İngiltereli Müslümanlar Terörle Mücadele Yasalarının Hedefinde
İngiltere’de gerçekleşen son terör saldırıları sonrası dikkatler bir kez daha mevcut terör yasalarına çevrildi. Hükûmet terörle mücadele yasalarının daha da sertleştirileceğini duyururken, kimi çevreler ise yürürlükteki terör yasalarının istismar edilerek Müslümanların hedef alındığını savunuyor.
Londra Köprüsü ve Streatham’daki son terör saldırıları, kamuoyu ve siyasilerin dikkatini, daha önce terörle ilgili suçlardan hüküm giymiş olanlara verilen cezalara, bu kişilere sunulan rehabilitasyon programlarına ve bu kimselerin yeniden suç işleme potansiyeline çekti. Her iki saldırı arasındaki benzerlikler göz önüne alındığında kamuoyunun büyük öfkesine karşılık olarak Birleşik Krallık Hükûmeti yeni bir yasa çıkaracağını söyledi. Bu “acil durum yasası”, hâlihazırda terör suçlarından hüküm giymiş kimselerin cezalarını geriye dönük bir biçimde değiştirmeyi ve birçok yeni terörle mücadele suçunun tanımlanmasını öngörüyor.
Kamuoyu tarafından büyük ölçüde memnuniyetle karşılanan bu tasarıyla ilgili olarak az sayıda kişi ve grup, böyle bir “acil durum yönetmeliğinin” insan hakları ve sivil hürriyetler üzerinde yapabileceği zararlı etkiler hakkında kaygılarını ifade etti. Bağımsız bir insan hakları savunma grubu olan Liberty’ye göre, gerekli denetimler ve denge devreye sokulmadan söz konusu mevzuat aceleyle hayata geçirilirse kaygılar gerçek olacak. Yine bu gruba göre, sıradan halkın haklarına zarar verme potansiyeli taşıyan, kanıtları sunulmamış ve uygun bir şekilde incelemeden geçmemiş bu yönetmeliğin kamu güvenliğini artırma olasılığı da düşük.
Kamuoyunda ve siyasi alanda daha fazla terörle mücadele yasasına duyulan “bu ihtiyaç” tam da Birleşik Krallık’ın mevcut terörle mücadele yasasının, yani 2000 yılına ait Terörle Mücadele Yasası’nın 7. ek maddesi hakkında artan kaygıların tartışıldığı bir zamana denk geldi. Bireyleri limanlarda, havaalanlarında ve uluslararası tren istasyonlarında durdurma, arama ve tutuklama yetkisini sağlayan 7. Maddeye ilişkin olarak eleştirmenler, söz konusu yasanın istismar edildiği gibi, aynı zamanda Müslümanları orantısız biçimde hedef almakta kullanıldığını öne sürüyor.
7. Madde Nedir?
Kuşkusuz İngiltere’deki durdurma ve arama yetkileri onlarca yıldır zaten sorunluydu; zira polis çevirme ve aramalarının gerçek şüpheye değil genellikle sanı ve stereotiplere dayanarak yapıldığı ve bunun gibi birçok ayrımcı uygulamalarla istismar edildiğini gösteren kanıtlar mevcut. 7. Madde’nin uygulanışı da bu açıdan farklı görünmüyor. Zira söz konusu yönetmelik, Birleşik Krallık’taki herhangi bir liman, havalimanı veya uluslararası tren istasyonundaki herhangi bir polisin, göçmen dairesi ya da gümrük memurunun, haklarında terör ya da başka bir suç faaliyetine karıştıklarına dair bir şüphe olmaksızın uygun gördükleri herkesi durdurma, arama ve tutuklamasına imkân tanıyor.
7. Madde’nin yetkileri sadece çevirme ve aramayla da sınırlı değil. Bu madde kapsamında memurlar herhangi bir kimseyi dokuz saate kadar gözaltında tutup, sorgulayabilir, bu süre içerisinde kişiyi soyup arama yapabilir ve yine şahsın kişisel eşyalarının tümünü arayabilirler. Memurlar ayrıca, gözaltındaki bireylerin herhangi bir şahsi eşyasını yedi güne kadar alıkoyabilir; bu eşyalara şifrelerini talep etme haklarının olduğu elektronik cihazlar da dahildir. Yine aynı şekilde tüm elektronik postalar, telefon rehberindeki kişilere ait bilgiler, mesajlar ve belgeler alıkonulup incelenebilir ve tüm bunlar zaten yapılıyor. 7. Madde kapsamında göz altına alınan hiç kimsenin susma hakkı yoktur. Esasında, gözaltında tutulanlar herhangi bir soruya cevap vermeyi reddeder veya bir memurun soruşturmasını engellemeye çalışırlarsa, cezai olarak suçlanabilirler. Suçlu olsun olmasın, gözaltındaki bir kimsenin kamu avukatı tarafından temsil edilme hakkı yoktur ve parmak izi ve DNA numuneleri de dahil olmak üzere biometrik veri sağlamaya zorlanabilir. Dolayısıyla 7. Madde’nin pek çok sorunlu tarafı var.
Yapısal İslamofobi
Eleştirmenlere göre 7. Madde’ye ilişkin resmî verilere ulaşmak zor. Yine aynı eleştirmenler, yönetmeliğin kasıtlı bir şekilde ayrıntılandırılmadığını iddia ediyor. Örneğin, 7. Madde yetkileri Müslümanları orantısız biçimde hedef alırken, hükûmetin resmî kayıtlarındaki verilerde kişiler etnik köken ya da dinî inanca göre ayrılmamış. Dolayısıyla öncelikle Müslümanların hedef alındığını iddia eden hak savunucularının görüşleri sürekli ya spekülatif ya da gerçek dışı oldukları iddiasıyla görmezden geliniyor. Öte yandan hükûmetin 2010’da 7. Madde ile ilgili veri yayımlamaya başlamasından bu yana, 419.472 adet polis çevirmesi yapıldığı biliniyor. Bu da yetkilerin çok geniş şekilde kullanıldığının bizatihi kanıtı.
Resmî verilerin eksikliğine rağmen, 7. Madde karşıtları kendi istatistiklerini oluşturmaya başladılar. Liberty’ye göre tutuklananların Yüzde 45’i Asya kökenli, yüzde 21’i siyahî ve yüzde 8’i beyaz. Bu veriler ışığında, Asya kökenli vatandaşların gözaltına alınma ihtimallerinin, beyaz yurttaşlara nispeten kat kat daha fazla olduğu söylenebilir. Şunu belirtmekte de fayda var: İngiltereli Müslümanlar arasında Asya kökenliler yüzde 70’in biraz altında olduğundan (Pakistanlı, Bangladeşli ve Hintli), gözaltına alınanların büyük çoğunluğunun aslında Müslüman olması muhtemel. Bu bilgi, Cambridge Üniversitesi’nce 2014’te gerçekleştirilen ve 7. Madde uyarınca göz altına alınanların yüzde 88’inin Müslüman olduğunu ortaya koyan araştırma sonuçları ile de destekleniyor.
Aynı zamanda bu veriler, İngiltereli Müslümanların haklarını savunan Cage grubunun 2019’da sunduğu dosyalarla da doğrulandı. 7. Madde kapsamında gözaltına alınan İngiltereli Müslümanların ifadelerine dayanan dosyada yer alan bilgilere göre, insanlar sadece rutin bir şekilde durdurulup dinî inançları ve pratikleri hakkında sorgulanmakla kalmıyor, ayrıca Müslüman kadınlar başörtülerini çıkartmaya zorlanıyorlardı. Cage raporunun sonuç kısmında ise, 7. Madde yetkilerinin geniş kapsamlı kullanımına rağmen, bu durdurup sorgulamaların cezaî hükümle sonuçlanma oranının yalnızca yüzde 0.007’de kaldığı belirtiliyor. Cage Direktörü Adnan Sıddıkî’nin de ifade ettiği gibi, 7. Madde, “yapısal İslamofobinin taciz olarak hissedilen bir tezahürü.”
Sırada Ne Var?
7. Madde’nin geniş kapsamlı kullanımı ve Müslümanlara karşı görünüşte orantısız biçimde uygulanması karşısında, hak savunucuları ve 7. Madde karşıtları Britanya Müslümanları Partiler Üstü Meclis Grubu (İng. “All Party Parliamentary Group (APPG) on British Muslims”) tarafından konuyla ilgili soruşturma açılması için baskı yapmaya başladı. Yasa maddesinin birebir kendisi olmasa da etkileri Partiler Üstü Meclis Grubu’nun görev alanına açıkça uymakla birlikte, APPG üyeleri arasında mevcut iklimde hükûmetle karşı karşıya gelmek istemeyenlerin olduğu görülüyor. İslamofobi’nin işlevsel bir tanımı teklifinin reddedilmesiyle hükûmetle arası zaten açık olan APPG’nin, terörle mücadele yasası konusunda da hükûmete itiraz etmesi, hele bunun toplumun ve siyasetin daha acımasız terörle mücadele önlemleri talep ettiği bir iklimde yapılması geri tepecektir. Dolayısıyla APPG’yi es geçerek 7. Madde’nin iptal edilmesini isteyenlerin mevcut iklimde şansları pek açık görünmüyor.
Yine de, 7. Madde’nin Birleşik Krallık Müslümanlarını ve topluluklarını orantısız şekilde hedef aldığı su götürmez bir gerçek. Zaten hükûmetin terör ve radikalizmle mücadele stratejileri onlarca yıldır tam da bu nedenle geniş çapta eleştiriliyor. Dahası, “acil durum yönetmeliği” ifadesinin can sıkıcılığına Johnson’ın muhafazakar hükûmetinde kıdemli Bakan Michael Gove’un İslamcılardan etkilenmiş terör suçlarının diğer ideolojilerden ilham almış suçlara göre daha sert bir şekilde cezalandırılması gerektiği açıklamaları da eklenince gelecek çok da umut vadetmiyor.
An itibarıyla Birleşik Krallık, bir suçun işlenip işlenmediğine bakılmaksızın İngiltere Müslümanlarını olumsuz etkileyen terörle mücadeleyle ilgili olarak iki kademeli bir ceza yargılaması sistemi inşa etmenin uçurumunda duruyor.