'Yurt Dışında Oy Hakkı'

Bir Araştırma Dersi Penceresinden Yurtdışında Oy Kullanma Hakkı

Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarına 2012'de oy kullanma hakkının tanınması Türkiye'deki mevcut siyasi kutuplaşmanın gölgesinde tartışılan bir konu olmaya devam ediyor. Ancak yaşanan yoğun göç dalgaları sonucu bu uygulamanın küresel ölçekte yaygınlaştığı görülüyor.

Fotoğraf: Yasemin Yurtman Candemir / Shutterstock.com

Salgınla mücadele amacıyla uygulanan karantina önlemleri eğitimin her aşamasında büyük güçlükler oluşturdu. UNICEF gibi uluslararası kurumlar özellikle gelişmekte olan ülkelerde temel düzeyde uzaktan eğitime geçilmesinin çocuk işçiliği (2021) ve evliliğini (2021) artıracağına ilişkin uyarılarda bulundu. Yükseköğretim açısından ise tıp ve mühendislik gibi alanlarda uygulamalı derslerin nasıl gerçekleştirileceği önemli bir gündemdi.

Her ne kadar bu gündemde kendine bir yer bulamamış olsa da psikoloji ve sosyoloji gibi bölümler için de uygulamalı derslerin nasıl işleneceği mesleki formasyon açısından bizleri düşündüren bir konu oldu. ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde vermiş olduğum #SOC400, lisans öğrencilerinin bir araştırmanın nasıl tasarlanacağına dair deneyim kazandıkları bir derstir. Her sene öğrencilerin ilgisi doğrultusunda bir konu belirlenir ve dönem içerisinde hazırlıklar tamamlandıktan sonra kimi zaman Mersin yaylarında yörüklerle ya da kimi zaman Ankara’nın gecekondu semtlerinde tasarlanan araştırma gerçekleştirilir. Fakat 2021’de değil seyahat etmek beşeri temastan kaçınmamız gerektiğinden bu dersi nasıl gerçekleştirebileceğimize dair özel bir fikir üretmek gerekti.

Doktora araştırmasını 2000’lerin sonunda göç üzerine tamamlamış bir sosyal antropolog olarak göçmenlerin yeni iletişim teknolojilerine ne kadar hızlı uyum sağladıklarına tanıklık etme şansım olmuştu. Son iki yüzyıllık uluslararası göç literatürüne baktığımızda topluluk dayanışmanın sıla ile gurbet arasındaki mesafeye karşın korunabilmesinin göçmenliğin en başat meselesi olduğunu görüyoruz.

Söz gelimi, Thomas ve Znaniecki’nin 1918-20 yılları arasında yayımlanan beş ciltlik Avrupa ve Amerika’daki Leh Köylüler kitabı bugünkü Polonya’dan özellikle Birleşik Devletlere göç eden yüz binlerce göçmenin ve geride kalan ailelerinin mektuplaşmayı bu amaçla nasıl bir araç olarak kullandıklarını inceler. Leh köylülerin mektup, Almanya’da doldurulan ses (1960’lar) ve sonrasında video (1980’ler) kasetlerini köylerine göndermelerine ve daha sonrasında uydu teknolojisine dayalı telefonlara (1990’lar) kadar göçmenlerin iletişim araçlarını oldukça yaratıcı bir biçimde kullandıkları görülüyor. 2000’lere geldiğimizde ise internetin hayatımıza girmesiyle birlikte sosyal medya araçlarına dayalı hızlı ve masrafsız iletişim kanallarının yanı sıra köy internet sitelerindeki “çevrimiçi kabir ziyareti” gibi müstesna buluşlarla göçmenler bu yeni teknolojiye uyum sağlamakta oldukça başarılı oldular.

Buradan hareketle ben de 2021’deki dersi göç konusu üzerine inşa etmeye karar verdim. Bu geniş konu başlığı altında bir mesele olarak 2012 yılında tanınan ve ilk defa 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde hayata geçen yurtdışında oy kullanma hakkına odaklanmanın yerinde olacağını düşündüm.

Nedir Bu Yurtdışında Oy Kullanma Hakkı?

Ders kapsamında gerçekleştirdiğimiz araştırmanın bulgularını sunmadan önce yurtdışında oy kullanma hakkı sorusunu kısaca tartışmak gerekli olacak sanırım. Bildiğiniz üzere modern ulus devletlerin en temel dayanak noktalarından biri vatan olarak tanımlanan bir alan üzerinde yaşayan nüfusla bu alanın egemen tek temsilci kurumu olan devlet arasındaki karşılıklı hak ve ödevlere dayalı kurulan vatandaşlık bağıdır. Bu bağın meşruiyeti ise vatandaş olarak tanımlanan her bireyin siyaseten temsil edilmesine dayanır. Oy kullanma hakkı bu temsilin en temel göstergesidir.

Uluslararası göçlerle birlikte milyonlarca insanın vatandaşı olduğu ülkelerin dışında yaşamaya başlaması bu kurgu açısından iki yönlü bir sorun oluşturdu. Özellikle ilk kuşak göçmenler gerek hayatlarını sürdürdükleri gerekse de hâlen vatandaşı oldukları (ve geri dönmeyi umdukları) ülkelerde genel seçimlere katılamıyor ve bu düzeyde siyaseten temsil edilmiyorlardı. Göç alan ülkeler açısından bu büyük genellemenin çifte vatandaşlık ya da ikameti temel alarak siyasal temsil hakkı tanınması (denizenship) gibi önemli istisnaları olduğunu da belirtmek gerekir. Fakat buna karşın anavatan seçimlerinde oy kullanılması henüz 1900’ların başında itibaren göçmenler tarafından politik bir hak olarak dile getirilmeye başlandı. Almanya’da vatandaşlık değiştiren Türkiyeli göçmenlerin bu durumu “pasaport yakmak” olarak adlandırıldığını da hatırlarsak konunun bu hakkı talep etmenin anavatanla olan bağı imlemesi açısından duygusal bir anlamı olacağını da düşünmek gerekir.

Necati Anaz ve Mehmet Köse’nin, Diaspora Seçim Coğrafyası (2020) kitabında tartıştığı üzere Türkiye’de bu konunun tarihçesi uluslararası göçün başladığı 1960’lara uzanıyor ve göçmenlerin bu en temel vatandaşlık hakkından mahrum kalması üzerinden tartışılıyor. Fakat dönemin teknik ve siyasi şartlarında, devletin egemen olmadığı bir yerde oy kullanma işleminin nasıl gerçekleşeceği ve oyların kullanıldığı yerde sayılması ilkesinin nasıl korunacağı gibi sorulara bir cevap bulunamadığından, bu hakkın nasıl tanzim edileceği konusunda bir sonuca bağlanamıyor. 1995 yılına gelindiğinde ise bulunan ara çözüm göçmenlere bir aylık bir süre zarfında gümrük kapılarında oy kullanma hakkı tanınması oluyor.

Dolayısıyla 2012 yılında yasallaşan bu hakkı ulus devlet egemenliği açısından uluslararası göçle birlikte oluşan yüzyıllık bir sorunsal olarak görmek gerekiyor. Nitekim aşağıdaki tabloya baktığımızda yurtdışında oy hakkının tesadüfen gündeme gelmediği, yaşanan uluslararası göç dalgaları ve göçmenliğin dönüşümüne koşut bir olgu olarak küresel ölçekte yaygınlaştığı görülecektir (Sevi, Mekik, Blais ve Çakır 2020: 211).

 width=
  Farklı ülkelerin yurtdışında oy hakkını tanıdığı dönemler

1970’lerde anadil eğitimi sağlanması ve 1984 yılında kurulan DİTİB düşünüldüğünde Türkiye’nin göçmenleri kendi egemenlik alanının bir uzantısı olarak görmesi de yeni bir olgu değil. Fakat yeni olan yurtdışında oy kullanma hakkının Türkiye’nin 2010’larla birlikte yöneldiği yeni diaspora siyasetine bağlı olarak araçsallaşması. Hatırlarsak, 11 Şubat 2008 tarihinde Almanya’nın Köln kentinde düzenlenen büyük bir etkinlikte dönemin Başbakanı Erdoğan 15 bin göçmene hitap ederken asimilasyonu “insanlık suçu” ilan etmiş ve gurbetçileri dillerine, inançlarına ve kültürlerine sahip çıkmaya çağırmıştı. Bu çağrı, 27 Şubat 2011 tarihinde Düsseldorf’ta tekrarlanmış ve 12 bin göçmene seslenen Erdoğan, yeniden düzenlenen “mavi kart” kart sistemiyle Almanya’nın çifte vatandaşlığa uyguladığı engelleri aştıklarını, Türkiye’nin uluslararası çıkarlarını destekleyebilmek için göçmenlerin mutlaka iyi düzeyde Almanca öğrenmeleri ve eğitime katılmaları gerektiğini söylemiş ve çok yakın bir zamanda Avrupa’da göçmen olarak yaşayan tüm vatandaşların oy kullanabilmesi yönünde düzenleme yapacaklarını duyurmuştu. Dolayısıyla, bu yeni diaspora siyaseti beş milyon Türkiye kökenli göçmenin yaşadığı Batı Avrupa devletleri tarafından “agresif” görülmüştü (2013).

Sadece uluslararası ilişkiler değil iç siyaset açısından da konu son yıllarda “sokak röportajı” olarak anılan videolarda ya da parodi olup olmadığının anlaşılması güç sosyal medya paylaşımlarında karşımıza çıkan “gurbetçi” karakterine duyulan bir tepkiyle de linkaja girmiş durumda. Söz gelimi Hüseyin Çalışkaner’in 11 Temmuz tarihinde attığı bir Tweet kısa sürede büyük bir etkileşim almış ve gelen yorumlar yurtdışında oy kullanma hakkının Türkiye’de nasıl algılandığı konusunda bir vaka teşkil etmişti. Avrupa’da sosyal demokrat fakat Türkiye’de sağ ve muhafazakâr partileri desteklemek yönünde oy kullandığı bilinen göçmen kümesinin Türkiye’de yaşamıyor olmalarına karşın buradaki siyasal iktidarı belirleyebilecek olmalarına yönelik temel itiraz bu tepkilerin genel çerçevesini çiziyor. Tesadüftür ki Rümeysa Aydın’ın “gurbetçi nefreti” konusunu tartıştığı ve yurtdışında oy kullanma hakkına karşı duyulan tepkileri de bu çerçevede değerlendirdiği yazısı bu hadiseden bir gün önce yayınlanmıştı.

Hüseyin Çalışkaner’in Tweeti (Müsaadesiyle kullanılmıştır).

Sonuç olarak:

2012 yılında yasallaşan ve ilk kez 2014 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde uygulanan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup göçmen olarak yurtdışında yaşayan kişilerin ikamet ettikleri ülkelerde oy kullanabilmesine hak tanıyan yasayla ilgili vurgulanması gereken birkaç nokta var:

  • Bu konu sadece Türkiye’nin değil kendi sınırları dışında vatandaşı bulunan hemen tüm devletler açısından bir gündemdir ve özellikle 2000’lerle birlikte küresel ölçekte bir yönelime dönüşmüştür.
  • Kaldı ki Türkiye 1995 yılında bu hakkı gümrük kapılarıyla sınırlandırarak hâlihazırda tanımıştı.
  • Diğer yandan, bu yeni yönelim küreselleşme çağında ulus devletlerin geçirdiği dönüşüme koşut olarak göçmen toplulukların anavatanla ilişkilerini güçlendirmek amacını taşıyan diaspora inşa siyasetlerinden bağımsız düşünülemez. Nitekim bir İsveç siyasi partisinin Konya-Kulu’da “izin sezonunda” memleketlerini ziyaret eden seçmenlerine Türkçe seslenmesi ya da 2007 AB üyeliği sonrasında Bulgaristan vatandaşlığı geri kazanan 1989 göçmenlerinin Bulgaristan genel seçimleri için İzmir’de kurulan sandıklarda oy kullanabilmesi de bu küresel yönelimin diğer örnekleri olarak görülebilir.
  • Göçmenlerin vatandaşı oldukları, aile üyelerinin yaşadığı, aile ilişkilerinin ulusötesi evliliklerle güçlenerek sürdüğü, yurtdışında doğan çocuklarını okumak için gönderdikleri ve belki bir noktada dönmeyi düşündükleri ülkelerin siyasetinde söz hakkı olması bir vatandaşlık hakkı olarak görülmelidir.
  • Kaldı ki hâlen vatandaşlığı koruyan farklı kuşaktan erkelerin zorunlu askerlikle ilgili yükümlülükleri, Türkiye’de yatırımlarla ilgili işlemler ve hatta yurtdışında kullandıkları telefonların Türkiye’de kayıt edilmesi zorunluluğu gibi birçok konu başlığında göçmenlerin talepleri ancak bir seçmen ağırlığı koyabildiklerinde gündeme gelmekte ve çözümü yönünde tartışmalar başlayabilmektedir.
  • Diğer yandan Türkiye’nin yaşamakta olduğu siyasi kutuplaşma konuyu birçok başka tartışmayla ilişkili olarak gündeme getirmekte ve yurtdışında oy kullanma hakkı süregiden siyasi gerginliklerin gölgesinde gurbette yansımaktadır.

Besim Can Zırh

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olan Dr. Besim Can Zırh’ın ağırlıklı çalışma alanları göç, sosyal antropoloji, din antropolojisi, Alevilik ve şehir çalışmalarıdır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler