan totaliter mantığa geçiş. Ve son olarak eşitlikçi laiklikten kimlik laikliğine geçiş…
2004 tarihli bu yasa, yalnızca İslam’ın kamuoyuna yansıması etrafında birçok tartışmaya kapı aralamıştı: Kantinlerde helal yemeklere, kadınlara sözde kapalı olan banliyö kafelerine kadar bir dizi olay gündeme gelmişti. Nisan ayının sonunda Fransa’da “İslamcı radikalleşme”nin bir sonucu olduğuna inanılan “yeni Antisemitizm”e karşı 250 kişi bir bildiri imzalamıştı. Manifestoda “basının suskunluğu” ile belirli semtlerdeki “sessiz etnik temizlik” kınanmış; Kur’an’daki bazı ayetlerin “iptal edilmesi” talep edilmişti.
Tarihçi ve sosyolog Emmanuel Todd, Ocak 2015 Charlie Hebdo saldırısının ardından yayımladığı kitabında Fransa’nın bu takıntısını kaleme almıştır. Charlie Kim? (Fr. “Qui est Charlie”) adlı kitabında yazar, Müslümanların ya da İslam’ın değil, Fransız toplumunun hastalığını dışa vurduğu tezini ileri sürer. Todd, “İslam, artık inançsızlarıyla ne yapacağını bilmeyen, eşitliğe mi eşitsizliğe mi inandıkları belli olmayan bir toplumun günah keçisi hâline gelmiştir. Bu kafa karışıklığından laiklik ve tek sesliliği emreden neo-cumhuriyetçi bir söylem doğmuştur.” der ve sözlerine devam eder: “İyi bir Fransız olarak kabul görmek isteyen Müslüman, bu nedenle kendi dinine dil uzatılmasının iyi bir şey olduğunu kabullenmek zorunda. Bu da aslında, o kişiden artık Müslümanlıktan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor.” Todd, sözlerini karamsar bir öngörüyle tamamlıyor: “Fransa İslam ile ihtilaf yoluna devam ettiği takdirde, ülke olarak küçülmeye ve çatırdamaya hazırlıklı olmalıdır. Genç nüfus arasındaki ‘Müslüman’ Fransızlar halkın yüzde 10’unu oluşturuyor. Durmadan İslam’ı eleştirenler de aslında Antisemitizm’in yeniden doğuşu olarak adlandırabileceğimiz bir süreci tetikliyorlar.”
[…] CCIF’nin Ocak 2019 ile Ocak 2021 arasında icra direktörlüğünü yürüten Jawad Bachare, duruşmada Danıştay üyesi yargıçlardan oluşan kamu raportörlerinin görüşlerini dinlediklerini, hükümetin kapatma kararında CCIF’ye yöneltilen “terör, teröre teşvik” gibi suçlamaların raportörün dosyasında bulunmadığını belirtti. Bachare, CCIF’nin İslamofobiyi, nedenlerini ve sonuçlarını eleştirdiği için halen “ifade özgürlüğünü aşmakla” suçlandığını, buna şiddetle karşı çıktıklarını vurgulayarak, Danıştayın kapatmaya itiraza ilişkin kararını 3 ila 5 haftada vereceğini söyledi. […]