Avrupa’da Ezan: Bir Çatışma Kaynağı Mı, Yoksa Dinî Çoğulculuğun Göstergesi Mi?
Avrupa’da ezan tartışması, yalnızca “ezan” etrafında yaşanan bir tartışma değil. Bu tartışmada ezanın fonksiyonu, Müslümanların kitlesel tepkileri göğüsleyebilme yeteneği ve kamusal alan gibi konular da yeniden ele alınıyor.
Ezan: Batı Avrupa başta olmak üzere Müslümanların azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde genelde tartışmaları da beraberinde getiren “sesli” bir sembol. Müslümanlar açısından bir yanda ezanın ne olduğu, bir dinî sembol mü, gelenek mi, ibadet mi olduğu gibi sorular var. Diğer yanda bugün ezanın fonksiyonunu hâlâ sürdürüp sürdürmediği, örneğin akıllı telefonlarda namaz vakitlerinde yapılan bildirimlerin aynı “namaza çağrı” işlevini üstlenip üstlenmeyeceği, farklı çağrı metotlarının (namaz vakitlerinde ışık yakılması gibi) doğup doğmayacağı gibi sorular da var. Bir yanda gayrimüslim çoğunluğun olduğu ülkelerde ezanın okunmayışı Müslümanların İslami gelenekten kopması olarak yorumlanıyor; diğer yanda ise “hoparlörle ezan”ın kendisi gelenekten kopuş olarak görülüp; çevreye, hayvanlara, komşulara duyarlı bir ezan da savunuluyor.
Tüm bunlara, yani Müslümanların İslami perspektiften hareketle ezana dair sürdürdüğü tartışmaya ek olarak; bir de ezanın kamusal alanda yer almasıyla birlikte doğan tartışmalar var. Müslümanların azınlık olduğu ülkelerde İslami sembollerin yeni “çatışma alanları” oluşturduğu bilinen bir gerçek. Başörtüsü, İslami okullar, okul ve hastanelerde mescitler, Müslüman mezarlıkları, helal kesim, sünnet ve daha birçok konu, son senelerde sıkça tartışılan konular arasında. Bu semboller, binalar, alanlar kamuoyunda görünür oldukça, oluşan çatışma alanlarındaki gerilim de o kadar kuvvetleniyor.
Ezan, Batı Avrupa’da İslam’ın görünür ve algılanabilir olmasını sağlayan sembollerden yalnızca biri; hatta belki en dikkat çekeni. Bir yanıyla ezan, endüstri alanlarında kurulmuş ya da fabrikadan mescide dönüştürülmüş camilerden şehir merkezindeki minareli camilere kadar genel bir “cami” ve “minare” tartışmasına eklemleniyor. Avrupa’da “şehir resminin bir parçası ol(a)mayan camiler”e dair tartışma henüz tamamlanmamışken, “yabancı” olarak görülen bu “yapı”lardan yabancı bir dilde taşan kelimeler, yerel halkta bilinmezlik ve neticesinde ret doğurabiliyor. Aynı zamanda ezan, “Başkalarının dinî içeriklerinin kamusal alana, oradan da diğer din mensuplarına ulaşmasıyla doğan karşılaşma nasıl yönetilmeli?” şeklindeki, dinî çoğulculuğun en temel sorularından bir tanesini de ortaya çıkartıyor.
Batı Avrupa’da Ezana Genel Bakış
Almanya’da Zeit gazetesinin araştırmalarına göre 2.750 cami, 45.000 Katolik ve Protestan kilisesi var. Kiliselerin çoğunda çan varken, ülkedeki ezanların yaklaşık 30 tanesinde hoparlörlerden okunan ezanla namaza çağrılıyor. Ağırlıklı olarak Kuzey Ren-Vestfalya’daki şehirlerdeki camilerde ezan okunması mümkün: Düren, Düsseldorf, Essen, Hürth, Herzogenrath, Stolberg, Würselen, Eschweiler, Siegen, Bochum, Bergkamen, Hamm, Dortmund ve Halle gibi şehirlerin yanında, Schleswig-Holstein eyaletinde üç şehirde (Rendsburg, Neumünster ve Schleswig), Aşağı Saksonya’da da Oldenburg’ta ezan okunduğu biliniyor. Ülkede her gün üç vakit ezan okuyan camiler olduğu gibi, her gün yalnızca öğle ezanını ya da yalnızca cuma günleri öğle ezanını okuyan camiler de var. Ezan, yerel mercilerin idari yetkisi altında, federal olarak da “Çevre Koruma Kanunu” kapsamında ele alınıyor. Camilerin sanayi bölgesinde bulunup bulunmadığı, komşuların tepkisi, mahkeme süreci, ezanın desibeli gibi faktörlere bağlı olarak şehirlere göre farklı uygulamalar söz konusu. Almanya’da ilk ezanın tarihi ise 1984 yılına, Düren Fatih Camisi’ne uzanıyor.
