'Almanya'

Nemi el-Hassan Olayı: Filistin Kökenli Alman-Müslüman Gazeteci Olmanın Zorlukları

Almanya’nın WDR televizyon kanalında program sunması beklenirken antisemitizm ithamları yüzünden kendini büyük bir tartışmanın içerisinde bulan Nemi el-Hassan zor günlerden geçirdi. Peki Nemi el-Hassan olayında temel mesele neydi?

19 Aralık 2021 Ünal Koyuncu

Almanya’da 28 yaşındaki gazeteci Nemi el-Hassan’ın maruz kaldığı linç ve ceza tartışılmaya devam ediliyor. Westdeutscvher Rundfunk (WDR) televizyon kanalında el-Hassan’ın bilimsel konuları ele alacak olan Quarks isimli TV programını sunması planlanıyordu. Bild gazetesinde yayınlanan bir haberin ardından el-Hassan’ın sunuculuk yapması tartışma konusu oldu. Haberde, antisemitist sloganların paylaşıldığı 2014 yılında Berlin’de düzenlenen Kudüs Yürüyüşü’ne katılmış ve İsrail’e eleştiri içeren sosyal medya paylaşımlarına beğenide bulunan bir kişinin bir kamu kanalında sunuculuk yapması sorgulanıyordu. Haberin ardından konuyla ilgili değerlendirmede bulunan WDR kanalı, sonrasında kendisiyle yapılacak olan iş birliğini güvenin kalmadığını gerekçe göstererek bitirdiğini açıkladı.

El-Hassan Spiegel Online’a verdiği demeçte Bild gazetesi haberinde yer alan yürüyüşe katıldığı için pişman olduğunu söyledi. O yürüyüşe katılarak hata yaptığını, Kudüs Yürüyüşü hakkında etraflıca bilgi sahibi olmadığını, İran rejimi tarafından desteklendiğini bilmediğini ve İsrail’den nefret etmediğini açıkladı. Bu sözlerle pişmanlığını ve bugün durduğu noktayı açıklayan el Hassan ayrıca Berliner Zeitung gazetesinde WDR kanalını ve Bild gazetesinin tutumunu eleştiren bir yazı kaleme aldı. ‘‘Kamuoyuna malolmuş bir kişinin geçmişi hakkında araştırma yapılabilir, sorular sorulabilir. Ama eleştirel gazetecilik ile bir kişiyi maksatlı bir şekilde yıkmak arasında bir sınır vardır. Antisemitizm suçlaması bir kişiyi uzun vadede saf dışı bırakmak için bilinçli kullanılan etkili bir araç.’’ diyerek hakkında yapılan yayının bir kişi olarak kendisini yıktığına işaret etti. Yine verdiği demeçte, ‘‘Ben Filistinliyim ve Filistinli olarak kalacağım. Alman kamuoyunun hoşuna gitse de gitmese de!’’ diyerek kişisel olarak sahip olduğu kimliğin altını çizdi. Bununla birlikte ‘‘antisemitizm’’ ile ‘‘İsrail eleştirisi’’ arasındaki hassas çizginin ne olduğunun Alman kamuoyunda yeterince ele alınmadığı siteminde de bulundu.

Kamuoyunda el-Hassan’a Yönelik Destek

Olay ülkede geniş bir tartışma konusu oldu. Aralarında başta akademisyen, gazeteci, sanatçı olmak üzere farklı meslek dallarından dört yüze yakın entelektüel ve kanaat önderi el-Hassan’ı desteklemek üzere kamuoyuyla açık bir mektup paylaştı. Mektuba imza atan kişiler, ‘‘fişleyici ve karalayıcı bir şekilde yürütülen tartışma karşısında hayret içerisindeyiz. El-Hassan açıklamasında ve söyleşide geçmişteki hatalarını kabul etti. Bu hataları sorun olarak gördü, onlara karşı mesafe koydu, özür diledi ve inanılır bir şekilde değiştiğini anlattı. Bir gazeteci olarak yıllardır antisemitizm ve ırkçılıkla kararlılıkla mücadele ediyor.’’ diyerek kanaatlerini belirttiler. Kendisinin Filistin kökeni ve Müslüman kimliği nedeniyle nefret ve kışkırtmaya maruz kaldığı üzerinde de durdular.

Olayla ilgili birçok gazetede herkesin kendi pozisyonuna göre haber ve yorumu yer aldı. Der Freitag gazetesinde Saba-Nur Cheema ‘‘AfD’deki parti stratejistleri uzun zamandır antisemitizm ile mücadele adı altında Müslüman karşıtı hınç duygusunun toplumda nasıl meşrulaştırıldığını gördüler. Sol aktivistlerin bu oyuna gelmesi ve AfD ve Springer basını ile birlikte el-Hassan’a karşı linç girişiminde yer alması sorundur.’’ yorumuyla sol kanada karşı uyarıda bulundu. İnternet portalı Qantara.de’de Stefan Buchen meşhur edebiyatçı Heinrich Böll’ün Katharina Blum’un ‘‘Çiğnenen Onuru’’ isimli romanına atıfta bulunarak, bir roman kurgusunun el-Hassan olayında gerçek olduğuna işaret etti. Ona göre El-Hassan da roman figürü Katharina Blum gibi geçmişi ve hakkındaki şüpheler nedeniyle bir gazetenin linçine maruz kalmıştı.

Bu arada Die Zeit gazetesinde Judith Liere tarafından kaleme alınan yazıda el-Hassan olayının WDR bünyesinde nasıl tuhaf bir hâl aldığını da okuduk. Meğer WDR, Müslüman gazetecinin dinî ibadetlerini de sorgulamış, âdeta vicdan testine tabi tutmuş. Liere, Berliner Zeitung gazetesine atıfta bulunarak, el-Hassan ile yapılan görüşmede ‘‘Namaz kılıyor musunuz? Evetse, hangi aralıklarla? Oruç tutuyor musunuz? Büyükannenizin iltica edişi aile şenliklerinde bir konu mu?’’ sorularının yöneltildiği bilgisini paylaştı. Aynı yorumda Liere haklı olarak bu yaklaşımı eleştirerek bazı sorular yöneltti: Bir bilim programında sunuculuk yapmak için günde kaç defa ibadet edilebilir? Bir defa yeterli midir, beş defa ibadet edildiğinde düzgün bir şekilde gazetecilik yapılamaz mı? Dindar ZDF kanalı gazetecisi Peter Hahne’ye de kendi dindarlığının işini etkileyip etkilemediği soruldu mu? Yoksa sadece Filistin kökenli, geçmişte başörtüsü kullanan kadınlar mı bağımsız haber yapma konusunda şüpheli?

Karmaşık, Zor Bir Mesele

Birden fazla meselenin birbiri içine girdiği karmaşık bir tartışma ortada. Meselenin bir aslı, özü, bir de bu meseleyi kendi lehine, çıkarına kullanan taraflar söz konusu. Meselenin özü bir kamu kanalında sunuculuk yapmanın eşiğine gelen bir kişinin bu işi yapıp yapamayacağı. Bu cümle meseleyi yalın hâliyle özetliyor. Cümleye bazı tanımlayıcı vasıfları eklediğimizde mesele şu şekilde -Almanca tabirle ‘Gemüter erhitzen’ yani kızgınlık duygularını alevlendirebilecek- bir hâl alıyor: Filistin kökenli, İsrail’e yönelik eleştiride bulunan, geçmişte başı kapalıyken sonra açılan genç Müslüman bir Alman gazeteci WDR kanalın da sunuculuk yapabilir mi? Meseleyi kendi lehine kullanan taraflar ise şu iki ana akımdan oluşuyor: Bu vasıflara sahip bir kişinin kamu kanalında yer almasını hazmedeyenlerle bunu sorun olarak görmeyip aksine fırsat ve zenginlik olarak kabul edenler.

Birinci kanatta yer alan Bild gazetesinin yayınına kadar WDR ikinci kanatta yer alıyordu. Verdiği kararla birlikte birinci kanada geçti diyemeyiz. Nihayetinde bir kamu kanalı olarak yapılan tartışmaları, meselenin siyasallaşma derecesini, kanalın imajını dikkate alarak bir tercihte bulunmak zorunda. Bu kanalın verdiği kararla bir gazeteci, mesleğini geliştirebileceği bir fırsattan mahrum kalarak cezalandırılmış oldu. Bu olayla ‘‘ceza’’ mefhumunun sadece hukuki bir şey olmadığını da gördük. Evet, yasal dayanağı olan bir suç işlendiğinde kişi veya kurum ceza alır. Ama toplumlarda hukuki normların dışında sosyolojik, geleneksel, kültürel veya pedagojik kurallar da söz konusudur. Bu kurallar çiğnendiğinde, aşıldığında da kişiye yine bu çerçevede ‘‘ceza’’ verilir. Kişi veya kurum ayıplanır, yok sayılır veya dışlanır. Bu yöntemlerle kişi veya kurumlara bir yaptırım uygulanır ve kişi bir bedel öder.

Bir kişinin geçmişinden dolayı, geçmişinin devam ettiği varsayımından hareketle sorgulanması, dışlanarak ceza alması dünyanın heryerinde karşılaşılabilecek bir durum. Hele ki bu kişi kamu da bir görev alıyorsa bu daha da bir doğallık kazanıyor. Nihayetinde vatandaşın ödediği vergilerle ayakta duran kamuda görev almak bazı kuralları baştan kabul etmeyi beraberinde getiriyor. Bu kurallarla örtüşmeme dışlanmaya, kabul görmemeye götürüyor. Bir devlet televizyon kanalında bir gruba, dine, başka ülkeye veya kişiye nefret veya hakaret etmekle bilinen bir kişiye görev verilmemesi anlaşılır bir durumdur. Bu açıdan bak tığımızda Alman Yahudi Merkez Konseyi Başkanı Josef Schuster’in söz konusu olayda ifade ettiği, ‘‘Kamu kanalının İsrail nefreti ve antisemitizmi yayabilecek bir kişinin ekranda temsil edilmemesi noktasında büyük sorumluluğu vardır.’’ sözüyle yaptığı uyarı yerinde bir uyarıdır. Medya ahlakı itibarıyla da bir düstur olarak başta kamu kanalı olmak her bir televizyon kanalı bir ülke, grup veya kişi hakkında nefret ve düşmanlığı yayabilecek unsurlara karşı hassas olmalıdır.

Mesele Nedir?

Peki Nemi el-Hassan olayında mesele bu mudur? Yani şayet WDR kanalı genç gazeteciye bu imkânı vermiş olsaydı, antisemitist ve İsrail düşmanı bir kişiye mi sunuculuk yaptırmış olacaktı? Eğer öyleyse WDR kanalı niçin Bild gazetesinin haberine kadar bu boyutu irdelememiştir? Gazeteciyle iş birliği sürecini başlatmadan önce yukarıda değindiğim vicdan testini yapmamıştır? Mesele bir kamuoyu meselesi olunca mı netlik kazanmıştır?

Geçmişte yaptığı medya çalışmalarıyla kamuoyuna mal olmuş, eski İçişleri Bakanı Thomas de Maizière ile yan yana fotoğrafı olan Filistin kökenli genç gazetecinin Spiegel dergisine verdiği demeç antisemitist ve İsrail düşmanı bir gazeteci olmadı ğını ortaya koyuyor. Kudüs Yürüyüşü’ne, kökeni olan bir coğrafyayla yani Filistinle ilgili hissettiği duyarlılık nedeniyle -ve o yürüyüşün İran desteği ve antisemitist paylaşımlarla- nasıl bir ortama dö nüştüğünü bilmeden katılmış. Ama şimdi bu ka tılımın bir hata olduğunun farkında. Basında yer alan açıklamaları aynı zamanda, Filistin kökenli bir insan olarak Almanya’da Filistin’i, Filistin halkını savunmanın şöyle bir zor durum olduğunu da gösteriyor: İsrail devletinin kamuoyunda belirli bir boyut itibarıyla âdeta dokunulmaz bir şekilde korunduğu bir ülkede öteki kanadı yani Filistin’i İsrail’i eleştirmeden mesele yapabilmek. Alman ya’da başta Yahudi olmak üzere birçok kişinin de yaptığı ‘‘İsrail eleştirisini’’ Filistin kökenli bir gazetecinin yapmasının sorun olması.

Başka açılardan Nemi el-Hassan olayında meselenin adı nedir? Sıralayabiliriz: Geçmişinde sorun olan insanların affedilmesine ilişkin birçok örneğin olduğu bir ülkede sorunlu geçmişiyle yüzleşmiş bir Müslüman gazetecinin -sosyolog Norbert Elias’ın ifadesiyle- ‘‘Yerleşikler’’ (Alm. ‘‘die Etablierten’’) tarafından kabulüne, affedilmesine ilişkin bir vakadır. Bir gazetecinin mesleki kariyerini geliştirme fırsatını kaçırmasıdır. Göçmen kökenli bir kişinin toplumsal hayat koşusunda arkasından gelenlere model olma imkânının ıskalanmasıdır. Müslümanların ne yaparlarsa yapsınlar Alman toplumunda kabul görmeyeceğine inanmış kendi paralel dünyalarında yaşayan bazı göçmen Müslümanların eline verilmiş bir kozdur. Bir tarafta ‘‘Bakın başörtüsünü çıkarsa da kabul görmedi.’’ diğer tarafta da ‘‘Başardık, fırsat vermedik.’’ dedikodusunun yayılmasını sağlayan bir gelişmedir. Farklı olanla birlikte yaşayabileceğine değil de paralel yaşamamız gerektiğine inananların kazandığı bir olaydır.

Bir insanın geçmişinde yaptığından dolayı geleceğinin ipotek altına alınması vicdanı yaralayıcı bir durum. İnsanlar, gruplar, toplumlar hata yapar, hatalarla yaşar. Tarih bu hatalarla ve hatalardan çıkarılan derslerle dolu. Hatanın farkına varanı cezalandırarak dışlamak mı yoksa affederek dâhil etmek mi gerek? İşlenen hatanın söz konusu olduğu bağlamı da göz önünde bulundurmak da gerek tabi. Nemi el-Hassan vakasında işlenen hatanın tekrar etmemesi ve yayılması çok kimlikli Almanya için küçük ama kayda değer adım olacaktır. Ne diyelim, kazanan tarafa baktığımızda bunun mümkün olması an itibarıyla zor gözüküyor.

Ünal Koyuncu

Siegen Üniversitesi siyaset bilimi, sosyoloji, tarih dallarında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Koyuncu’nun uzmanlık alanları göç, entegrasyon, diaspora politikaları ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlar gibi konulardır. Koyuncu, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde Ülke Masaları’nı koordine etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler