'Gündem'

“Açık, Samimi Ve Çözüm Odaklı Bir Tartışma Ortamı Yok”

İsrail ve Filistin tekrar kargaşa ortamına sürükleniyor. Müslüman olsun veya olmasın insanlar endişeli ve tedirgin. Bu ortamda aşırı gidenler olduğu gibi mutedil yaklaşanlar da mevcut. Ancak açık ve çözüm odaklı bir ortam söz konusu değil. İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Başkanı Kemal Ergün ile gündeme dair bir söyleşi.

Son haftalarda Filistin’de yüzlerce insan öldü veya yaralandı, çatışmalar tekrar alevlendi. Olayların çıkış noktasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorunun ana sebebi, Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin yaşadıkları yerlerden zorla tahliye edilmeleriydi. Birleşmiş Milletler ve birçok insan hakları kuruluşuna göre İsrail’in bu tahliyelere dayanak olarak yürürlüğe koymuş olduğu kanunlar ayrımcı niteliktedir ve insan haklarıyla bağdaşmamaktadır. Bu bölgelerin işgal edilmesi geçmişte çeşitli Birleşmiş Milletler kararlarında defalarca insan haklarına aykırı olarak nitelendirilmiştir.

Son olarak Filistin’de, Kudüs’te, İslam’ın en büyük kutsal mekânlarından biri olan Mescid-i Aksa’ya saldırılar oldu. Mübarek ramazan ayında şiddet fitilinin ateşlenmesi, Mescid-i Aksa’ya sis bombaları atılıp insanlara biber gazlarıyla müda hale edilmiş olması ve insanların evsiz-barksız bırakılması özelde bütün Müslümanları genelde de insaf sahibi bütün insanları derinden etkilemiştir.

Saldırının bir mabede yapılmasını, orada başlamasını vurguluyorsunuz. Neden?

Çünkü içerisinde Allah’a ibadet etmekten başka bir amacı olmayan mabetler, bütün dinler için kutsal mekânlardır. Bunlar insanlığın ortak değeridir. Mabetler dokunulmazlığı olan alanlardır. Gerekçesi her ne olursa olsun bir camiye postallarla girmek, ibadet hâlindeki insanlara gaz bombaları atmak asla kabul edilemez. Cami içerisinde ibadetle meşgul olan insanlara şiddet ve tacizde bulunmak, ibadetlerine mâni olmak hem mescidin mahremiyetine hem de Müslümanlara yönelik en büyük saygısızlıktır.

Nitekim bu tür eylemlerin ne kadar tehlikeli olduğunu hemen sonraki süreçte hep birlikte gördük. Şiddet ve tacizin bölge geneline yayılmasıyla birlikte yüzlerce masum insan hayatını kaybetti veya yaralandı. Sorumluları bir an evvel bu şiddet sarmalından kurtulmak ve kalıcı barışı tesis etmek için gerekli adımları atmaya davet ediyoruz.

Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırılara Avrupa’da da tepki gösterildi. Bildiriler yayınlandı, protestolar gerçekleştirildi. Bu protestolarda aşırıya gidenler de oldu. Örneğin sinagoglara saldıranlar ve antisemitist söylemlerde bulunanlar oldu.

Evvela şunu belirtmek gerekir ki hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bu şiddet görüntülerine ve saldırgan muamelelere meşru ölçüler içerisinde tepki göstermek insanların elbette en tabii hakkıdır. Ancak bütün bunları yaparken de İslam’ın adalet ve merhamet ölçüsü asla elden bırakılmamalıdır. Bir hakkı teslim edelim derken haksız bir duruma düşülmemelidir.

Gerekçesi ne olursa olsun inancından dolayı insanları taciz etmek, mabetlere, sinagoglara, kiliselere hakaret edip saldırıda bulunmak İslami değildir, insani de değildir. Bu tür davranışları İslam kesinlikle yasaklamıştır. Kim tarafından kime karşı gerçekleştiği fark etmeksizin, böyle bir eylemde bulunan kişi Allah’ın emrine karşı gelmiş olur. İbadethanelerin saldırıya maruz kalmasının ne acı bir durum olduğunu biz Müslümanlar zaten çok iyi biliyoruz. Bu yüzden söz konusu eylemlerden muzdarip olan Yahudi cemiyetlerine geçmiş olsun dileklerimizi ilettik.

Antisemitist sloganlardan da aynı oranda rahatsızlık ve endişe duyuyorum; hele ki Almanya’da antisemitizm, ırkçılık ve belli bir insan grubunu hedef alan düşmanca tutumun ne gibi sonuçlar doğurabileceği gerçeğini biliyorken. Bu hususta düşüncemiz net olarak bellidir.

Antisemitist söylemler bir tarafa, İsrail ve Filistin’deki gelişmelere mutedil yaklaşımlar sergileyen ve eleştirilerde bulunan birçok insan ve kuruluş da var.

İsrail ve Filistin’de olup bitenler hakkında farklı fikir sahibi olanlar olabilir. Ancak uygun bir tartışma zemini olmalı ki her taraf, gözlemlediği haksızlıkları, yanlışlıkları ve endişeleri dile getirilebilsin. Kanaatimce böyle bir ortamdan yoksunuz. Olaylara çok duygusal ve çifte ölçülerle yaklaşılıyor. Bu ise genel bir tedirginlik meydana getiriyor ve böylece açık, samimi ve çözüm odaklı bir tartışma mümkün olmuyor.

Siyasiler Almanya’daki antisemitizmden oldukça endişe duyduklarını ifade ediyorlar. Antisemitizmin Almanya’ya dışarıdan ithal edildiği söyleniyor.

“Almanya’da antisemitizm ithal edildi.” demek bence oldukça iddialı bir söylem. Tabii ki hem son yıllarda hem de daha eskiden Almanya’ya göç etmiş bulunan yüz binlerce göçmenin arasında meşru eleştiri ile anti semitizm arasındaki farkı anlayamamış kimseler bulunabilir. Bu insanlara antisemitizmin ne gibi neticeler doğuracağı ve bunun inançlarımızla bağdaşmadığını anlatma hususunda hepimizin üzerine düşen görevler var.

Ancak bu görev ve sorumluluk sadece Müslümanlara ait değil. Almanya’daki antisemitist suç eylemlerinin çok büyük bir kısmının ırkçı sağ ideoloji kaynaklı olduğunu bilimsel araştırmalar ortaya koyuyor. Yani toplumun tamamını ilgilendiren bir görev söz konusu. Sinagoglara saldırmanın ve antisemitizmin hiçbir gerekçesi ve özrü olamayacağını söylüyoruz. Hiçbir şartta bunlar mazur görülemez.

Bir kez daha altını çizmek istiyorum: Bizim için sinagoglara yapılan saldırıların camilere yapılan saldırılardan hiçbir farkı yoktur. Saldırıya maruz kalan insanların hangi dine ve etnisiteye mensup olduğu fark etmez. Söz konusu insansa geri kalan her şey önemsizleşir. Bu evrensel değerleri içselleştirmek, sürekli olarak hatırlatmak ve teşvik etmek hepimizin görevidir.

Onun için bizler tüm bu süreçlerde Müslüman kardeşlerimizle nasıl dayanışma sergiliyorsak, Sri Lanka’da yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği menfur terör saldırılarını kınayıp Hristiyanlarla da dayanışma sergiledik. Almanya’nın Halle şehrindeki antisemitist saldırıda hayatını kaybedenlerin acısını da paylaştık. Berlin’de sokakta yürürken başörtüsü yüzünden saldırıya uğrayan hanım kardeşimizin ne kadar yanındaysak; aynı sokakta başına kipa taktığı için şiddet ve hakaret gören bir Yahudi’nin güvenliğinin de o derece önemli olduğuna inanıyoruz.

Tekrar Filistin konusuna dönecek olursak: Ne olması gerekiyor ki ortam en azından yatışsın ve ileriye yönelik sağlam adımlar atılabilsin?

Yeniden alevlenen çatışmalar, problemlerin  kendiliğinden çözülmeyeceğini de bir kez daha gözler önüne serdi. Bu sebeple bizler, üzerinde mutabakat sağlanmış ve hakkaniyetli bir çözümün uluslararası toplum tarafından sunulması gerektiğini düşünüyoruz. Her iki tarafın da endişe ve menfaatlerini karşılayacak bir çözümün masaya yatırılması elzemdir. Geçmişte Kudüs’te birçok din huzur içinde bir arada yaşamıştır. Bunun bugün de gelecekte de tekrar mümkün olacağı konusunda inancımız tamdır.

Bu minvalde istimlak etme odaklı yasal düzenlemelere son verilmesi gerekiyor. Barış görüşmelerinin gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa yapılmalı. Bunların yanı sıra Filistin’deki insani yardım ihtiyacının karşılanması ve Filistinlilerin temel ihtiyaçlarını kendi kendilerine karşılayabilecekleri kalıcı yapıların oluşturulması, atılacak adımların sivil toplum kuruluşlarının yardım ve diyalog projeleri ile desteklenmesi gerekiyor.

Ali Mete

Frankfurt’ta Din Bilimleri lisans eğitimini tamamlayan Ali Mete, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteridir. Mete aynı zamanda PLURAL Yayınevinin müdürlüğünü ve Perspektif dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler