Nedim Gürsel ile Fransa’da Türkçe Edebiyat Üzerine: “Anadilime Sadık Kaldım”
Nedim Gürsel uzun yıllardır Fransa’da yaşıyor. Kitapları 20’den fazla dile çevrilen yazar, eserlerinin büyük çoğunluğunu Türkçe olarak kaleme alıyor. Gürsel’le Fransa’da Türkçe yazın deneyimi üzerine konuştuk.
Uzun yıllardır Fransa’da yaşayan bir yazar olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendimi Paris’te yaşayan Türk bir yazar olarak tanımlıyorum.
İstanbul özleminizin eserlerinize de yansıdığını görüyoruz. Göç deneyiminiz yazın dünyanızı şekillendirmede nasıl bir etkiye sahip?
İstanbul özlemim Paris’e yerleştikten sonra oluştu. Bir şairin şöyle bir dizesi geliyor aklıma, “O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.” Yani balıklar suyun içindeyken çevrelerinin bilincinde olmazlar. Onun dışına çıkmaları gerekir. Benim de öyle oldu. İstanbul’un dışına çıktığım için; daha doğrusu İstanbul’u terk etmek zorunda kaldığım için İstanbul giderek kitaplarımda genel bir izleğe dönüştü. 1971 yılında gerçekleşen 12 Mart Muhtırasından sonra Halkın Dostları isimli dergide yayımlanan bir yazım nedeniyle yargılandım. Paris’e bu nedenle geldiğimde 20 yaşındaydım. Yani Paris serüvenim başlangıçta bir seçim değil; bir zorunluktu.
Göç kökenli bazı yazarlar sadece bulundukları ülkelerin dilinde eserler verirken, bazıları sadece anadilde, bir kısmı da iki dilde eserler veriyor. Sizin kurguya dayalı eserlerinizi genelde Türkçe, daha akademik olan yazılarınızı ise Fransızca olarak kaleme aldığınızı görüyoruz. Bu tercihinizin sebebi nedir?
Bu soru benim yazarlık uğraşımın temel sorunsallarından birine değiniyor. Evet, kurmaca alanındaki, yani öykü, roman ve gezi kitaplarımı Türkçe yazıyorum. Fransızcaya ve başka dillere de çevriliyorlar. Ama inceleme ve denemelerimi daha çok Fransızca yazmayı tercih ediyorum. Çünkü Descartes’in dili, çok akılcı ve rasyonel bir dil olan Fransızca, belki Türkçe kadar akıcı ve lirik değil; ama edebiyat üzerine düşünmemi kolaylaştırıyor.
Bir de akademik kariyerimi burada, Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığım için, hem öğrenimimi hem doktoramı, sonra da öğretim üyeliğimi aynı kurumda sürdürdüğüm için hâliyle Fransızca yayın yapma zaruriyeti doğdu. Biraz da bunun etkisi oldu. Fransızca olarak yaklaşık 10-12 kitap yazdım. Bunların çoğu çağdaş Türk edebiyatına ve Türk siyasetine yönelik kitaplar. Geçen yıl Sorbonne Üniversitesi’nden emekli oldum. Ama tabii yola devam. Yazarlığın emekliliği yok.
Yazın yaşamına çok genç yaşta başlayan Nedim Gürsel, 1951 yılında Gaziantep’te dünyaya geldi. 1970 yılında Galatasaray Lisesi’ni, 1974 yılında Paris Sorbonne Üniversitesi Modern Fransız Edebiyatı bölümünü bitiren yazar, aynı üniversitede Karşılaştırmalı Edebiyat alanında doktorasını yaptı.
40 yılı aşkın süredir Fransa’da yaşayan yazar, yazın yaşamının yanı sıra 2019 yılına kadar Sorbonne Üniversitesi’nde Türk edebiyatı dersleri verdi. Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi’nde (CNRS) Türk Edebiyatı üzerine araştırma başkanı olarak çalıştı. Ayrıca gazetecilik ve radyoculuk yaptı. Hazırladığı eserlerle birçok ödül alan Gürsel’in kitapları Fransızca başta olmak üzere 20’den fazla dile çevrildi.
Türk göçmenlerin ve Türkiye kökenlilerin yaptığı edebiyatı adlandırmak için birçok kavram kullanılıyor: Misafir işçi edebiyatı, yabancı edebiyatı, göç edebiyatı, kültürlerarası edebiyat, transkültürel edebiyat, dünya edebiyatı… Sizin bu sınıflandırmalara bakışınız nedir? Sizin eserleriniz bu kategorilerden herhangi birinde konumlanıyor mu?
Bu sıraladığınız tanımlamalar içinde kendimi en yakın hissettiğim tanımlama dünya edebiyatı. Konuk işçi edebiyatı ya da göç edebiyatı gibi tanımlamalar bana çok şey söylemiyor. Edebiyatın evrensel olduğunu düşünüyorum. Hele küreselleşen dünyada artık yerel edebiyatların da çok fazla önemi kalmadı. Dolayısıyla ben kendi uğraşımı dünya edebiyatı bağlamında görüyorum.
Sizce Avrupa’da Türkçe yapılan edebiyat, sadece Türkiye’den gelen kişilerin omuzlarında mı yükseliyor, yoksa ikinci-üçüncü nesil göçmen çocukları da Türkçe edebiyat yapıyor mu?
Berlin’de 2 yıl yaşadığım için Almanya’daki durumla ilgili yüzeysel bir tahmin yapabilirim. Berlin’de her iki dilde de yazan yazarlarla tanışma fırsatım oldu. Bazıları arkadaşım oldu.
Fransa’dan söz etmem gerekirse burada Türkçe edebiyat eğitimi verilmiyor. Sadece üniversitede Fransızca olarak Türk edebiyatı dersleri bulunuyor. Ben de zaten 35 yıl boyunca Sorbonne Üniversitesi’nde bu dersi verdim. Bu dersleri izleyen öğrenciler de tabi Fransızca bilen öğrencilerdi. Ama bu öğrenciler arasında yıllar içinde giderek sayıları artan ikinci kuşak Türkiye kökenli gençler vardı. Onların da seviyeleri bir hayli düşüktü. Edebiyata olan merakları sınırlıydı. Benim verdiğim Türk edebiyatı dersleri zorunlu olduğu için, diploma almak maksadıysa dersi takip etmeleri gerekiyordu.
Onun dışında Paris başta olmak üzere bazı üniversitelerde Filoloji alanında Türkçe bölümleri var.
Sizce Fransa’da Türkçe konuşan birisi olarak edebi eser üretmenin zorlukları neler?
Türkiye’ye sık sık gidip gelmekte birlikte uzun yıllardır Paris’te yaşıyorum. Fakat yapıtlarımı Türkçe veriyorum. Tabi benim kullandığım dil, konuşma dilinden uzak, daha akademik bir dil oluyor. Yani çarşıda-pazarda konuşulan Türkçenin sıcaklığından uzak bir dil.
Öte yandan yaşadığım ortamda konuşulan dil Türkçe değil; Fransızca. Akşam televizyonda haberleri açtığımda dünyada olup bitenleri Fransızca izliyorum. Bakkala gidip alışveriş yaptığımda Fransızca konuşuyorum. Üniversitede derslerimi Fransızca veriyorum. Çeşitli etkinliklere katıldığımda Fransızca konuşuyorum. Bu bana şöyle bir avantaj sağlıyor: Türkçeyi yazınsal bir dil konumunda görebiliyor ve dışardan bakabiliyorum. O bakımdan da daha titizim. Bunda, ilk kitabım “Uzun Sürmüş Bir Yaz”la Türk Dil Kurumu Ödülü almış olmamın da bir rol oynadığını düşünüyorum. O ödülün bana verdiği sorumlulukla birlikte Türkçeden vazgeçmek şöyle dursun, onu en iyi biçimde nasıl kullanabileceğim önemli oldu her daim. Anadilime sadık kaldım.
Sizce Fransa’da yaşayan 3. ve 4. neslin Türkçe edebiyata katkıları olabilir mi?
Bildiğim kadarıyla benim gibi Fransa’ya yerleşmiş ve kitapları Türkiye’de yayımlanan bir yazar yok. Fransa’da 2. ve 3. kuşak arasından Fransızca yazan birkaç yazar çıktı. Hatta onlardan birisine geçen yıl, her sene verilen ve benim de jürisinde olduğum France-Turquie Edebiyat Ödülü’nü verdik. O kuşaktan gelen ve Fransızca yazma durumunda olan Türk kökenli arkadaşların Türkçe edebiyata katkılarından çok Frankofon edebiyata katkıları söz konusu.
Peki Fransa’da Türkiye kökenliler neler okuyor? Burada yaşayan Türkiye kökenlilerin edebiyatla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Edebiyata merakı olanlar çok az aralarında. Onlar da daha çok Fransızcaya çevrilen Türk yazarlarını merakla okuyorlar. İçinde benim kitaplarımın da olmasından mutluluk duyduğum bu yelpaze Yaşar Kemal’den Orhan Pamuk’a kadar uzanıyor.
Bu ilginin az olmasında temel neden nedir?
Ben Fransa’da birçok kitap fuarına gidiyorum. Fransa’da sayıları 600 bini bulan bir Türk toplumu var. Burada yaşayan Türkler, bir Türk yazarın fuara geldiğini öğrendiklerinde Fransa’nın en ücra köşelerindeki fuarlara bile geliyorlar. Eksik olmasınlar. Bana saygılarını, selamlarını iletiyorlar. Ama bugüne kadar birkaçı hariç kitaplarımdan birini dâhi alanına rastlamadım. Onlar gelip yazarla sohbet etmeyi seviyorlar. İş orada kalıyor. Ne okuyorlar diye soruyorsunuz, bence okumuyorlar maalesef. Çok sınırlı sayıda okuyanları olabilir tabi. Onlar da daha çok gençler arasında.
Fransa’da Türkçe ve Fransızca eserler veren, kitapları birçok dile çevrilen bir yazar olarak yazın dünyasına çok değerli katkılarınız var. Eserleriniz Fransız kamuoyu tarafından ilgi görüyor mu?
Ben Paris’te yaşayan ve yapıtları 25 dile çevrilen bir yazarım; Fransızca da bunlardan biri. Dolayısıyla Fransız edebiyatına bir katkım söz konusu değil. Türk edebiyatına katkıda bulunmaya çalışan bir yazar konumundayım. Ama Türkiye üzerine bir fikir edinme eğiliminde olan Fransızlar benim romanlarımı da okuyor. Birçok romanım burada cep kitabı olarak da kitapçılarda bulunabilir. Aşağı yukarı 20 kadar kitabım Fransızcaya çevrildi. Yaklaşık 10 tane de doğrudan Fransızca yazdığım kitap var. Yani 30 küsur kitabım var Fransız dilinde. Ama bunlar Fransız edebiyatına değil çeviri edebiyata katkı olarak düşünülebilir.
Türkiye de pek çok değerimizin farkına varamadık. Sığ düşünce sistemimizle onları üzdük. Başka ülkelerin vitrinini süslediler.. Biz ise klasik yobazlığımız ve cehaletimizle, makbul olmayan bir millete dönüştük. Nedim GÜRSEL gibi pek çok değerimizi, bizim parçamız olarak kabul etmeyen bir gezegende yaşıyoruz. Bu ayıp bize yeter..