'Dosya: Avrupa'da Türkçe Edebiyat'

Almanya’da Türkçe Edebiyata ve Türkçe Konuşan Edebiyatçılara Tarihsel Bakış

Türk-Alman edebiyatı tarihsel olarak incelendiğinde, birinci kuşakta “Misafir İşçi Edebiyatı”, ikinci kuşakta “Göçmen Edebiyatı” ve son kuşak için “Kültür-aşırı Edebiyat” isimlendirmeleri göze çarpmaktadır.

Fotoğraf: nito/shutterstock.com

1960’lı yılların başında Almanya’ya gerçekleşen göç aynı zamanda Türklerin bu süreç içerisindeki yazınsal üretimine de yansımıştır. Judanis’e göre bir toplumun kimliği ve kültürü en iyi şekilde edebiyatla yansıtılır (Judanis 1998: 68). Edebiyat bir toplumun geçmişiyle bugünü ve geleceği arasında bağ kurar ve yansıtır. Bu yönüyle edebiyat, toplumun kimliğinin aynası olarak hizmet verir. Bir toplumun yaşadığı tüm olaylar edebi eserlere kaydedildiği için bir sosyal kronik olarak ait olduğu ulusun kimlik oluşumuna katkıda bulunur (Goldmann 1975: 4). Bu doğrultuda Almanya’daki Türklerin hayatlarını veya yaşam biçimini anlayabilmek için onların yazınsal üretimine bakmamız gerekmektedir.

Sargut Şölçün, Türk-Alman edebiyatının kuşaklara göre ayrılması gerektiğini vurgulamış ve bütünlük içerisinde değerlendirmenin yanlış olacağını belirtmiştir. Bunun nedeni Almanya’da yaşayan Türklerin yaşam biçimine bağlı eserlerinin içerik ve biçem bakımından zamanla değişmesidir. Başka bir ifadeyle, edebi dönemler sadece edebi eser göz önünde bulundurarak isimlendirilmemiş, aynı zamanda sosyo-politik ve sosyo-kültürel açıdan iki toplumun birbirlerini algılayışları da etkili olmuştur.

Türk-Alman Edebiyatına Tarihsel Bakış

1960’lı yıllarda büyük umutlarla göç ettikleri Almanya’da Türkler büyük sorunlar yaşadı. Bunun sebepleri arasında ağır

çalışma koşullarının yanı sıra farklı iki kültürün bir arada bulunması sonucu Türklerde oluşan “kültür şoku” da vardı. Ayrıca Almancayı iyi bilmemeleri, onların büyük oranda kendi kabuklarına çekilip sadece kendi aralarında kalmalarına neden olmuştu.

İsviçreli yazar Max Frisch’ın “Biz işçi çağırdık, insanlar geldi” sözü bu durumu tüm gerçekliğiyle özetlemektedir. Gelen insanlar, oraya sadece çalışma amacıyla gitmemişler, aynı zamanda kendi kültürlerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Benzer bir biçimde Aras Ören, “Biz bavulumuzda dilimizi getirdik. Küçük hediye olarak kültürümüzü ve sanatımızı da. Bunlarla bu toplumu biraz değiştirmek istiyoruz” derken Max Frisch ile paralel düşündüğünü göstermektedir (Baytekin, 1997, s. 51).

Göç eden bu insanlar, Almanya’da, günlük yaşamda ve işyerinde edindikleri olumsuz tecrübeleri ve buna bağlı olarak oluşan “kültür şokunu” dile getirme ihtiyacı duymuşlar ve Almanya’daki “Misafir İşçi Edebiyatı”nın ilk eserlerini vermişlerdir. Bu dönemde daha çok şiir ve kısa hikâyelerle Almanlara seslerini duyurmaya ve kültürler arası bir iletişim kurmaya çalışan göçmen yazarlar, genelde eserlerinde işyerlerindeki yaşadıkları olumsuzluklar ve memleket özlemlerini dile getirmişlerdir.   

Bunların ilk örneklerinden biri Heidelberg’de çalışan Bekir Yıldız’ın İstanbul’da yayımladığı ve Almanya ile ilgili olumsuz izlenimlerini dile getirdiği “Alman Ekmeği” (1975) kitabıdır. Yazar diğer eserlerinde de Almanya’da geçirdiği sürenin zorluğunu gözler önüne sermektedir. Bir diğer isim ise Fetih Savaşçı’dır. Savaşçı, İş Dönüşü (1972), Çöpçü Türküsü (1975), Almanya Gurbeti (1979), İş Arkadaşları (1980), Makineler Çalışırken (1983) adlı eserlerinde Almanya’da yaşadıklarını aktarmaktadır. Fakir Baykurt, Yarım Ekmek (1997) eserinde yine Almanya’ya göç edenlerin yaşadıklarını anlatmaktadır. 

1969 yılında Almanya’ya göç eden ve Berlin’e yerleşen Aras Ören, burada hem çalışmış hem de oyunculuk yapmıştır. 1973 yılında yayımlanan “Niyazi’nin Nauny Sokağında İşi Ne?” veya 1980 yılında çıkardığı “Berlin Üçlemesi” gibi birçok eser yazan

Ören, bu dönemin en önemli yazarları arasındadır. Bu dönemin yazarlarının ortak noktası eserlerinin gözleme dayalı otobiyografik özellikler taşımasıdır. Bu dönem göç edenler, belli bir süre Almanya’da bulunacakları düşünüldüğünden Alman mercileri tarafından “Misafir İşçi Edebiyatı” (Alm. “Gastarbeiterliteratur”) içerisinde değerlendirilmiştir. Fakat bu tanımlama Yüksel Pazarkaya veya Aras Ören gibi yazarlar tarafından hiçbir zaman kabul görmemiştir (Bosse, 1990, ss. 482-483). 

Almanya’da İkinci Nesil Türk Yazarların Ortaya Çıkışı

Bu durum 1973 yılında Almanya’da yabancı işçi alımının durdurulmasıyla birlikte değişmeye başlar. Bu tarihten itibaren işçilerin Türkiye’de bulunan aile üyeleri Almanya’ya gelebiliyordu. Her ne kadar bu yasayla birlikte Alman yetkililer göç sürecini tersine çevirmeyi istese de bu süreç Almanya’daki yabancı işçilerin yerleşme ve kaynaşma dönemini tetiklemiştir (Reißlandt, 2005). Zira onları ülkelerine bağlayan en önemli unsurlardan biri olan ailelerini yanlarına almışlar ve göç ettikleri ülke olan Almanya’da yaşamaya başlamışlardır. Böylece işçilerden ziyade ilk defa yoğun bir şekilde kadın ve çocuklar Almanya’ya göç etmiştir.

Almanya’da yetişen bu çocuklar Almanya’daki ikinci kuşak yazarları temsil etmektedir. Bu kuşak, birinci kuşaktan farklı olarak en büyük sorun olan “dil sorununu” çözmüş ve kendisini daha iyi ifade edebilmiştir. Ayrıca yasal olarak sahip oldukları hakları da öğrenmiş, memleket özlemini arka plana atmış, daha çok Almanya’da kendi yaşam biçimini kurmaya yönelmiştir. Bununla birlikte birinci kuşakla Alman kültürü arasında bir “köprü” görevi de üstlenmişlerdir. Her iki kültürün temsilcisi olarak görülen ikinci kuşak genelde düz yazı biçiminde eserler vermişlerdir.

Bu dönem içerisinde Aras Ören, Yüksel Pazarkaya, Kemal Kurt, Fakir Baykurt, Emine Sevgi Özdamar, Şinasi Dikmen gibi birinci kuşak özellikleri taşıyan yazarların yanı sıra Almanya’da yetişmiş Zafer Şenocak, Yade Kara ve Hatice Akyün gibi yazarlar görmekteyiz. Daha çok Alman kültürüyle Türk kültürünü sentezleyen bu kuşak, eserlerinde yabancı bir yerde bulunmanın beraberinde getirdiği “kültür şoku” konusunu işlememişlerdir. Daha çok her iki kültürün özelliklerini taşıdıklarından dolayı nereye ait olduklarını sorgulamaya başlamışlardır. 

Akyün, “Acı Soslu Bir Hans” (2005) veya “Tatlı Olarak Ali” (2008) eserinde Almanların Türklere olumsuz bakışlarını ve bunun karşısında kendisinin nereye ait olduğunu ve kim olduğunu sorgulamaktadır. Bu kuşak yazarlar Almanya’da geçici birer “misafir” olmamakla birlikte çoğunun artık “işçi” sınıfından olmaması nedeniyle “Göçmen Edebiyatı” kavramı altında değerlendirilmeye başlamışlardır.

