'Dosya: "Avrupa'da Türk Esnaflar"'

Kültürel Irkçılık, Yiyecek Kültürü ve NSU Cinayetleri

Avrupa’daki Türkiye kökenli esnaf, aynı zamanda ırkçı saldırıların da odak noktasında. Bu alandaki en acı hafızayı NSU cinayetleri oluşturuyor.

Almanya'nın Köln şehrindeki Keup Caddesinde NSU terör örgütü tarafından bir bombalı saldırı düzenlenmişti | Fotoğraf: Perspektif

Irkçılık ve yabancı düşmanlığı özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra insanların fizikî özelliklerinden çok kültürel özelliklerini hedef almaya başlamıştır. Irksal üstünlüğü savunan klasik ırkçılık düşüncesinden farklı olarak kültürü hedef alan, bu yüzden adına “kültürel ırkçılık” diyebileceğimiz bu yeni ırkçılık türü, düşmanca duygular beslenen herhangi bir yabancı kültürün tüm öğelerine karşı gelişebilmektedir. Dinî inanışlar, ana dil, gelenekler, giyim tarzları, müzikler, yiyecek kültürü gibi birçok özellik sırf “ötekine” ait olduğu için düşmanca tutumlardan ciddi şekilde nasibini almaktadır. 

Avrupa ülkelerinin birçoğunda, özellikle göç ettikleri ülkenin kültürü ile uyum sorunu yaşadığına inanılan yabancılara karşı hoşgörüsüzlük ve şiddetin varlığı uzun yıllardır bilinmektedir. Yerleşik halk, zorunlu sebeplerle veya kendi ülkelerinin ihtiyaçları sebebiyle ülkelerine gelen yabancıları ticari, siyasi, kültürel, sosyal bir rakip ve gelecekleri için bir tehlike olarak görebilmektedir.

Yaygın İslamofobik Tutumlar

Bielefeld Üniversitesinden Profesör Wilhelm Heitmeyer ve ekibi 3.000 Alman vatandaşının İslamofobi ile ilgili fikirlerini öğrenmek amacıyla bir anket yapmıştır. Anket birkaç kez tekrarlanmış ve her seferinde İslam’a karşı olumsuz fikirlerin giderek arttığı görülmüştür. Anketin sonuçlarında İslam’ın hayranlık veya sempati duyulacak bir medeniyet olduğu fikri katılımcılar tarafından reddedilmekte, Müslümanların ibadethanelerinin yapımına yasak getirilmesi istenmekte, Müslümanların Avrupa’ya göç etmesinin durdurulması talep edilmektedir. Ankete katılanların yüzde 80’inin İslam’ı fanatizmle eş olarak görmeleri Müslümanlardan duyulan rahatsızlığı ve İslam’a bakış açısını gözler önüne sermiştir. 

Avrupa genelinde İslam dininin fanatizm, hatta terörizmle birlikte anıldığı birçok yayına rastlanmaktadır. Bunlardan belki de en ilginci Danimarka’nın Aalborg kentinde papazlık yapan Christian Meidahl ve eşi Henny Nörgaard tarafından yazılmış olan “Biz ve Hristiyanlık” (D. “Os og Kristendom”) isimli “ders” kitabıdır. Kitapta “Her ne kadar her Müslüman terörist değilse de, her terörist Müslümandır” şeklinde bir ifade yer almakta, İslam dini ile ilgili bölüm, “köktendincilik” ve “terörizm” başlıkları altında ele alınmaktadır. 

Helal Gıdaya Yönelik Tepkiler

Son yıllarda Avrupa’da özellikle yabancı kültürlere ait yiyecekler sunan restoranlara dönük bir karşıtlık da söz konusudur. Özellikle helal gıda sunan işletmelere karşı tepkiler gelişmiş, helal gıda terimini duymaktan bile rahatsız olan ve bunu gizlemeye gerek görmeyen üst düzey siyasetçiler ön plana çıkmıştır. 

İlk örnek Fransa’dan: 2010 yılında Lille kentine 15 kilometre uzaklıktaki Roubaix’in belediye meclisi, menüsünde sadece İslami usullerle kesilmiş “helal” etler kullanan “Quick” isimli fast-food zincirinin boykot edilmesi gerektiğini deklare etmiştir. Sosyalist Parti üyesi Belediye Başkanı Rene Vandierendonck, menüden domuz eti ve alkolün çıkarılıp sadece helal olarak nitelendirilen bir konsept uygulanmasının Müslüman olmayanlara yapılan bir ayrımcılık olduğunu belirtmiştir. Halbuki Quick isimli zincirin 360 şubesi vardır ve sadece 8 şubede (Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bazı mahallelerde) helal gıda uygulamasına gidilmiştir. Ayrıca Fransa’da Yahudilere dönük “koşer” satışı yapan birçok işletme de mevcuttur. Yeşiller Partisi Milletvekili Daniel Cohn-Bendit, bu duruma dikkat çekerek, Yahudilere yönelik hizmet veren işletmelere tepki verilmediğini, Müslümanlara yönelik yiyecek sunan işletmelerin de normal karşılanması gerektiğini belirtmiş, İslamofobik tutumlar sergileyen siyasetçilere haklı bir gönderme yapmıştır.

Burka ile Kebap Kıyaslaması

Yine Fransa İçişleri Bakanı Claude Gueant, 2012 yılında yabancılara oy hakkı verilmesi teklifine karşı çıkmış, yabancılara oy hakkı verildiği taktirde “helal gıdanın tüm okul kantinlerinde yayılacağından ve zorunlu tutulacağından endişe ettiğini” söylemiştir. Bu tartışmaları daha da ileri götüren milliyetçi Ulusal Birlik Partisinin Genel Başkanı Marine Le Pen, Fransız vatandaşlarının farkında olmadan helal et yediğini, bunun bir “cemaatçi cürüm”, hatta “dikta” olduğunu, Paris bölgesinde sadece helal et satıldığını savunmuştur. 

Azınlık-çoğunluk ilişkisini tersine çeviren Le Pen’in bu iddialarının doğru olmadığı elbette ortaya çıkmıştır. Kebab-frites.com isimli sitenin kurucusu Thibaut Le Pellec’in de ifade ettiği gibi Fransa’da gittikçe çoğalan kebapçı dükkanları ve tabii ki helal gıda, göç ve entegrasyon sorunlarının bir yansıması olarak görülmekte, İslam karşıtlarını ve aşırı milliyetçileri rahatsız etmektedir. Aynı duruma İtalya’nın da birçok şehrinde sıklıkla rastlanmaktadır. 2009 yılında bu yana Lucca, Genova, Bergamo, Forte Dei Marmi, Cittadela, Verona, Floransa ve Venedik gibi birçok şehirde “yabancı kültürlere ait yiyecekler sunan” birçok restorana kısıtlamalar getirilmektedir. İsviçre’de ise Daniel Graf isimli politikacı “burka” yasağından sonra kebap dükkânlarının da yasaklanması için kampanya başlatmış ve ciddi destek görmüştür. Graf; burka ile kebabı aynı kategoride değerlendirmek gerektiğini belirtmiştir. 

Bu arada Hollanda’da ev kiralamak istediği emlak şirketinden “bu evler etnik yiyeceklerden hoşlanan, saatlerce baharatlı yemek yapanlar için uygun değil, sadece Batı tarzı yemekler yapanlara uygun” mesajını alan Iraklı Maysa Munaff’ı, İskoçya’da sırf Müslüman olduğu için eşinin ve kızının gözü önünde onlarca kişi tarafından acımasızca darp edilen Caspian Food isimli restoranın sahibi Mohammad Khalid’i unutmayalım. 

NSU Cinayetleri

Almanya’da göç kökenli küçük esnafa yönelik işlenen ırkçı NSU cinayetlerinin çözüleceği yönünde başta Angela Merkel olmak üzere birçok siyasetçi söz vermiş olsa da, maalesef hâlâ ortada asıl failler yoktur. Peki yukarıda bahsettiğimiz “yiyecek kültürüne, helal gıdaya ve restoranlara” dönük olumsuz tepkilerin NSU cinayetleriyle nasıl bir ilgisi vardır? 

Hem yukarıdaki örnekler hem de NSU cinayetleri ırkçılığın farklı yansımaları olarak karşımıza çıkmıştır. Ancak cinayetlerin ırkçı NSU örgütü tarafından gerçekleştiğinin uzun süre anlaşılamaması(!) sebebiyle, söz konusu cinayetlere uzun süre “döner cinayetleri” dendiğini hatırlayalım. 

Öldürülen 10 maktulden sadece Mehmet Turgut ve İsmail Yaşar’ın dönercilikle uğraştıkları bilindiği hâlde bu tabirin medyada uzun süre kullanılmasının sebebi, ırkçılığın varlığını göz ardı etmekten başka bir anlama gelir mi? Bu arada Darmstadt Üniversitesi tarafından 2011 yılında “Dönermorde” kelimesinin “Yılın En Kötü Kelimesi” (Alm. “Unwort des Jahres”) seçildiğini hatırlatmalıyız. Prof. Dr. Nina Janich’in ifadelerini hatırlayalım: “Irkçı teröristlerin işlediği seri cinayetlerin böyle basmakalıp ve folklorik ifadelerle etiketlenmesi son derece yanlıştır. Bu terim, cinayetlerin siyasi boyutunun yıllarca ve kasten göz ardı edildiğinin bir göstergesidir. Cinayetleri bir yiyeceğe indirgeyerek, cinayet kurbanları sadece kökenleri sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılmışlardır.”

“Sekiz Tane Manav Öldürüldü”

Ancak maalesef Türk diasporası olmak üzere Almanya’nın genelinde NSU cinayetlerine hâlâ “döner cinayetleri” denildiğine tanık olabiliyoruz. Berlin’de bu konuyla ilgili yaptığım araştırmalar sırasında maalesef bazı Türklerin bile NSU cinayetlerini tanımlarken “10 tane dönerci öldürüldü” ifadelerini kullandıklarını, medyanın uydurduğu söz konusu terimin bazı Türklerin dahi bilinçaltında yer ettiğini üzülerek duydum. Elbette bahsettiğim kişiler de NSU cinayetlerini kınayan ve üzülerek hatırlayan Türklerdi. Ancak işin acı tarafı, hâlâ konunun ciddiyetini ve boyutlarını tam olarak kavrayamamış olmalarıydı. 

NSU cinayetleri ile ilgili Alman Federal Meclisinde kurulan araştırma komisyonunun her biri 8 ila 11 saat arası süren yaklaşık 130 oturumunun tamamına gözlemci olarak katılan TBB Sözcüsü İlker Duyan’dan dinlediğim bir olaydan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Toplantılardan birinde Alman Askeri İstihbarat Servisi BND’nin şefi August Hanning ifadeye çağırılır. Komisyon Başkanı, Hanning’e “NSU cinayetlerinde öldürülen kişiler hakkında bilginiz var mı?” diye sorar. Hanning “Evet” der. “Sekiz tane manav öldürüldü.” 

Bahsettiğimiz kişi Alman Dış İstihbarat Şefidir ve öldürülenler konusunda bilgi sahibi olmadığa inanmak için deli olmak gerekir. Bu arada komisyon başkanı öldürülenlerin hiç birinin manav olmadığını söyler ve “Eğer öldürülenler Almanya’nın büyük bankalarının Yönetim Kurulu Başkanı olsalardı veya tamamı polis olsaydı ne olurdu?” diye sorar. Hanning cevap veremez ve “manav” ifadesi için daha sonra özür diler. 

Özetlemek gerekirse, Avrupa’da Müslümanların ve özellikle Türklerin kültürel özelliklerine yöneltilen bu tür düşmanca tutumların ırkçılık ve İslamofobi çerçevesinde değerlendirilmeden anlaşılması mümkün değildir. Aklımıza neden özellikle esnafın hedef alındığı sorusu gelebilir. Neden özellikle Müslüman-Türk esnaf veya Müslümanlara dönük hizmet veren esnaf ve işletmeler hedef alınmaktadır? Lafı çok uzatmadan açıkça belirtmek gerekir ki, bu tür “etnik” işletmeler, Avrupa’da “Müslüman istilasının” sembolü olarak görülmektedir. 

Dr. Sedat Değişgel

Öğretim görevlisi Dr. Sedat Değişgel, “Yabancı Düşmanlığının Yiyecek Kültürüne Yansımaları: Almanya’da Bir Araştırma” başlıklı tezi hazırlamıştır. 

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler