Süleymani Suikasti Orta Doğu’da Dengeleri Sarstı
İran’ın güçlü askerî lideri Kasım Süleymani’nin yeni yılda Trump’ın emriyle öldürülmesi, İran’ın bölgesel planlarının kilit isminin resimden çıkarılması anlamına geliyordu; bu aynı zamanda ABD-İran ilişkilerinde bölgeyi derinden etkileyecek bir kırılma noktası niteliğinde.
İran’ın en güçlü generali Tümgeneral Kasım Süleymani ile İran destekli güçlü bir Iraklı paramiliter grup lideri Ebu Mehdi el-Mohandes 3 Ocak’ta ABD tarafından düzenlenen bir insansız hava aracı saldırısında öldürüldü. İran Devrim Muhafız Ordusu’nun (İng. “Iranian Revolutionary Guard Corps”) “elit” Kudüs Gücü’nün lideri General Süleymani, İran’ın Orta Doğu’daki askerî genişlemesinin mimarıydı ve askerî birliğin bölgedeki temsilci güçlerini kontrol ediyordu. Irak, Lübnan, Suriye, Yemen ve ötesindeki bölgesel politikadan sorumlu, İslam Cumhuriyeti’nin en nüfuzlu adamlarından biriydi. Süleymani ayrıca, Ayetullah Hamaney’den sonra ülkenin en güçlü ikinci figürü olarak kabul ediliyordu.
Hedefli Suikast
ABD, General Süleymani’yi 2003 Irak işgalinin ardından yüzlerce Amerikan askerinin ölümünden sorumlu bir “terörist” olarak nitelendiriyordu. Pentagon ayrıca İranlı generali ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin konuşlandığı Irak üslerini hedef alan roket saldırılarının ve aralık ayının sonlarında Amerikalı bir paralı askerin öldürülmesiyle sonuçlanan roket saldırılarındaki artışın mimarı olmakla suçladı. ABD yönetimi, Süleymani suikastini, Amerikan diplomatlarına ve askerî personeline yönelik olası saldırılara karşı önleyici bir eylem olarak nitelendirerek meşrulaştırdı ve “Saldırı, gelecekteki İran saldırı planlarını caydırma amaçlı düzenlendi.” açıklamasını yaptı.
Başkan Trump’ın İran’ın önde gelen komutanının öldürüldüğü hava saldırısı kararı, ABD’nin 2018’deki İran Nükleer Anlaşması’ndan çekildiği, felç edici yaptırımları uyguladığı ve “maksimum baskı” kampanyası altında İran’a ekonomik savaş ilan ettiğinden bu yana Washington ile Tahran arasında zaten yüksek olan gerilimin devam ettiği bir dönemde gerçekleşti. Trump, İran’la ticaret yapmaya devam eden ülkelere de yaptırımlar uygulayarak 2019 mayısında baskıyı artırdı. Mayıs ve haziran aylarında Umman Körfezi’nde 6 petrol tankerinin sabote edilmesi ve ABD’nin bu saldırılardan İran’ı sorumlu tutmasıyla ilişkiler daha da kötüleşti. Temmuz ayında Tahran, nükleer anlaşmadaki bazı taahhütlerinden dönmeye başladı.
Yaşanan olay her ne kadar savaşa yol açmasa da netice itibarıyla her iki ülke arasında devam etmekte olan mevcut çatışmada gerilimin yükselmesi anlamına geliyor. Tek taraflı bir hareketin neden olduğu ve yaygın olarak akılsızca olduğu kabul edilen gereksiz bir eskalasyon. İran defalarca çatışmaya diplomatik alternatiflerin olduğunu ima etmişti.
Misillemeden (Şimdilik) Azalan Gerilime Doğru
Olayın hemen ardından, İranlı liderler Süleymani suikastının intikamını alma sözü verdi. Günler sonra İran, ABD kuvvetlerine ev sahipliği yapan iki Irak üssüne balistik füze ile saldırdı. İran’ın dinî lideri Ali Hamaney bu füzelerin Amerikalıların yüzüne atılan bir “tokat” olduğunu söylese de füze saldırısında ölen Amerikan askeri yok. İran Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC), ABD’nin yanıt vermesi durumunda daha fazla saldırı yapacaklarına dair bir uyarı metni yayımladı. Gözlemciler, İran’ın hem yurt içinde hem de yurtdışında itibarını zedelememek ve yüzünü kurtarmak için böylesi bir misilleme tehdidinde bulunduğunu savunuyor.
Buna karşılık olarak Trump, İran’ın kültürel alanlarını hedef alacakları uyarısını da ekleyerek, İran’ın Amerikan hedeflerine yönelik herhangi bir saldırısına karşılık “büyük bir misilleme” olacağını bildiren bir “kısasa kısas” söylemi kullandı. ABD ordusuna, çıkarlarına ya da müttefiklerine yapılacak herhangi bir misillemenin, Washington tarafından gerilimi daha da artırma gerekçesi olarak görüleceği vurgulandı. CIA eski direktörü emekli Gen. David Petraeus, NPR’a verdiği bir söyleşide, “ABD’nin Süleymani’yi öldürmesinin önemi inkâr edilemez. Bu olay neticesinde gerilim ciddi şekilde arttı, buna şüphe yok.” dedi.
Süleymani’nin öldürülmesine tepki olarak Irak Parlamentosu, ülkedeki ABD üslerinde bulunan binlerce ABD silahlı kuvvet mensubunun sınır dışı edilmesini yapılan bir oylamayla kabul etti. Başkan Trump ise Bağdat’ı, Amerikan güçlerinin zorla gönderilmesi durumunda ülkeye yaptırım uygulamakla tehdit etti. ABD ordusu, Irak’ın DAEŞ’le mücadele operasyonlarına verdiği desteği durduracaklarını açıkladı. Kısa bir süre sonra Trump yönetimi, İran’ın Irak’taki Amerikan üslerine yaptığı füze saldırılarına tepki olarak ABD’nin daha fazla askerî eylemde bulunmayacağını ima etti; bu da gerilimin düşürülmesi için aralanan bir kapı olarak yorumlanabilir. İran Rejimi, kendi açılarından, gerilimi tırmandırmak ya da savaş başlatmak niyetinde olmadıklarını bildirdi.
İran Dışişleri Bakanı Zarif, söz konusu füze saldırısının İran’ın Süleymani suikastına yönelik son yanıtı olduğu mesajını vererek, ABD’ye karşı daha başka bir saldırı düzenlemeyeceklerini ima etti. Fakat gerçekte bu, “son” olmayabilir; zira herhangi bir ABD operasyonu ya da bölgedeki herhangi bir değişiklik, daha fazla misillemeye yol açabilir.
İran’ın bir daha ne zaman, ne şekilde ve nereyi vuracağı belli değil; ancak kendilerinin karar vereceği bir tarihte ve yerde bir misilleme gerçekleştirecekler. Nihai yanıtın daha cezalandırıcı olması ve kendi çıkarlarına daha iyi hizmet etmesi için, İran İslam Cumhuriyeti’nin liderleri sakince bekleyecekler. İran’ın karşılık verebileceği en kolay yer, Devrim Muhafızlarının İran destekli kuvvetler ve siyasi müttefiklerinden oluşan bir ağa sahip olduğu ve böylece ülke politikasında etkili bir konumda bulunduğu Irak olacaktır. Tahran ayrıca, bölgedeki ABD üsleri ve tesislerini hedef alarak kavgayı Irak dışına yaymaya da karar verebilir. ABD güçleri, Suriye’nin yanı sıra İran’ın bölgesel müttefikleri ve vekillerinden oluşan ağlarının bulunduğu Afganistan, Lübnan, Yemen ve Bahreyn’de de hedef hâline gelebilirler. İran, Basra Körfezi’ndeki ABD askerî varlıklarını doğrudan ya da dolaylı olarak hedef alarak saldırılarını genişletebilir ya da Hürmüz Boğazı’ndan küresel pazarlara akan petrolü engelleyebilir.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri veya diğer Körfez müttefiklerine saldırmak İran için savaşı genişletmenin diğer bir yolu olabilir. Bu hedefler nispeten vurulması daha kolay olması ve dünyanın dikkatini çekmek açısından uygun görünüyor; hem ayrıca Körfez ülkelerinin kendi başlarına misillemede bulunma yetenekleri de sınırlı. “Düşman ülke” olarak bilinen İsrail ise vekâleten yapılan bir cevap saldırısında, hedef tahtası olabilir. Hatta Tahran daha da ileri giderek, dünyanın dört bir yanındaki Amerikan büyükelçiliklerine saldırabilir veya ABD ve başka yerlerdeki ajanlarına harekete geçme emri verebilir.
Geniş Yankılar
İran’ın içinde ve dışında pek çok kişi tarafından büyük bir provokasyon olarak görülen Süleymani suikastı, Irak ve bölge siyasetini daha karmaşık hâle getirdi. Northeastern Üniversitesi’nde profesör ve Quincy Institute adlı düşünce kuruluşunda araştırmacı olan Max Abrahms, “Sözde ‘angajman kuralları’ çiğnendi. Bu, bir tür istikrar tedbiri sağlayan caydırıcılık koşulunun yerini giderek artan önleyici saldırıların alacağı anlamına geliyor.” dedi. İran’ın pozisyonunun yaptırımlarla ciddi bir şekilde zayıfladığı, kötüleşen ekonomisi ve halktaki yaygın memnuniyetsizlik göz önüne alındığında İran’dan, ABD ile tam ölçekte bir savaşa yol açabilecek ve rejimin bekasını tehdit edebilecek “kısasa kısas” saldırılardan ziyade, bir dizi asimetrik, vekil güçlere dayalı saldırılar beklenebilir.
İranlı generalin öldürülmesi, Irak’ta konuşlu ABD güçlerinin geleceğinden tutun da DAEŞ’le mücadele ve Tahran’ın nükleerle ilgili isteklerini hafifletme çabalarına kadar, Orta Doğu’da yeni bir belirsizlik yarattı.
ABD’nin öngörülebilir bir gelecekte Orta Doğu’dan çıkması pek olası gözükmese de bölgede etkisi büyük ölçüde azalacak. ABD Başkanı, Orta Doğu meseleleriyle başa çıkamadığını ya da başa çıkmak istemediğini gösteriyor. Trump’ın NATO’ya yaptığı, bölgedeki sorumluluğu üstlenme çağrısının da bu anlamda ABD hegemonyasının bölgede ciddi ölçüde azaldığını gösteren bir hamle olduğu yorumu yapılıyor. Başkan Trump, Irak’ta kontrolü ele geçirebileceğine ve İran’da rejim değişikliği sağlayabileceğine inanıyorsa, ABD’nin bu amaçla başvuracağı eylem ters tepecek ve Amerika’nın duruşunu etkileyecektir. Hâlihazırda ABD güçlerini Irak dışına püskürtme amaçlı hamleler mevcut; Suriye’deki Amerikan birlikleri yalnız bırakılmış görünüyor ve dahi Washington’un genişletilmiş Orta Doğu’daki varlığı tehdit altında. Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından, Lübnan’ın Hizbullah grubunun lideri, ABD üsleri, savaş gemileri ve askerlerinin kendileri için meşru hedefler olduğunu söyleyerek Amerikan ordusunun Orta Doğu’daki varlığını sona erdirmek için ant içti.
Tüm bu gelişmeler, Birleşik Devletler’in, Suriye’deki bölgeleri kaybettikten sonra şimdilerde yeniden toparlanmaya çalışan DAEŞ’e karşı sürdürdüğü savaşı yürütebilmek için bölgede tutunabilme çabaları sırasında yaşanıyor. Görünen o ki terörle mücadele kampanyalarında ABD varlığı ya istenmiyor ya da gerekli görülmüyor. Süleymani hem Irak’ta hem de Suriye’de DAEŞ tehdidine karşı koymakta merkezî bir rol oynadı.
Demokrat Senatör ve başkanlık aday adayı Bernie Sanders Trump’ı hedef alarak şunları söyledi: “Trump’ın tehlikeli tırmanışı bizi Orta Doğu’da bir başka felakete sürüklüyor… Trump, bir türlü bitmek bilmez savaşları bitirme sözü vermişti; ancak bu hamlesi bizi başka bir savaşa götürüyor.” Birleşik Devletler Barış Enstitüsü’nün (İng. “United States Institute of Peace”) Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programları direktörü Elie Abouaoun ocak ayı başlarında yayınlanan bir analizde, ABD’nin bu meşum suikastının etkisinden bahsederken, şunları yazıyordu: “Bu olayın bölge için ciddi güvenlik ve siyasi sonuçları olacak; Lübnan ve Irak’ta hükûmet kurma tartışmalarını kuvvetle etkileyecek ve bu da dikkatleri ülkelerdeki halk protestolarından uzaklaştıracaktır.” Abouaoun’a göre, bu etkinin boyutunu ise, İran’ın tepkisi ile çeşitli uluslararası ve bölge aktörlerince yürütülecek diplomatik aktivitelerin sonuçları belirleyecek.