Almanya’da Kültür-Aşırı Edebiyat

Hayatlarını Almanya’da kurmalarıyla birlikte yerleşik hayata geçen Türkler, Almanya’da evlenip ailelerini orada kurmaya başladılar. Onların çocukları artık göçmen değildi; orda doğmuş, oranın kültürüyle büyüyen bir kuşaktı. Daha çok aile içerisinde Türk kültürünü edinen bu kuşak kendisini “göçmen” olarak değil, “yerli” olarak görmeye başlamıştır. Bu durum günümüzde daha da belirgin bir şekilde görülmektedir. 

Bu dönem “Misafir İşçi Edebiyatı” veya “Göçmen Edebiyatı”nın kalıplarının dışına çıkıldığı görülmektedir. Yazarlar kendi
kültürüyle Alman kültürünün sentezinden oluşan bir eser yazmak zorunda hissetmemektedirler. Buna örnek olarak Selim Özdoğan verilebilir. Özdoğan, Im Juli (2000), Mehr (2001), Trinkgeld vom Schicksal (2003), Nirgendwo und Hormone (2004), Zwischen zwei Träumen (2009) gibi eserlerinin hepsini Almanca yazmıştır. Türk kültürünün unsurlarından hemen hemen hiç yararlanmamış, Türkçeye bağlı olan dil oyunlarını kullanmamıştır. Genel olarak eserlerinde göçmen konusu yerine kendine özgü bir bakış açısı ile çevresini tasvir etmektedir. Benzer özellikler Feridun Zaimoğlu’nun Hinterland (2009) isimli eserinde de görülebilir. Masalımsı bir havayla anlatılmış olan eserde, İstanbul ve Ankara şehirleri geçse de bunlar bir seyahat biçiminde verilmiştir. Burada iki kültürün etkisinden ziyade bireyin gözlemleri ön plana çıkmaktadır. Bu dönemin yazarları “göçmen” olmadıklarından dolayı kendilerini de bu sınıflandırma içerisinde görmezler. Bu edebiyat türü de Almanlar tarafından “Kültür-aşırı Edebiyat” olarak adlandırılmaktadır.

Türk–Alman edebiyatı tarihsel bir süreç içerisinde değerlendirildiğinde şunlar gözlemlenmektedir: Kuşakların birbirinden ayrışan belirgin özellikleri vardır. Bu durumda onların yazınsal eserlerini bir alana hapsetmek tutarlı bir yaklaşım olmayacaktır. Kuşaklara ayrıştırarak yazarların konu ve biçim bakımından değişimini gözler önüne sermeye çalışırken, yazarların yukarıda geçen adlandırmaları kabul etmediklerini ve her seferinde aşmaya çalıştıklarını da vurgulamak gerekir.   

Kaynakça

  • Baytekin, B. (1997). Über die Migrantenliteratur. Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi (Sakarya Üniversitesi Matbaası, Seri: A-B), 1, 46-55.
  • Bosse, A. (1990). Aras Ören. In Neues Handbuch der deutschen Gegenwartsliteratur seit 1945, 482-483.
  • Çoraklı, Ş. (2007). 1960’lı Yıllardan Sonra Almanya’da Oluşan Türk – Alman Yazını (Araf’taki Yazın). Sosyal Bilimler Dergisi, 7 (38), 45-52.
  • Pazarkaya, Y. (2007). Konuk işçiden kült yazarlara: Almanyalı Türklerin edebiyatı. http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-671/_nr-7/_p-1/i.html 
  • Reißlandt, C. (15 Mart 2005). Von der “Gastarbeiter”-Anwerbung zum Zuwanderungsgesetz, Die Bundeszentrale für politische Bildung. 
  • Horn/WS_2008-p-13889/Vorlesung7-p-13899.pdf
  • Şölçün, S. (2000). Literatur der türkischen Minderheit. In: Interkulturelle Literatur in Deutschland, Stuttgart: J.B. Metzler, 135-153.
  • Zengin, E. (2010). Türk- Alman Edebiyatına Tarihsel Bir Bakış ve Bu Edebiyata İlişkin Kavramlar. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları. Cilt 12, Sayı 12, 329 – 349

Erkan Zengin

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim görevlisi olan Zengin,
dünya dilleri ve edebiyatları alanında uzmanlaşmıştır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler