""Siyasal İslam""

Terör Saldırısının Ardından Avusturya’nın “Siyasal İslamla” Mücadelesi

Avusturya’nın başkenti Viyana’daki terör saldırısının ardından yeni siyasi ve hukuki adımlar planlanıyor. “Siyasal İslam” tartışması, atılacak adımlarda belirleyici olacak gibi görünüyor.

Fotoğraf: Christian Bruna/EPA - Anadolu Ajansı / Değişiklikler: Perspektif

Her terör saldırısının ardından ilk başta olağanüstü bir durum yaşanır. Beklenmedik, tahmin edilemeyen, akıl almaz bir olay gerçekleşmiştir. Ulusal ve uluslararası düzeyde devlet, siyaset, medya ve toplum şoktadır. Saldırıya ilişkin lanetlemeler, kınamalar, hayatını kaybedenlere yönelik taziyeler, yaralılar için geçmiş olsun temennileri ve saldırıya maruz kalmış ülkeye destek mesajları yayınlanır. Terörle mücadelede kamu gücünün tüm imkânlarının seferber edileceği duyurulur. Bu ilk öfke anının sonrasında günler ilerledikçe bir yandan terörle mücadeleye yönelik adımlar atılır, diğer yandan da kamuoyunda yavaş yavaş aklı selim düşünceler belirgin olmaya başlar, saldırının sebepleri ve arka planı sorgulanır.

Viyana’da 2 Kasım 2020 gecesinde gerçekleşen sarsıcı terör saldırısını yeniden hatırlayalım: Terörist elindeki kalaşnikofla şehrin göbeğinde sokak sokak dolaşarak etrafa ateş açtı. Bir sokakta karşılaştığı insanı nasıl vurduğu, biraz ilerledikten sonra geri gelerek yerde yatan kişiye tekrar nasıl ateş açtığı bir güvenlik kamerasına yansıdı. Saldırıyı takip eden bizler tüyler ürpertici bu manzara karşısında “Böyle bir eylemi hangi cani yapabilir?” diye düşünmeye başladık. Hatta, “İnşallah Müslüman değildir” diye içinden geçirenler de oldu. Daha Fransa’da işlenen barbar cinayetler zihnimizde güncelliğini yitirmemişken bu saldırıya da şahit olmak zor oldu.

Teröre Karşı İlk Adımlar

Viyana belki de şehir tarihinde ilk defa böyle bir kanlı saldırıya maruz kalıyordu. Saldırganın kimliği ile ilgili bilgiler netlik kazanınca faille ilgili tablo ortaya çıktı: Binlerce kilometre ötede filizlenmiş terör makinesi IŞİD, Viyana’da uyuyan bir hücresiyle şehri kana bulamış, 4 can almış ve 22 kişiyi de yaralamıştı. Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz bu sonuç karşısında terörsitlere karşı savaş ilan etti. Yaşanan hadiseyi medeniyetle barbarlık arasında bir savaş olarak nitelendirdi. Bunu söylerken bu savaşın Hristiyanlarla Müslümanlar arasında bir savaş olmadığının altını çizdi. Ulusal ve uluslararası düzeyde lanetlemeler, kınamalar, taziyeler ve destek mesajlarıyla teröre karşı medeniyet zeminininde tek vücut olundu.

Söylem düzeyinde tavır geliştirmenin ardından terörle mücadele kapsamında ilk icraatlar da sergilendi. Öldürülen teröristin çevresine yönelik tutuklamalar, iki caminin kapatılması, terör sorununun AB boyutuna taşınması ve terörle mücadele paketinin hazırlanması gibi çok boyutlu adımlar atıldı. Bu adımlar atılırken kamuoyunda istihbarat ve güvenlik kurumlarının teröristle ilgili ihmalleri de gündeme geldi. Zira terörist daha önce terör suçlamasıyla hapis cezasına çarptırılmış, cezayı tamamladan önce şartlı tahliye edilmiş, savaşa katılmak için Suriye’ye gitme ve Slovakya’da mermi alma girişimlerinde bulunmuştu. Dosyası terör eylemine girişim bağlamında kabarık olan bir kişinin niçin bu denli hafife alındığı sorusu doğal olarak tartışıldı. Bu arada bir başka sarsıcı –ve doğru olması durumunda siyaseten bedel ödenmesi gereken- iddia da teröristin istihbarat kurumunun ajanı olduğu yönündeydi. Bu iddialarla ilgili bağımsız bir komisyonun oluşturulmasıyla tartışmalı noktalar şimdilik araştırmaya sevk edildi. Bütün bunlar cereyan ederken terörle mücadele ve temel haklar arasındaki sınırların kaydığı, çizgilerin silindiği durumlar da yaşandı.

Terörle Mücadele ve Temel Hakların Korunması Arasındaki Gerginlik

Bir terör saldırısıyla oluşan olağanüstü hâl, aynı zamanda temel haklara dikkat edilmesini önceleyen hukuki mantıkla terörün yok edilmesi için gereğinin yapılmasını savunan siyasi mantık arasında gerginliklerin yaşandığı bir dönemdir. Terörle mücadele siyasetine göre ortada kamu düzenine ve insan hayatına kast etmiş bir suç vardır ve bu suçun meydana gelmesine sebep olan doğrudan ve dolaylı olarak ne varsa mücadele edilmelidir. Siyasi güç, düşmana yönelik tanımlamayı yaptıktan sonra bu tanımlamanın içinde yer alan unsurları yok etme noktasında gerekli adımları atar. Temel haklara vurgu yapan hukuki mantık, tüm bu adımlar atılırken suçla ilintisi olmayan kişi veya grupların haklarına zarar verilmemesini savunarak kurunun yanında yaşın yanmaması için mücadele eder. Bu iki akım arasındaki gerginliklerde bir toplumsal kesim veya kesimler zarar görebilir.

Avusturya’da bu yöndeki gelişmeler Müslüman azınlık üzerinden cereyan ediyor. Bu iki mantığın arasına sıkışmış Avusturya devletiyle, siyasetiyle, medyasıyla ve toplumuyla Müslüman azınlığın temel vatandaşlık haklarına dikkat etmekle onlara potansiyel suçlu muamelesi yapmak arasında git gel yaşıyor. Öncelikle söylem düzeyinde “normalleşmiş” bir anormale işaret etmekte fayda var. Her ne kadar da bir kesim tarafından “terörün İslam ile alakası yok” dense de basında kullanılan kavramlar halk nezdindeki Müslüman ve İslam algısını yeterince zehirliyor. Zira terör makinesi IŞİD’in veya kimlik-aidiyet bunalımı yaşayan, kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kişinin uyguladığı terör eylemleri doğrudan İslami tanımlamalarla zikrediliyor. Yani terör ile İslam dini arasında kavramsal düzeyde bağlantı kurmama noktasında bir hassasiyet yok. Aksine bugün medyanın lügatinde temel kavramlar listesinde olan “İslamcı terör” veya “Cihadçılık” kelimeleri yer alıyor.

Caminin Suçu Ne?

Siyasetin Müslümanların temel hakları söz konusu olduğunda nasıl da sorumsuz, aceleci, lakayt davranabildiği, bu haklarla oynayabildiğiyle ilgili birden fazla ders çıkarılabilecek iki gelişmeye şahit olduk. Bunlardan ilkinde siyaset-kamu, cami kapatma hadisesiyle Müslüman azınlığın din özgürlüğü hakkına müdahale etti. Avusturya’da “terör yuvası hâline gelme” iddiasıyla ibadethane olan bir caminin anlık bir şekilde nasıl kapatılabileceğini gördük. Bir kişinin yaptığı eylemden dolayı bir cami ve dolayısıyla o caminin cemaati cezalandırıldı. İbadethane olan caminin hukuki ve siyasi teminattan ne kadar yoksun olduğu da görüldü.

Bu süreçte Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) ağır bir sınavdan geçti. Camilik statüsünü verme yetkisine sahip olan bu kurum ilk anda istihbarat, güvenlik ve dinî kuruluşlarla ilişkilerden sorumlu Bakanlıkla ortak hareket ederek “tehdidi önleme” gerekçesiyle söz konusu caminin kapatılmasında aracı oldu. Cami statüsü elinden alınarak kapatılan derneğin Avusturya İslam Cemaatine (IGGÖ) tekrar başvurmasıyla cami kapatma hadisesi farklı bir seyir aldı. İlgili dernek camilik ünvanının ellerinden alınmasının gerekçelerini merak ediyordu. Terörle, eylemi gerçekleştiren kişiyle herhangi bir ilişkide olmadığını belirtiyor; bu sebeple de niçin cezalandırıldığını öğrenmek istiyordu. Bu itiraz aynı zamanda camilerin hukukunu korumakla görevli İGGÖ’ye yönelikte bir eleştiriydi. Sırf istihbarat yetkililerinin taleplerine cevap vermek adına hızlı bir şekilde camilik statüsünün alınması çok anlaşılır değildi. “Birey cezalandırılmalı, cami değil” prensibiyle kapatmaya karşı çıkan tarafın tutumunu haklı çıkarıyordu. Ancak öte yandan olağanüstü halde toplumun menfaati adına istihbarat ve güvenlik kurumlarına güvenerek adım atmak kaçınılmaz bir durum gibi görünüyordu. 

Bu tablo karşısında insan şu soruları sormadan edemiyor: Durum camilik statüsü elinden alınan derneğin dediği gibiyse, hakikaten bu cami niye kapatıldı? Tek bir teröristin eylemi neticesinde oluşan olağanüstü durumlarda bir kurum olan camiler bir çırpıda kapatılabilecek mi? En önemlisi de siyasetin bu olağanüstü tavrına karşı ne yapmalı? Bu son soru gelecek için fazlasıyla üzerinde durulması gereken bir nokta. Verilecek cevap da siyasi ve hukuki teminatı yükseltme, artırma yönünde olmalı. Yani bir taraftan yapılan bu müdahaleye karşı kamuoyunda güçlü bir eleştiride bulunmak gerekiyor ki böylelikle gelecekte olası benzer durumlar için bugüne dair güçlü bir hafıza olsun. Öte yandan yeni içtihadlar ve bilirkişi raporu gibi yazılı metinlerle hukuki dayanakları güçlendirmek gerek.

Bir Düşünce Suçu Olarak Siyasal İslam

Bazı sözler dönemin ruhunu yansıtması açısından mühür niteliğindedir. Mesela Trump’ın yola çıkarken sarf ettiği “America first” sözü buna bir örnektir. Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz da Müslümanlar ve siyaset başlığı altında tartışılan siyasal İslam meselesiyle ilgili bakış açısını yansıtan mühür niteliğinde bir cümle sarf etti. “Siyasal İslam’a yönelik suç unsuru oluşturan konular belirlenecek, bizzat terörle ilişkisi olmayan, ancak terörün yeşermesine zemin hazırlayan kişi ya da gruplara yönelik çeşitli yaptırımlar hayata geçirilecek.” cümlesiyle belki de belirli süredir bilinçaltındaki yaklaşımı dışa vurdu. Kuyuya bir taş attı ve şu an o taşın yankıları hâlâ tartışılıyor.[1]

Avrupa’da “siyasal İslam” çetrefilli konuların başında geliyor. Bu kavram Endonezya’dan Fransa’ya kadar farklı yorum ve pratiklere tekabül ediyor. Avrupa’da bu kavrama yönelik özellikle güvenlik ve istihbarat kurumları tarafından yapılan kısaca “yerleşik düzeni şeriatla değiştirmek isteyen ve bunun için her yöntemi mubah gören bir akım” şeklindeki tarifi benimseyen dominant bir akım var. Bunun yanı sıra bu terimden bir Müslüman’ın insanlara faydalı olmayı öğütleyen dinin verdiği motivasyonla siyasette aktif olmasının, yani vatandaşlık hakkını kullanmasının anlaşılabileceğini söyleyenler de var. Genç Başbakan Kurz’un zihin dünyasında veya geçmişinde “İslam ve siyaset”, “siyasal İslam” mefhumlarıyla ilgili nasıl bir bilgi ve tecrübe var ki kendisini birinci tarafta görerek terör örgütü olarak tanımlanmamış bir mefhumla ilgili cezai yaptırımlar düşünebiliyor. Kamuoyu da “siyasal İslam”a yönelik suç unsuru oluşturan konular nelermiş merak ediyor.

Terör saldırıları veya doğal afetler gibi hâller bir toplumun, halkın ortak aidiyetini etkileyen gelişmelerdir. Avusturya halkının bir parçası olan Müslümanlar da Avusturyalı vatandaşlar olarak 2 Kasım gecesine ilişkin verilmesi gereken tepkiyi vererek ortak kaderi paylaştıklarını gösterdiler. Bu acıları birlikte paylaşmanın ardından geleceğin nasıl şekilleneceğini siyasetin ve hukukun atacağı adımlar belirleyecek. Avrupa ülkeleri içerisinde istisnai bir şekilde İslam Yasası gibi yasal bir zemine ve Avusturya İslam Cemaati (IGGÖ) gibi yasal bir temsil kurumuna sahip olan ülkede her ne kadar siyasette soğuk rüzgarlar esse de köklü hukuk devleti geleneği ve siyasetin ve medyanın aklı selim hareket eden aktörleri bu rüzgarı olumlu yöne doğru etkileyecektir. Ümidimiz o yönde.

Dipnotlar

[1] Sebastian Kurz liderliğindeki Avusturya hükûmetinin “siyasal İslam” mefhumuna yönelik özel muamalesi terör saldırısıyla oluşmuş yeni bir vaka değil. Kökleri iktidarın hükûmet programına kadar dayanıyor. Zira “siyasal İslam ile mücadele” hükûmet hedeflerinden bir madde olarak bu programda yer alıyor. Bu hedefe binaen de Avrupa ülkeleri arasında istisnai bir şekilde özel bir yapı oluşturuldu: Siyasal İslam Takip Merkezi (Alm. Dokumentationsstelle für den politischen İslam). Böylelikle anayasal düzeni koruma maksadıyla tehlikeli akımları takip etmekle  görevli Anayasa Koruma ve Terörle Mücadele Teşkilatı (Alm. Bundesamt für Verfassungsschutz und Terrorismusbekämpfung) gibi bir kamu kurumunun yer aldığı bir ülkede Müslümanlara yönelik özel bir takip merkezi kurulmuş oldu.  

Ünal Koyuncu

Siegen Üniversitesi siyaset bilimi, sosyoloji, tarih dallarında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Koyuncu’nun uzmanlık alanları göç, entegrasyon, diaspora politikaları ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlar gibi konulardır. Koyuncu, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde Ülke Masaları’nı koordine etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler