'Hanau'

Seda Başay Yıldız: “Almanya’nın Kurumsal Irkçılık Sorunu Var”

Aşırı sağcı bir saldırgan Hanau’da bundan iki sene önce 2 farklı mekânda 9 kişiyi öldürdü. Kaloyan Velkov, Fatih Saraçoğlu, Sedat Gürbüz, Vili-Viorel Păun, Ferhat Unvar, Gökhan Gültekin, Mercedes Kierpacz, Said Nesar Hashemi ve Hamza Kurtović bu ırkçı saldırıda hayatlarını kaybetti. Hanau saldırısında yakınlarını kaybeden ailelere hukuki destek sunan Avukat Seda Başay-Yıldız’la Hanau saldırısını ve Almanya’da ırkçılıkla ceza hukuku alanında mücadele imkânlarını konuştuk.

Fotoğraf: Perspektif.

Seda Hanım siz çok uzun yıllar Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütüne yönelik davada Şimşek ailesini temsil ettiniz. Hanau sizin açınızdan bir dejavu oldu mu?

Açıkçası NSU davası kapandıktan bu kadar kısa bir süre sonra tekrar böyle bir şeyin olmasını beklemiyordum. Demek ki Almanya hâlâ bir ırkçılık sorununun olduğunu anlamış değil. NSU’da dönemin şansölyesi Merkel birçok vaatte bulunmuştu. Ama aynı şeyi Hanau’da tekrar yaşadık.

Hanau katili psikolojisi bozuk, paranoid şizofreni hastası birisi. Polise saldırmış, akabinde polis tarafından hastaneye yatırılmış. Böyle birisinin silah sahibi olma ruhsatı nasıl olur hâlâ anlayabilmiş değilim. Bu bir yabancı olsaydı veya yabancı isimli bir Alman vatandaşı, asla silah sahibi olamazdı. Katil her türlü sicilinin olmasına rağmen sadece silah sahibi değil, aynı zamanda atış dersleri almış, yıllarca hazırlanmış. Bütün bu skandalların gerçekleşebilmiş olması, Almanya’da NSU’dan bir şey öğrenilmediğini ve hatta bundan sonra da böyle şeylerin olabileceğini gösteriyor.

Seda Başay Yıldız: “Failin Babasının İfadesi Doğru Dürüst Alınmamış”

Hanau saldırısıyla ilgili savcılığın hazırladığı çok kapsamlı bir soruşturma dosyası var. Bu dosyayı incelerken, sizin açınızdan açıkta kalan sorular hangileriydi?

Özellikle iki soru var: Birincisi daha önce de söylediğim gibi poliste sicili olan, psikolojisi bozuk birisinin silah sahibi olması. İkincisi, 95 bin nüfusu olan bir şehirde saldırının olduğu gece polisin acil durum hattında sadece bir kişinin çalışıyor olması. İlk olay yerinde katil 3 kişiyi öldürdükten sonra Vili-Viorel Păun, katili takip ederken polise ulaşmaya çalışıyor. Fakat ulaşamıyor. Bu bile tek başına büyük bir skandal.

Diğer bir soru işareti ise katilin babasının rolü. Polis ve savcılık, failin babasının doğru dürüst ifadesini almamış. O geceki konuşmalardan protokole geçenlerde, kendisinin güya uyuyor olduğu, hiçbir şey duymadığı, oğlunun silah sahibi olduğunu bilmediği ifadeleri yer alıyor. Bunların hiçbiri bana inandırıcı gelmedi çünkü savcılığın detaylı araştırmasında, katilin ilkokuldan tutun lise ve üniversite yıllarındaki ve iş yerindeki tanıdıklarına kadar birçok kişinin ifadesinde babasıyla arasında çok iyi bir bağ olduğu bilgisine rastlıyoruz. Aralarından su sızmadığından, oğlunun sorunları olduğu zaman avukatı bulan, mektupları yazan, yani oğluna her türlü yardımda bulunan bir babadan bahsediyorlar. 43 yaşındaki katil, uzun zamandan beri anne babasıyla yaşıyor. Oğlunun her şeyi ile böyle yakından ilgili bir babanın aynı gece hiçbir şey duymadığına, hiçbir şey bilmediğine, en önemlisi oğlunun silah sahibi olduğunu, silah ruhsatı olduğunu ve atış dersleri aldığını bilmediğine hiç ihtimal vermiyorum.

Düşünün, Almanya’nın en büyük savcılığı soruşturmayı yürütüyor ve avukatlar olarak olaydan 10 ay sonra bize verilen dosyada bizim gözümüze ilk çarpan bunlardı. Bu nedenle biz, davada olan tüm avukat arkadaşlar babaya karşı cinayete yardımdan suç duyurusunda bulunduk. Ancak geçtiğimiz aralık ayında soruşturma yeterli delil olmadığı gerekçesiyle kapatıldı.

Katilin Babasının Yazdığı Hakaret İçeren Mektuplar

Katil, Kesselstadt’taki olay yerinin yakınlarında ailesiyle birlikte bir müstakil evde oturuyor. Olay gecesi cinayetlerden sonra polis katilin evini sarıyor. Evin üzerinde helikopter uçuyor, özel komando birlikleri geliyor, köpekler getiriliyor, bomba imha uzmanları var. Evin kapısı kırılıyor, katilin annesi ve kendisi öldürülmüş ve baba koridorda duruyor polis eve geldiği zaman. Balistik inceleme de galiba ilk etapta yapılmamış…

Evet, sizin de dediğiniz gibi bu kadar olay oluyor ve baba hiçbir şey duymuyor. Anne yatalak, hasta, bütün gece anneye hiç bakılmamış. Aslında bakıma muhtaç bir kadın. Hiçbir şekilde gidip de annenin durumuna bakılmamış. Babanın anlattığına göre, şahıs eşinin oğlu tarafından öldürüldüğünü de görmemiş.

Çok büyük bir kriminalist, bir hukukçu, bir polis olmanıza gerek yok. Yani normal bir vatandaşa bile bunlar inandırıcı gelmez. Aynı evde yaşıyor ve hiçbir şey bilmiyor. Dikkatli baktığınızda çok çelişkili ifadeleri var. Hatta saldırıdan sonra babanın ifadesi bile alınmamış, sadece polise söylediği ve protokole alınan şeyler var. Failin babası bu protokole göre olay gecesi mesela saat 8’de yatmış. Oysa saat 20:40’ta evlerindeki birinci kattaki bilgisayarın kullanılmış olduğunu biliyoruz. Birinci kattaki bilgisayarı yatalak olan anne kullanamaz çünkü alt katta yatıyor. Katil olan oğlu da saat 8’de evi terk ediyor. Yani 20:40’ta bilgisayarı kullanan sadece baba olabilir o evde. Ama kendisi “Ben 8’de yatağa yattım, uyuyordum.” diyor. Bunun gibi birçok çelişkili ifadesi var.

Dahası cinayetlerden sonra katilin babası, resmî kurumlara mektuplar yazmış ve oğlunun öldürdüğü kişilerin aileleri hakkında hakaretamiz ifadeler kullanmış. Polisin bunların üzerinde durmaması bana hiç inandırıcı gelmiyor. Biz yine de denedik, suç duyurusunda bulunduk. Bu çelişkileri sayfalarca anlattık. Sonunda soruşturma kapatıldı. Ben bunu ailelere de söylemiştim, “Bundan bir şey çıkmayacak ama biz yine de deneyelim, yapmadığımız bir şey kalmasın içinizde.” demiştim. Hukuki her yolu denedik, her şeyi deneyeceğiz. Ama sonunda yine, “Bunu yapan sadece bir kişiydi, başka hiç kimse bilmiyordu. O kişi de kendini öldürdü, olay kapandı.” cevabıyla karşılaşıyoruz.

“Bir Alman Olsaydı Yaklaşım Çok Farklı Olurdu”

Bu anlattıklarınız ışığında ortaya çıkan resme baktığımızda tüm bunları basit bir beceriksizlik ve kurumsal hata olarak açıklamak mümkün mü?

Bu Almanya’nın polis teşkilatında var olan kurumsal bir sorun. NSU’da da tartışıldı ve düzeltileceği söylendi ama aynı şey tekrar yaşandı. Katil üç kişiyi öldürüyor, sonra arabasına biniyor, başka bir yere gidiyor, takip ediliyor. O esnada birisi polise ulaşmaya çalışıyor ama polise ulaşılamıyor. İkinci olay yerine gidiyor, 6 kişiyi öldürüyor, tekrar arabasına biniyor, eve gidiyor, polis hâlâ yok. Olay yeri milyon nüfusluk bir şehir değil 95 bin nüfusu olan Hanau! Ancak olaydan yarım saat, 45 dakika sonra polis olay yerine geliyor ve arabayı tespit ediyor. Yani katil 9 kişiyi öldürdükten sonra başka bir yere daha gitseydi, 20-30 kişiyi, belki 100 kişiyi daha öldürebilirdi. Çünkü silahında mermi var ve polis ortalıkta yok.

Bu esnada kurban aileleri Heumarkt’ta ya da Kesselstadt’ta bir şeylerin olduğunu duyuyor ve olay yerine gidiyorlar. Gece boyunca insanlar orada bekletiliyor, bilgi verilmiyor. Sonra herhangi bir liste okurcasına ölen kişilerin isimlerini okuyorlar. Ama ailelerle ilgilenen yok, ne bir doktor, ne bir psikolojik destek… Kardeşini kaybeden Çetin Gültekin bana, “Ben anneme-babama evlatlarını kaybettiklerini nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Bana lütfen yardım edin. Ben kendim hazmedemeden şimdi gidip onlara bunu nasıl söyleyeceğim?” diye sormuştu. Hayatını kaybedenlerin aileleri olaydan sonra tamamen yalnız bırakıldı.

Her zaman bunu söyleyen bir insan değilim ben, ama bu bir Alman olsaydı yaklaşım çok farklı olurdu. NSU’da Alman polis memuru Michele Kiesewetter öldürüldüğü zaman, annesine bildirmek için yanlarında aileyi tanıyan birisini ve bir rahibi götürdüler. Belediye başkanı da onlara eşlik etti. Ancak bu şekilde, yanlarında psikolojik destek verecek insanlarla birlikte anneye kızlarının öldürüldüğünü açıkladılar, ki doğrusu da buydu. Aileye hemen psikolojik destek verildi, ailenin ifadesi hemen değil, ancak yas sürecinden sonra alındı. NSU’da benim Türkiye kökenli müvekkillerim ise ailelerini kaybettikleri gün karakola çağrıldılar, defalarca sorgulandılar. NSU’dan ders alındığı söyleniyor ama anlaşılan o ki hiçbir şey öğrenilmemiş! Size soruyorum, bu kurumsal ırkçılık değil de ne? Ölenler Alman olsaydı kesinlikle böyle yapılmazdı.

“Bir Şeyi Değiştirmek İçin Öncelikle Hatayı Kabul Etmek Lazım”

NSU davasındaki tüm bu kurumsal sorunların ardından şimdi Hanau’daki ailelerle konuşurken bu kötü tecrübeden biraz soyutlayabiliyor musunuz kendinizi? Yani biz bu mücadeleyi cesaretimizi ve umudumuzu kaybetmeden yine de sürdüreceğiz.” diyebiliyor musunuz?

Bu konu üzerine teorik konuşmak farklı bir şey; çocuklarını kaybetmiş insanlarla konuşmak tamamen farklı bir şey. Ben ailelerle görüşüyorum. Evlatlarını kaybetmişler. Yaraları hâlâ taze. Kafalarında bir sürü soru işareti var. Almanya ne yapsa evlatlarını geri getiremeyecek. Sedat Gürbüz’ün annesi Emiş Gürbüz, “Mezarlık benim oturma odam oldu.” dedi. Bu o kadar büyük bir acı ki!

Ben avukat olarak onlara en azından hukuksal açıdan iyi bir şeyler söylemek istiyorum, her şeyin soruşturulduğunu söylemek istiyorum. Ama söyleyemiyorum çünkü soruşturulmamış. Zaten sevdikleri birisini kaybetmişler. Bir de bu hukuki problemlerin onların iyice psikolojilerini bozduğunu, onları daha depresif hâle getirdiğini görüyorum. Ama bazı şeyleri de söylemek zorundasınız, bunları bilmek zorundalar. Diğer yandan Hanau, Almanya gündeminden düşüyor. Şimdi yıldönümü olduğu için tekrar gündeme geldi. Üç hafta sonra yine hiç kimse konuşmayacak ne yazık ki…

Ama biz konuşmaya devam edeceğiz, başka çaremiz yok. Sürekli gündeme getirmesek, söylemesek, eleştirmesek hiçbir şey değişmeyecek. En azından bir dönüşüm ihtimali var, ona güveniyorum.

Herkes böyle haberleri izliyor ve “Bize bu olaylar çok uzakta” diyor. Hanau’da çocuklarını kaybedenler de, “Solingen’i, Mölln’ü televizyondan seyrettik.” diyorlardı. Niye biz bu insanlara sahip çıkmıyor, arkalarında durmuyoruz? Saldırıdan altı ay sonra şehrin merkezî bir yerinde toplandık. Aileler ve onları destekleyenler geldi, konuşmalar yapıldı. Ellerimizde pankartlarla sokaklarda yürüdük. Biz ölen insanlar için adalet isterken, o kafelerde oturup hiçbir şey olmamış gibi kahvesini içmeye devam eden insanlar vardı. Bu vurdumduymazlığı anlamak çok güç.

** Perspektif’in Hanau terör saldırısı konulu 298. sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler