Orta Doğu’da Dinî Çeşitlilik Mirasının Yeniden Kazanımı
Orta Doğu’dan bahsedildiğinde çoğu kimsenin aklına ilk olarak Müslümanlar gelse de bölgenin tarihsel ve toplumsal yapısına bakıldığında büyük bir etnik ve dinî çeşitlilik göze çarpıyor.
Günümüzde Orta Doğu, çok kuvvetli bir şekilde İslam ile ilişkilendiriliyor olsa da bu durum, bölgede var olan dinî çeşitliliğe ve ayrıca gayrimüslim medeniyetlerin, kültürlerin, düşünürlerin ve dillerin çağdaş Müslüman toplumlarının bugünkü durumuna yapmış oldukları katkılarla çelişmektedir. Gayrimüslimler tarafından bölge tarihine ve toplumuna yapılan, genellikle de yalnızca konunun uzmanlarınca bilinen büyük katkılar bulunmaktadır.
Örnek vermek gerekirse, Hristiyan ve Yahudi filozoflar ve bilginler, 8. ve 9. yüzyıllarda bilginin eski Yunancadan çevrilmesi ve aktarılması vasıtasıyla Abbasi Halifeliğinin gelişmesine katkıda bulunurken, Yahudi din bilgini Musa bin Meymun, 12. yüzyıl İslam dünyasındaki entelektüel yaşama çok önemli katkılar sağlamıştır. Yine 19. yüzyıldaki Arap Rönesans’ı sırasında, Suriye ve Lübnanlı Hristiyanlar, Arap dilini modernize etme ve Arap dilinde yazımın oluşturulmasında esaslı bir rol oynamıştır.
Orta Doğu’nun çeşitliliği konusundaki bu farkındalığın eksikliği, son on yılda değişmeye başladı. Ancak bu değişim büyük ölçüde menfi olaylardan hareketle, özellikle de Daeş’in ortaya çıkmasıyla belirmeye başladı. Sonuçta da bölgedeki zengin dinî, etnik ve dilsel çeşitliliğe dair daha geniş farkındalık; soykırım, vahşi şiddet, mezhepçilik, gayrimüslimlerin yerlerinden edilmesi ve Orta Doğu’dan kaçışlarını bildiren manşetlerle bağlantılı olarak oluştu.
Diasporalar büyürken, Irak Yezidileri gibi topluluklar miraslarını ve inançlarını kaybetmekten ve toplumsal ayrışmadan korkuyorlardı. 1921’den itibaren Irak Devleti’nin kültür ve kurumlarının gelişmesinde önemli bir rol oynayan Iraklı Hristiyanların 2003 yılından itibaren nüfuslarında yüzde 80’lik bir düşüş gözlemlendi. Pek çok Iraklı Hristiyan, şiddet ve çatışmadan kaçmak amacıyla göç etti. Bunun gibi büyük demografik değişimler, bu toplulukların kendi yapılarını yeniden düzenlemelerini gerektiriyordu.
Bir taraftan Orta Doğu’daki toplulukların desteklenmesi, diğer taraftan Avrupa, Amerika ve Avustralya’da genişleyen diaspora topluluklarının varlığı çeşitli zorlukları da beraberinde getirdi. Bu toplulukların varlıklarını nasıl koruyacakları, miraslarını nasıl muhafaza edecekleri, hem güvenliklerini hem de eski ve yeni vatanları arasındaki temsillerini nasıl güvence altına alacakları konusundaki ikilemler, bu zorluklardan en önemlileri arasında sayılabilir.
Söz konusu gruplar, basında ve siyasette Orta Doğu içerisinde özel bir korumaya ya da Orta Doğu’dan tamamıyla çıkmaya ihtiyaç duyan savunmasız azınlıklar olarak tanımlanıyor. Bazı topluluklar, azınlıkların korunması söylemini güvenlik ve hak kazanımının tek yolu olarak benimsiyor. Ancak diğer gruplara göre ise dışardakiler, yani azınlık grubu mensubu olmayanlar tarafından “azınlık” olarak etiketlenmek çok da hoş değil. Zira kimileri bu durumu, atalarının vatanlarına yabancılaştırılmış hissetmeye ve kimliklerinin özgünlüğünün “yerlilik” etiketiyle zedelenmesine yönelik adımlar olarak nitelendiriyor.
Azınlık toplulukları içinde de sık sık gerilimler var; çünkü her biri kendi mirasını ve kimliğini tanımlamak ve sürdürmeye çalışıyor. Bununla ilgili en açık örneklerden biri, Irak’taki etnik ve dinî azınlıkların geleceği hakkındaki tartışma. Bazıları azınlıklar için Kuzey Irak’ta özerk bir bölge kurulmasını savunurken, diğerleri, özellikle Irak’ta Keldani Katolik Kilisesi olarak bilinen en geniş Hristiyan mezhebinin Patriği Kardinal Louis Raphaël I. Sako, bu fikre karşı çıkıyor. Patriğe göre bu düşünce, cemaatinin Orta Doğu’nun tarihsel anlatısındaki rolünü zayıflatabilir.
Doğu Kimliği ve Özgünlük
Orta Doğu’nun eski uygarlıklarına ve bu topraklara olan bağlar, gayrimüslimlerin kimliklerinde derin bir şekilde yerleşmiş durumda. Orta Doğulu ya da Doğulu Hristiyanlar, eskiden beri devam eden toprak bağlılıklarını, inançlarının ve kültürlerinin özgünlüğünü hem kadim hem de Doğulu olarak ifade ederek, inançlarını, kimliklerini ve varlıklarını en eski Hristiyanlar silsilesine bağlıyorlar.
Örneğin Antakya Ortodoks Kilisesi, inancının ve topluluğunun köklerini İncil’den ve Orta Doğu topraklarından aldığını belirtir; buna da Yeni Ahit’in “Havariler başta Antakya’daki Hristiyanlar olarak adlandırılıyordu” cümlesiyle kanıt getirir. Filistinli Hristiyanlar için Kudüs Kilisesi “ana kilise”dir. En eski Hristiyanlara ve Doğu’nun eski topluluklarına kırılmaz bir zincirle bağlanan bu asli aidiyet hissi, bu topraklarda köklü bir şekilde yerleşmiş kimlik anlayışlarında merkezi bir ilke olmaya devam etmektedir.
Hristiyan inancı, bölgedeki ayrımcılığa ve güvensizliklere rağmen, Hristiyan cemaatin bulundukları yere yabancılaşmasına yol açmaz. Tam aksine, bu toplulukların ortak toplumsal yaşamında bölgede sebat edebilmeleri için sağlam bir dayanak ve güç noktası görevi görür.
İlk Hristiyan topluluklarından tutun da Mezopotamya’daki Asur ve Babil Krallığı gibi medeniyetler ile kadim Mısır medeniyetlerine kadar, bu bölgedeki aidiyet hissi, Orta Doğu Hristiyanlarının çağdaş dinî tezahürlerinin ve toplumsal kimliklerinin merkezinde yer almaktadır. Bu durum kullanılan sembolizmde, âdetlerde ve dilde görülmektedir. Doğu Hristiyanları farklı dönemlerde batı Hristiyanlarıyla dinî bir bağ paylaşmaları hasebiyle “dıştakiler” (haricîler) olarak görülmüşlerdir. Bu da, örneğin Haçlı seferlerinde, Avrupa sömürgeciliği ve Körfez Savaşı sonrası dönemde olduğu gibi, önyargıları ve zulmü körükleyen bir yabancılaşma ve güvensizlik duygusuna yol açmıştır.
Hristiyanlar Doğu, Arap ve İslam mirasının en görünür savunucuları arasında yer almışlardır; zira kendilerini Orta Doğu geçmişinin ayrılmaz birer parçası olarak görmektedirler. Hâliyle Müslüman komşuları kadar, bölgedeki Hristiyanlar da kendi kültürlerini korumayı vazife saymaktadırlar.
Bu ortak miras, 19. yüzyıl ilâ 20. yüzyılın başlarındaki Arap Rönesans’ı sırasında önemli bir işbirliği noktasıydı. Bu dönem sırasında Hristiyan ve Yahudi aydınlar, Avrupa ve Amerika’nın artan etkisi karşısında Doğu’nun dayanıklılığının nasıl sağlanacağı hususundaki tartışmalara katkılarda bulunmuştur. Mısır’da yaşayan Suriyeli bir Hristiyan olan Jurji Zaidan, konusunu İslam tarihinden alan romanların yayımcısıyken; Mısır’da siyasi reform çağrısı yaptığı gerekçesiyle sürgün edilen Mısır Yahudisi Yakup Sanu ise, Avrupalı Oryantalistlerin saldırısına karşı İslam medeniyetini savunan makaleler yazmaya devam etmiştir.
Yerinden Edilme Zorlukları
Sahip olunan ortak geçmişe rağmen, Orta Doğu’nun Hristiyanları kadim vatanlarında sayıca azalmaya devam ediyor. Toplum liderlerinin bu soruna vermeye çalıştığı cevaplardan biri, kapsayıcı vatandaşlık prensibinin teşvik edilmesidir. Kardinal Sako, Irak’ta yalnızca Keldanîler, Hristiyanlar ya da diğer dışlanmış gruplar için değil; tüm Irak vatandaşlarına yönelik eşitlik ve vatandaşlığın savunulmasında önemli bir aktör. Bu eşitlik kültürü gerçek anlamda uygulanabildiği takdirde tüm topluluklara ve kimliklere fayda sağlayacaktır.
Bir başka yanıt, belki de şaşırtıcı bir biçimde, Orta Doğu’nun Arap Körfez Bölgesi’nden geliyor. Bölgenin bazı kısımlarındaki Orta Doğulu Hristiyan toplulukları zorluk yaşarken ve sayı olarak azalırken, Körfez bölgesindeki Hristiyan nüfusu, büyük gurbetçi nüfusu nedeniyle artıyor. Özellikle Birleşik Arap Emirliklerinde hoşgörü kavramı, hükümetin gayrimüslimlere yönelik sosyal ve siyasi politikalarında giderek daha önemli bir rol oynamaya başladı. Bölgede kiliseler, tapınaklar ve sinagoglar inşa ediliyor ve Arap yarımadasının tarihsel çeşitliliği artık daha fazla biliniyor. Bölgedeki Hristiyan ve Yahudi toplulukları özellikle 4. ve 7. yüzyıllar arasında var olmuş, gelişmişti. Ayrıca arkeolojik keşifler, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’te, manastırların ve piskoposlukların varlığına işaret ediyor.
Bölgenin çeşitliliğinin kamuoyu farkındalığına, resmî statüye ve siyasi kurumlara dâhil edilmesine yönelik hamleler, gayrimüslim azınlıkların istikrarını destekliyor. Orta Doğu, kendi kimliklerine ve miraslarına derinden bağlıdır. Yine aynı şekilde bölgede yaşayan topluluklar, içinde yaşadıkları çağdaş Müslüman çoğunluk toplumlarının mirasıyla derin bağlarının olduğunu kabul etmelidirler.