Dr. Ömer Alkın’la Göç Deneyimlerini Gün Işığına Çıkaran Bir Yolculuk
Marburg Philipps Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Medya ve Kültür Bilimci Dr. Ömer Alkın ile göçün görsel kültüre yansımaları hakkında konuştuk.
Kısaca kendinizden ve akademik kariyerinizden bahsedebilir misiniz?
Türk bir ailenin ikinci nesil çocuğu olarak Köln’de büyüdüm. Evin en büyük çocuğu olarak oldukça erken bir zamanda pek çok sorumluluk almak zorunda kaldım. Gençlik yıllarımda filmlere duyduğum yoğun ilgiden sonra mesleki olarak da bu yöne eğilmek ve günün birinde kendi hikâyelerimi anlatmak istedim. 17 yaşında iken ilk senaryomu yazdım. Sinema eğitimi almamın önüne birçok engel çıkınca, Düsseldorf’da iletişim ve medya alanında, yolun sonunun nereye varacağını da tam olarak kestiremeden, yüksek öğrenim görmeye başladım.
İletişim araçlarının görsel ve işitsel açıdan karmaşık yapısı beni büyüleyince, öğrenim gördüğüm alanda bir meslek edindim. Oldukça kapsamlı bir doktora tezi yazdım. Tezi yazmaya başlarken bu deneyimin beni hayalî ve geçmiş mekânlara götüreceğini hiç tahmin etmemiştim. Bunlar sadece beni ya da ailemi ilgilendiren mekânlar değil, aynı zamanda göç arka planına sahip insanları da ilgilendiren mekânlardı. Foucault’nun isimlendirdiği şekliyle bu mekânlar heterotopyalardı; yani diğer bir ifadeyle kapalı mekânlar.
Doktora tezinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
“Göçün Görsel Kültürü” (Alm. “Die Visuelle Kultur der Migration”) karmaşık bir kitap oldu. Çalışmamda somut olarak ulusaşırı “misafir işçileri” ve göçü konu edinen filmler üzerinde çalıştım. Türkiye’de ve Alman dil coğrafyasında çekilmiş göç filmlerini temel alarak spesifik bir soruyu, “Göç nedir?” sorusunu ele aldım. Tezim filmleri merkeze koyduğu, fakat aynı zamanda göç hakkında temel sorunlara da eğildiği için iki bölüme ayrılıyor.
İlk bölümde konuyu genel hatlarıyla tartıştım ve bu filmlerin olası tarihî gelişimini açıkladım. Bu çalışmayı farklı kılan, Alman dil coğrafyasından ve Türkiye’den filmleri birlikte değerlendirmeye çalışmış olmamdır. Söz konusu alanda araştırma yapmanın neden zor olduğunu ortaya koyuyor ve göç sinemasında işlenen hikâyelerin daha farklı ya da –tezde de isimlendirdiğim gibi- çok merkezli, yani birçok farklı merkezlerden düşünülebileceğini gösteriyorum.
İkinci bölümde Türkiye’nin popüler kültür sahasına ait muhtelif Yeşilçam filmlerinin analizlerini sunuyorum. Bu filmlerin büyük çoğunluğu 1960’lı ve 1970’li yıllarda ticari amaçlarla üretilmiş ve Türk televizyonlarında hâlâ yayımlanmaya devam eden filmler. Film analizleri aracılığıyla kültürel ve tarihî bağlamları, özellikle de iş sorusunu irdeliyorum: Filmlerden yola çıkarak göç, kapsamlı bir fenomen olarak nasıl anlaşılabilir? Göç görsel kültüre nasıl yansıyor?
Neden bu konuyu seçtiniz? Sizi bu konuda çalışmaya iten belirli bir deneyiminiz var mı?
İlk olarak doktora tezimin Almanya’ya mahsus kör bir noktayı aydınlatması gerekiyordu: göç konusu sadece Almanya’da yeni çekilen filmlerde değil, Türkiye’deki filmlerde de işleniyordu. Bu filmler benim ailemin de her zaman izlediği, ancak Alman kanallarında hiç görmediğimiz filmler. İki ülkenin aynı konuları işleyen filmlerinin ayrı dünyalar gibi kalmasını hep yardırgardım. Bu durumun birlikte yaşamı olumsuz etkilediğine inanırdım.
Doktora tezimle göçmenlerin dikkatlerden kaçan bu sosyal deneyimini gündeme getirmek istedim. Kanaatimce bu filmleri Almanya’ya tanıtacak aracılıkların kurulması şart: Türkiye menşeli bir film Almanya’nın kültürel hafızasına dahil olmalı, çünkü hâlihazırda onun bir parçası. Gelecek nesiller Türkçe öğrenmek ya da birçok İngilizce araştırma yapmak zorunda kalmadan bu filmleri araştırıp, anlayabilmeli. Bu tür oldukça kişisel tecrübelerimden yola çıkarak çok daha temel sorunlara ulaştım. Araştırmak her zaman aynı zamanda keşfetmek demek.
“Müslümanlar Beşeri Bilimlerde Daha Aktif Olmalı”
Doktora tezinizi yazarken olumlu veya olumsuz deneyimler yaşadınız mı? Sizi yazmaya devam etme konusunda motive eden neydi?
Çalışmamla tanışan insanların heyecanı benim için özellikle olumlu bir deneyimdi. Bundan başka araştırma sürecinde, bilimsel pratiğin sadece sessiz ve küçük bir odada araştırmak ve yazmaktan ibaret olmadığının farkına varmak da beni motive etti.
Bilimsel çalışma çok yönlü bir eylem; buna küresel çapta bilgi alışverişi, ilişkiler ağı, kurumsallaşma ve daha pek çok şey de dahil. Bu yüzden araştırma başlı başına önemli bir deneyim, zira sosyal çevrelerde çok farklı etkileri oluyor. Örneğin rol model oluyorsunuz ya da bilime uzak tabakaların bilim ve bilimin yaşam için önemi hakkında bir anlayış sahibi olmalarını sağlıyorsunuz. Öğrencilere sağlanan İbn-i Sina Bursu (Avicenna Burs Programı) özellikle bu tür bir araştırma için ihtiyaç duyulan imtiyazları mümkün kıldı. Böylelikle artık Almanya’daki Müslümanlar için de oldukça spesifik destek olanakları bulunuyor.
Geçen yıllarda edindiğim olumsuz bir deneyim ise, çok az sayıda Müslümanın, göçmenin ve “beyaz olmayan” insanın felsefe, kültür ya da beşeri bilimler okuduğunu görmekti. Sayıları artıyor ama eskiden olduğu gibi hâlâ düşük, en azından bazı alanlarda. Bunun elbette sosyokültürel ve ekonomik nedenleri var. Bu alanlardan mezun olan öğrencilerin ekonomik durumu oldukça belirsiz, zira öğrenimleri belirli bir mesleğe yönelik net bir uzmanlaşma sağlamıyor. Dolayısıyla öğrenim sonrasında uzun yıllar boyu harici mesleki deneyim edinmeleri gerektiğini hesaba katarak okuyorlar bu bölümleri. Sosyal açıdan zayıf ailelerden gelen genç insanları ise bu durum hâliyle korkutuyor. Şu anda Almanya’da beşeri bilimler okuyanların daha fazla desteklenmesi gerekiyor. Çünkü kültür bilimleri birçok disipline etki eden disiplinler ötesi bir alan. Müslümanların bu alanlarda daha çok aktif olması ve sadece bilindik bölümlere yönelmemeleri gerekiyor. Elbette ki daha çok Müslüman böyle bir öğrenim dalını seçtiği ya da seçebildiği takdirde, kültür bilimleri alanındaki konular da değişime uğrayacaktır.
Doktora tezinizin Almanya’daki Müslümanlara ne ölçüde faydalı olacağını düşünüyorsunuz?
Almanya’daki Müslüman toplum eskiden olduğu gibi bugün de geniş ve kesintisiz göç hareketlerinden oluşuyor ve çok yönlü kültürel bağlamlarda yaşamaya devam ediyor. Doktora tezim, göçün daha iyi anlaşılmasına imkan sunduğu için, İslam hakkında yapılan araştırmalar göçün teorileştirilmesinin sonuçlarından faydalanabilirler.
Almanya’da İslam hakkındaki filmleri inceleyecek olan yeni araştırmalar doktora tezime dayanılarak yapılacak. Bunların sayıları geçen yıllarda çok fazla arttı ve bu araştırmalar sayesinde toplumsal süreçler daha anlaşılır hâle geldi. Bu filmler toplumda İslam hakkında hangi kültürel fantezilerin tedavülde olduğunu gösterdi. Bu fantezilerin Batı kültürünün üstünlüğü iddiası ve ırkçılık gibi oldukça düşündürücü eğilimlerle de bağlantılı olduğu ortaya çıktı.
Sanat ve estetik alanlarındaki temsil sorunları ile kültür tarihi sorunları Almanya’daki Müslüman toplum için giderek daha önem kazanıyor. Dünyamızın değer yargıları görüntülere bağlı. Bunu söylerken sadece günlük iletişim araçlarına (haber dili) dikkat etmemiz gerektiğini değil, aynı zamanda sanata ve popüler kültüre de eğilmemiz gerektiğini söylüyorum: tezim bunu savunuyor ve gelecekteki çalışmalarım da bu konu etrafında olacak.