Hollanda’da ezan 1980 yılından beri okunuyor. Ülkede ezan, hem Hollanda Anayasası, hem de Kamusal Bildiri Yasası kapsamında ele alınıyor. 1987 yılında ezanı kilise çanıyla eşit sayan bir yasal düzenleme onaylanmıştı. Ülkede ulusal bazda ezanı vakit ya da ses yüksekliği olarak kısıtlayan düzenlemeler olmasa da, yerel otoriteler daha kısıtlayıcı olabiliyor. Örneğin Amsterdam’da ezan sadece cuma günleri okunuyor.
Belçika’da da durum çok farklı değil. Ülkede 300’e yakın caminin çok azında ezan okunabiliyor. Genk’te 25 yıldır günde 3 vakit ezan okuyan 4 cami var. Visé’de ise 1981 yılından beri her gün 3 vakit ezan okuyan Mimar Sinan Camisi “istisna”ları oluşturuyor. Belçika’da ezan yasal ses sınırı olan 55 desibeli geçmemek zorunda.
Fransa’da ezan tabu. 3.000 cami içinde 80 minareli cami olmasına rağmen bunlar arasında ezan okuyan tek bir cami bile yok. En son Nantes’te bu yönde yapılan bir başvuru belediye tarafından ret ile karşılandı.
Birleşik Krallık’ta ezan, ancak yoğun Müslüman nüfusa sahip muhitlerde, diğer durumlarda ise ancak yerel halkın izni durumunda okunabiliyor. Örneğin Doğu Londra’da günde iki kez ezan okuyan bir cami, bunu ancak bölgedeki Anglikan Kilisesi’nin desteğiyle gerçekleştirebilmiş. Norveç’te 60 desibele kadar ve haftada yalnızca bir kere ezan okunmasına izin veriliyor.
Bu sayıların da ortaya koyduğu gibi Batı Avrupa’da birçok ülkede minarelerin sayısı, ezan okunan camilerin sayısından daha fazla. Hatta birçok cami, “içinde ezan okumamak kaydıyla” minare yapımına izin alabiliyor. Bu durumda minarelerin, camilerde daha ziyade “dekoratif” bir unsur olarak kullanıldığı görülüyor. Bu da, Prof. Dr. Nilüfer Göle’nin “suskun minareler” olarak tanımladığı tabloyu oluşturuyor.
Batı Avrupa’da ezan düzenlemelerini ve bunun etrafındaki sorunları daha iyi anlayabilmek adına Almanya’yı mercek altına almakta fayda var:
Almanya’da Ezan Düzenlemeleri
Almanya’da minare tartışmalarından sonra en çok hukuki tartışmanın gerçekleştiği alanlardan bir tanesi de minareden kamuya açık bir şekilde, yüksek sesle okunan ezan. Almancada “Muezzinruf”, yani Türkçe doğrudan karşılığıyla “müezzin çağrısı” olarak kullanılan ezan, aslında Alman Anayasası’nın din, vicdan ve inanç özgürlüğünü garanti altına alan 4. maddesi kapsamında yer alıyor (Art. 4 Abs. 1 ve 2).
Diğer birçok Batı Avrupa ülkesi gibi Almanya’da da ezan okunması yasak değil, fakat belli kısıtlamalarla karşı karşıya. Burada tartışma, daha çok ezanın hangi durumlarda ve ne ölçüde yasaklanabileceği etrafında şekilleniyor.
Anayasa’nın 4. maddesi kapsamındaki din özgürlüğü yalnızca üçüncü kişilerin temel hakları ya da Anayasa tarafından öncelikli görülen toplumsal ilgiler, din özgürlüğünden daha öncelikli görüldüğü durumlarda kısıtlanabiliyor. Tam da bundan hareketle, ezanın engellenebilmesi, yani Müslümanların ezan okuma/din özgürlüğünün kısıtlanması önünde birkaç faktör var. Bunlar: Komşuların mülkiyet hakkı (Anayasa’nın 14. maddesi ile koruma altında), komşuların beden bütünlüğü (Anayasa’nın 2. maddesi ile koruma altında), konut dokunulmazlığı (Anayasa’nın 13. maddesi ile koruma altında) ve negatif din özgürlüğü (Anayasa’nın 4. maddesi ile koruma altında). Bu faktörler içerisinde mülkiyet hakkı ve konut dokunulmazlığı, ezan açısından çok da sıkça ileri sürülmüyor. Öte yandan “beden bütünlüğü” de, ancak eğer bir camide ezan durmadan okunursa ya da gece vakitlerinde okunursa tehlikeye atılmış olacağı için, ezan okunması karşısında bir argüman olarak görülmüyor. Ezan konusunda Almanya’da en sık öne sürülen argümanlardan birisi “negatif din özgürlüğü”. Pozitif din özgürlüğü, kişinin inancını yaşamasını garanti altına alırken, negatif din özgürlüğü de, herhangi bir dinî inanca sahip olmamayı, dinî ritüelleri yerine getirmemeyi ya da bunlara katılmak zorunda olmamayı garanti altına alıyor. Ezan açısından dile getirilen negatif din özgürlüğü de bu durumda, ezanla dile getirilen “İslami içeriğe” maruz kalmama hakkı olarak yorumlanabiliyor.
Anayasal Din Hukuku Profesörü Stefan Muckel’a göre ezan bağlamında negatif din özgürlüğünü gerekçe olarak göstermek mümkün değil. Yani bir kişi, sırf başka bir dinin içeriklerini duyuyor ya da ona maruz kalıyor diye “negatif din özgürlüğü” zedelenmiş sayılmıyor. Bu anlamda Gelsenkirchen İdare Mahkemesi’nin 2018 yılının şubat ayında verdiği karara bakmakta fayda var:
Gelsenkirchen’de Açıktan Ezan Okuma Ruhsatının İptali ve Negatif Din Özgürlüğü
Almanya’nın Oer-Erkenschwick şehrinde 2014’ten beri Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı bir caminin dilekçesi üzerine verilen özel ruhsata dayanarak cuma günleri sokaktan duyulabilecek bir biçimde ezan okunmasına müsaade ediliyordu. Şehir idaresinin onayı kapsamında hayata geçirilen uygulama, 2015 yılının Haziran ayında ezan sesinden rahatsızlık duyan bir çiftin durumu mahkemeye intikal ettirmesiyle durdurulmuştu.
Gelsenkirchen İdare Mahkemesi’nin 1 Şubat’ta verdiği kararla birlikte belediye tarafından verilen ezan okuma ruhsatı da kaldırıldı.
Hakimler karara gerekçe olarak belediyenin takdir yetkisini (Alm. “Ermessen”) hatalı kullanmasını gösterdi. Açıktan ezan okunulması için cami yönetimi tarafından belediyeye sunulan dilekçe hakkında müspet veya menfi bir sonuca varmadan önce karara dayanak sağlayacak fiilî şartların yeteri derecede tespit edilmediğini savunan mahkeme, bilhassa ezan sesini duyan kişilerin “din özgürlüğü” olarak tabir edilen ve dinî sembol ve ritüellerden uzak durabilme anlamına gelen hakkın karar aşamasında değerlendirmeye dâhil edilmediğini söyledi.
Öte yandan mahkeme söz konusu kararla ezanın sesli okunmasından doğan bir hak ihlali tespitinde bulunmadı. Fakat buna rağmen “negatif din özgürlüğü” vurgusunun pratikte etkileri olacak gibi görünüyor. Nitekim sadece Almanya’da değil, diğer ülkelerde de ezanın içeriğiyle gayrimüslimlerin negatif din özgürlüğünün zedelendiği iddiaları dile getiriliyor.
Kamuoyunun Ezana Yönelik Tepkisi
İtalyan sosyolog Stefano Allievi’ye göre “cami”nin ve minare ile ezanın Avrupa’da bu kadar etkili bir tartışma konusu olmasının nedeni, burada sadece kültürel bir semboliğin değil, aynı zamanda “ülke toprağının kontrolü”nün de gündeme gelmesi. Ezan da bu durumda, aşırı sağcıların sıkça ileri sürdüğü gibi bir “İslamlaşma” sinyali olarak görülüyor ve çoğunluk toplumu nezdinde genelde olumsuz bir refleksle karşılaşıyor.
Müslümanlar açısından ise ezanın “namaza çağrı” dışındaki kimliksel yönü ağır basıyor. Nitekim ezan, okunduğu muhitte Müslümanların varlığını işitsel olarak ortaya koyuyor. Ezan, okunduğu yerde yalnızca Müslüman nüfusa değil, onların dinlerinin canlı/yaşayan bir şey olduğuna da işaret ediyor. Şöyle demek de mümkün: Bir Avrupa ülkesinde ezan sesi duyulması demek, orada Müslümanların yaşadığının anlaşılması demek. Ezan, o çevrede yaşayan Müslümanlar açısından da günlük hayatın, o muhitte ezanla yapılandırılabilmesine, vaktin ezanla duyurulmasına, yaşanan yerde İslam’ın kabul gördüğüne, Müslümanların o muhitin bir parçası olduğuna dair türlü türlü mesajlara sahip.
Bütün bunlar ışığında Avrupa’daki camilerde ezanın okunabilmesi, bir “ön çalışma”yı ve iletişim zeminini gerekli kılıyor. Ezan okumak isteyen bir cami, komşularını ya da çevredeki dinî cemaatleri bilgilendirme toplantıları düzenlemek, ikna çalışmaları yapmak ve uzlaşı bulmak zorunda. Minareye bir hoparlör bağlayıp ezana girişmek, sonrasında daha büyük tartışmalara yol açıp, camiye ve Müslümanlara yönelik ön yargı ve nefreti daha da arttırabileceği gibi, özellikle küçük şehirlerde büyük gerilimlere neden oluyor. Müslümanlar açısından bu tarz bir girişim çok etik de sayılmaz. Zira ufak bir mahallede ezan okunmadan önce çevrede yaşayan komşuların, ezanın hangi sıklıkla, hangi ses yüksekliğinde, hangi gün okunacağını bilmeye hakları var.
Avrupa’daki Müslümanların Ezana Yaklaşımı Temkinli
Batı Avrupa’ya bakıldığında ezan okunan camilerin, ülkedeki toplam cami sayısının en fazla yüzde 5’ine tekabül ettiği görülüyor. Bu durumda yalnızca çoğunluk toplumunun tepkisi ya da kısıtlayıcı yasal düzenlemeler değil, Müslüman cemaatin konuya yaklaşımı da büyük rol oynuyor.
Müslüman cemaatin ezana temkinli yaklaşması ilk olarak Avrupa’daki camilerin tarihsel gelişimiyle alakalı: Hâlihazırda birçok cami, özellikle misafir işçilerin tabiri caizse “akut” ibadet ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş; bu camilerde cemaat hâlihazırda da hâlâ ezan gibi kısmen “lüks” olarak görülen dinî dışavurumları bir “ihtiyaç” olarak değerlendirmiyor. Diğer yanda birçok ülkede cami cemaati ya da idarecileri, ezanla ilgili düzenlemelerden ya haberdar değil, ya da diğer şehir ve ülkelerdeki gelişmeler neticesinde kendilerinin de aynı zorluk ve protestolarla karşılaşacağına inanıyor; ki bu inanışta çok da haksız sayılmazlar. Diğer yanda ezan, birçok yasal girişim, başvuru, bilgilendirme toplantısı, itirazların yönetilmesi, gerektiğinde mahkeme süreçlerinin göğüslenmesi gibi karmaşık süreçleri beraberinde getirebiliyor. Tüm bunlar camilerdeki gönüllü idarecilerin gözünü korkutabiliyor ve zaten maddi zorluklar, idari meseleler, dinî içerikler, kamusal tartışma gibi yoğun gündemler arasında tüm bunların sırtlanması ek bir külfet olarak görülebiliyor. Son olarak da ezanın dinî açıdan zorunluluk olarak görülmemesi, onu “olsa da olur, olmasa da olur” gibi bir düzlemde değerlendirilmeye mecbur bırakıyor. Özetle “ezan”, hiçbir zaman tek başına “ezan”ı tartışmak anlamına gelmiyor.