Antisemitizm ve İslamofobi: Empoze Edilmiş Topluluk Kimlikleri
Azınlıklar hakkındaki kalıp yargılar arasında benzerlikler var mıdır? 20. yüzyılın başında Yahudileri toptan tanımlamakta kullanılan bazı ön yargıların temelini oluşturan mekanizmalar, 21. yüzyılın başında Müslümanlar için de kullanılıyor mu? Bu sorular, Norveç’te bu günlerde süregelen İslam karşıtı tartışmalar ile 20. yüzyılın başındaki antisemitik metinlerin karşılaştırılmasının da temelini oluşturuyor.
Orta Çağ’dan 20. yüzyılın ortalarına kadar hem Yahudiler hem de Müslümanlara Sami gözüyle bakılmaktaydı. “Semitizm” terimi de bir insan türünü ve kültürü tanımlamakta kullanılmış, Hristiyan Batı dünyası Yahudi ve Müslümanları aynı dinî yapıya bağlı topluluklar olarak görmüştür. Ivan Davidson Kalmar, “Antisemitizm ve İslamofobi: Bir Sırrın Dönüşümü” isimli makalesinde Rönesans’tan sonra baskın olan görüşün; “Yahudileri, Müslümanlar hakkında oluşmaya başlayan kalıplara benzer şekilde algılamak” olduğunu ve Yahudiliğin birçok kişi tarafından genel olarak Arap dininin bir parçası olarak düşünüldüğünü yazmıştır. Antisemitizmin yanında bu “Araplaştırma”, Yahudilerin Hristiyan Avrupalıların gözünde daha da uzak bir imaja sahip olmalarını desteklemiştir.
Antisemitizmin bileşenleri ırk, zihniyet ve dindir. Bugün ırka ait referanslar büyük ölçüde ortadan kalksa da din, kültür ve zihniyet arasındaki bağlantı hâlâ devam etmektedir. Antisemitik yazılı eserler okunduğu zaman din ve kültürü kapsayan iddiaların ne kadar belirgin olduğu göze çarpar. Kültür, din ve zihniyet arasında kurulan bu direkt bağlantıların karşılaştırılmasında antisemitizm için Nazi ideolojisinden öncesine ait antisemitizm örnekleri, İslamofobi için ise günlük gazete örnekleri sunulabilir.
Değişen Aktörler, Değişmeyen Kalıplar
1. Ele geçirme: Yahudilerin, liberalizm ve demokrasiyi yayıp, kilise ve monarşinin altını yavaşça kazıyarak dünya egemenliğini ele geçirecekleri fikri 1700’lerden beri yaygındır. Norveçli antisemitik dergiler “Yehuda’nın dünya egemenliği” konusunu defalarca işlemişlerdir. Bu ele geçirme söylentisinin bir benzeri de Müslümanlar için ileri atılmaktadır (Eurabia teorileri). Birçok Avrupa ülkesinde, toplumun kalan kesiminin gerçekleri göremediği, büyük altüst oluşlara varabilecek olayların gelişeceği konusunda uyarılar yapan kitaplar basılmıştır (Bawer 2006, Berg 2007, Storhaug 2006, Falachi 2004). Bu ayaklanmaların sebepleri söyle belirtilmektedir: “Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslüman Avrupa değerlerine sahip değildir. Avrupa, büyümekte olan Müslüman azınlığı dikkate almayarak kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Müslümanlar ilk ve öncelikli olarak İslami kanunlara önem verirler; yüksek doğum oranları ve göç yolu ile Avrupa’daki Müslümanlar Avrupa’yı ele geçirme planları yapmaktadır.”
Yahudi ve Müslümanlara yönelik ifadelerden bazıları şunlardır:
“Yüksek mertebeler yabancı, göçmen kişiler tarafından ele geçirilecek ve ülkemizin kendi evlatları köle, hizmetçi gibi makamlara kadar düşecekler… Bu hayali bir hikâye değil, tamamen gerçek… Yahudiler dünya egemenliğini ele geçirmek için var güçleriyle çabalamaktadır.” (Nationalt Tidsskrift, 1926:7)
“İslam en az beş güçlü silaha sahiptir: Din, göç, doğum, petrol ve yıllardır süren sabır. Tüm bu faktörler tek başına ya da toptan genişleme ve hâkimiyet kurmaya doğru yol alındığını göstermektedir.” (Berg 2007:27)
Antisemitik ve İslam karşıtı metinlerin her birinde ülkenin misafirperverliğinin nasıl istismar edildiği vurgulanır. Bawer, Norveç’teki refah düzeyinin Müslümanlar tarafından nasıl sömürüldüğünü tanımlarken; Eivind Saxlund da Yahudilerin dinî vecibelerini yerine getirmeleri konusunda sağlanan özgürlüğü eleştirerek, “‘Din özgürlüğü için’ sinagog ve kendilerine ait okullar kurma imkânı verilmiş; bu da gerçekte devlet içinde devlet oluşturmuştur.” demiştir (1922:35). Antisemitizmde Yahudilerin tehdit oluşturmalarının esas sebebi “içeride” olmalarıdır. Buna benzer olarak en çok korkulan Müslümanlar da Avrupa’daki Müslümanlardır. Avrupa’nın Müslümanlaşacağı korkusu, antisemitik metinlerde çok kez dile getirilen “Avrupa’nın Yahudileşeceği” korkusu ile kıyaslanabilir.
2. Sol kanatın saflığı: 20. yüzyılın başında birçok metinde Avrupa ülkelerinin, bugün sol kanada yöneltilen eleştirilerden pek de farklı olmayan bir şekilde Yahudilerin oluşturduğu tehdide karşı ülke olarak nasıl zayıf kaldıkları vurgulanmıştır. Bu vurguya göre sol kanat, kültürel relativizm adı altında Avrupa’nın Müslümanların ellerine düşmesine izin vermektedir ve İslam’ın temsil ettiği değerlere karşı değerlerimizi korumakta yetersiz kalmaktadır. Antisemitizmde de liberal ve sol görüşe sahip güçler “Yahudi savunucusu” ve “özünü inkâr eden saflar” olarak yaftalanmışlardır.
3. Tanrı tarafından emredilen nefret: 20. yüzyılın ilk yarısındaki Yahudiler ve bugünkü Müslümanlar dinî inançlarına bağlı kişiler olarak tanımlanmışlardır. “Biz”, dinin nüfuz sahasına ait olan şeyler ile dünyevi hayatımız arasında bir çizgi çekebiliyorken, “onlar” ikisini birbirine karıştırmaktadır. Bu yüzden “onların” dinî kimlikleri her zaman öne çıkan baskın özellikleridir. Antisemitik bir metinden örnek vermek gerekirse: “Bizim için topluma ait dünyevi meseleler, Yahudiler tarafından dine ait olarak düşünülmektedir.” (Saxlund 1922:35)
Böylece iki dinin mensuplarının hem müşterek zihniyetleri hem de içinde yetiştikleri din, otoriter yapılar tarafından şekillenmiş olarak tanımlanmaktadır. Antisemitizmde Yahudi toplumu, tüm gücün sinagog etrafında toplandığı teokratik bir toplum olarak görülmektedir. Buna benzer şekilde imamlara ve camilere de bugün büyük bir şüphe ile bakılmaktadır. Din, o gün olduğu kadar en az bugün de stereotiplere sebep olmaktadır. Örneğin Museviliğin politik bir din olduğu vurgusu şöyle yapılmıştır:
“Yahudilerin dini, bizim anladığımız gibi bir din değildir; belki de daha doğru şekilde tanımlanırsa bir yasadır. En öz şekliyle siyasettir; tecrit siyaseti.” (Saxlund 1922:12)
Saxlund’un dinî kimliğin siyasi ve ayrımcı olduğuna yaptığı vurgu, çarpıcı bir şekilde İslam’ın homojenleştirilmesi ile benzerdir. Günümüzde İslam hakkında yazılan yazılardan bu dinin, hoşgörü, kurtuluş ve barış dini olduğunu anlamak zordur. İslam, tıpkı Yahudilikte olduğu gibi siyasi ve tecrit yanlısı bir din gibi tanımlanmaktadır.
Bir din, herhangi bir azınlığı olumsuz anlamda tanımlamak için kullanıldığında, tanımlamayı yapanların ortak vasfı, dinî öğretilerinin sadece belli bir kitleye hitap etmesine ve “dışlayıcılığına” dikkat çekmeleridir. Aşağıdaki alıntılardan ilki antisemitizmin, ikincisi ise İslamofobi’ye örnektir:
“Buna göre, Yahveh sadece Yahudilerin tanrısıdır. Yahudi ırkının tanrısı ve Yahudiler de, kendilerine söz verilen dünya hâkimiyetine karşılık olarak ona ibadet eden kişilerdir. Başka bir deyişle diğer insanlar, diğer ırklar Yahudilerin düşmanı olmalıdır.” (Saxlund 1922)
“Batı vatandaşı olarak ahlaksızız ve bu yüzden Müslümanlar tarafından ‘kâfirler’ ve ‘köpekler’ olarak tanımlanırız.” (Berg 2007:44)
“Kendilerini” dinlerinin faziletinden dolayı “bize” üstün saymaları, kimlik politikalarında kanıt olarak ileri sürülmektedir. Tanrılar da bu kıyaslamaya dahil edilirler; buna göre Allah ve Yahveh katı ve nefret dolu iken, İsa merhametli ve şefkatlidir.
4. Cinsel meta olarak erkek: Yahudiler aşırı derecede kadınsı ve kibirli olarak tasvir edilirken, Müslümanlar aşırı derecede erkeksi tasvir edilmektedir. Bu, dualizm mantığını ortaya çıkarttığı için ilginçtir: Günümüzde yaygın erkek imajı, yirminci yüzyılın başında hüküm süren erkek imajından çok daha az maçodur. İdeal “yeni erkek” imajı ile bağlantılı olarak Müslümanlar, gerçek dışı bir şekilde erkeksi görülmeye başlamıştır. Erkeksileştirme ya da kadınsılaştırma fark etmeksizin, hem Yahudiler hem de Müslümanlar kontrolden çıkan cinsel meta olgusuyla ilişkilendirilmektedir. Yahudiler, karikatürize bir şekilde azgın kişiler, kadın satıcıları veya cinsel tacizciler olarak tasvir edilmiştir. Kadınların İslam’a göre giyinme tarzı ise, Müslüman erkeklerin kadın saçını, dizini ya da kolunu gördükleri zaman kontrolden çıkacak kadar azgın oldukları varsayımıyla açıklanmaktadır.
5. Kadınlara muamele: “Yahudiler çok eşliliğe ruhsat vermiştir ve çok eşlilik şeriat ile yönetilen devletlerde hâlâ uygulanmaktadır. Kadınların sinagoga girmesine yılda sadece bir kez izin vardır. Evlendikleri zaman saçları kesilir ve şapka ya da peruk takarlar.” (Saxlund 1922:55)
Çok eşlilik, kadının ibadet mekânına giriş izni ve kadının saçını kapatması, yukardaki örneklerde de gördüğümüz gibi, İslam hakkında günümüzdeki tartışmalarda yeni üretmediğimiz üç ana konudur. “Diğer” kadınlara nasıl muamele edildiği grup kimliğinin kurulmasında ayırt edici bir özellik olarak sunulmaktadır; hem Yahudiler hem de Müslümanlar kadına baskı ile özdeşleştirilmiştir.
6. Uyum isteksizi olmak: “Diğerlerinin” ulus devlete sadık olup olmadıkları sorunu sadece devleti ele geçirecekleri komplosu ile değil, ayrıca bu kişilerin yaşadıkları devlete gerçekten uyum sağlayıp sağlayamayacakları ile de ilişkilendirilmiştir. Yahudiler için kendi kimliklerinin, İngiliz, Norveçli veya Fransız kimliklerine oranla her zaman önde olacağı düşüncesi antisemitizm tarihinde bilinen bir olgudur. Bunun sebebi, “bunu kendilerinin istemeleri” olarak görülür; kendi istekleri ile varoşlarda yaşadıkları için uyum sağlama isteğinden yoksun olduklarının altı çizilir. Günümüzdeki tartışmalarda ise genellikle Müslümanların “toplumun büyük kesiminin” yaşadığı bölgelerin dışında yaşamak istedikleri ve “toplum içinde kendi topluluklarını izole eden vatandaşlar oldukları” belirtilmektedir.
7. Hümanizm eksikliği: Antisemitik metinlerde, Musa’nın Kanunu’ndan başkasına itaat etmeyen bir Yahudi ahlakından bahsedilir. Müslümanlar tanımlanırken ise onların kişisel olarak gelişen ve evrensel olan ahlaki değerlerden yoksun oldukları belirtilmektedir. Saxlund, “Hümanizm ve özgürlük (Yahudiler arasında) bulunmamaktadır.” diye belirtmiştir (1922:34,35). Yahudilerin hisleriyle değil akıllarıyla hareket ettikleri söylenmiştir. Buna benzer olarak Müslümanların da hisleri göz önünde bulundurmadan kendilerine telkin edilen doktrinler ve otorite ilişkilerinin tesiri altında oldukları söylenmektedir.
Antisemitizmi Avrupa’daki bir azınlığın analizini yaparken karşılaştırmalı bir kaynak olarak kullanmak ile Yahudilerin tarihteki durumunu günümüzdeki Müslümanlarla kıyaslamak aynı şey değildir. Fakat Yahudi Tarihi profesörü Esther Benbassa’nın da ileri sürdüğü gibi her iki örnekte de görülen dışlayıcı mekanizmalar, Avrupa’nın toplum mühendisliği hakkında bilgi vermektedir. Yahudilere karşı asırlarca süren ayrımcılık birikimimiz, yeni bir grubu olumsuz olarak yaftalama mekanizmaları devreye girdiğinde bu mekanizmaları araştırmada yardımcı olacaktır. Yine bu karşılaştırma, azınlıkları olumsuz stereotiplerle tanımlama konusundaki kültürel birikimimiz hakkında da bir şeyler söyleyebilir.
Kendini beğenmişlik, diğerlerini ayıplama ve öncü kimlik mekanizmaları, geçen yüzyılın antisemitizmi ve bugünkü İslam karşıtı tartışmalarda kendini açıkça belli ediyor. Eğer stereotipleştirme eğilimlerinin nasıl oluştuğu ve nasıl bir temele sahip olduğu konusunda farkındalık oluşturulabilirse, toplumsal kutuplaşma en büyük desteklerinden birini kaybedecektir. Tarihi ya da tarihî farklılıkları kullanarak “diğerlerinin” nasıl tasvir edildiğine dikkat çekilirse bu tür kalıp yargıların geçerliliğini yitirmeleri sağlanabilir. Tarihimizde antisemitizmde kullanılan ve günümüzde İslam karşıtı söylemlerde görülen klişeleri gün yüzüne çıkarmak, İslamofobi’nin palazlanmasına engel olacaktır.