Uzmanlar “Almanya’da Müslümanlar ve Din Özgürlüğü”nü Tartıştı
Almanya İslam Konseyi (Islamrat) tarafından düzenlenen etkinlik serisinin ilk programda bir araya gelen uzmanlar Almanya’da Müslümanların yaşamı ve dinî özgürlükler konusunu güncel tartışmalar ışığında masaya yatırdı.
Almanya İslam Konseyi (Alm. “Islamrat für die Bundesrepublik Deutschland”) tarafından düzenlenen “Almanya’da Müslümanlar ve Din Özgürlüğü” başlıklı etkinlik serisinin ilki, alanında uzman isimlerin katılımıyla 22-23 Ekim tarihlerinde Köln’de gerçekleştirildi.
İki gün boyunca devam eden programda söz alan uzmanlar Almanya’da dinî özgürlük konusunu güncel tartışmalar ve çeşitli örnekler üzerinden değerlendirdi.
Islamrat Başkanı Burhan Kesici’nin selamlama konuşmasından sonra ilk sözü alan Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Heiner Bielefeldt “Bir insan hakkı olarak din özgürlüğü” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Din özgürlüğünün, insan hakları listesinde üst sıralarda yer alan temel bir hak olduğunu belirten Bielefeldt, “Almanya’da Müslümanlar kendileri için neyin önemli olduğuna kendileri karar vermelidir” dedi. Örnek olarak ezanın dinî uygulamanın ayrılmaz bir parçası olup olmadığına politikacılar veya çoğunluk toplumunun değil, Müslümanların karar vermesi gerektiğini aktardı.
“Müslümanların Dinî Özgürlükleri Hususunda Alman Hukuku Hâlâ Öğrenme Sürecinde”
“Dinî pratiklerin değil, din özgürlüğünün kısıtlanması gerekçelendirilmelidir ve baskın kültür ve çoğunluk toplumunun istekleri dinî özgürlüklerin kısıtlanması için ciddi gerekçeler değildir.” diyen Bielefeldt, Müslümanların dinî özgürlükleri hususunda duyarlılık oluşturma noktasında Alman hukukunun hâlâ öğrenme sürecinde olduğunu ifade etti. Örnek olarak başörtüsü kararlarına atıfta bulunuldu.
“Kamusal alan, ‘boş bir alan’ değil, ‘açık bir alan’ olmalıdır” diyen Bielefeldt, dolayısıyla dinin, dinden arındırılmak suretiyle görünmez hâle getirilemeyeceğini ve devletin kendisini belirli bir dinin veya baskın bir kültürün değil, din özgürlüğünün koruyucusu olarak görmesi gerektiğini belirtti.
“Zorlama dinin bir parçası olamaz, aksi takdirde etkisini kaybeder.” diyen Bielefeldt, seküler devletin de kamusal alanı işgal etmek suretiyle dinin olmadığı bir devlet hâline dönüşmemesi gerektiğini kaydetti.
“Haber Manşetleri Kamuoyu Algısını Olumsuz Etkiliyor”
Almanya’da Müslüman yaşamındaki güncel dinî-sosyolojik gelişmeler ve sosyal kavramlar üzerine bir konuşma yapan Leipzig Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gert Pickel, din sosyolojisinde 3 eşitsiz eğilim olduğunu bunların, sekülerleşme, dinî bireyselleşme ve dinî çoğulculuk olduğunu belirtti.
Almanya’da Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki anlaşmazlığın, 2015 mülteci krizinden önce bile ampirik olarak tahmin edildiğini ve çoğunluk toplumunun İslam’a yönelik tutumunun ağırlıklı olarak olumsuz olduğunu belirtti. Pickel Spiegel, Focus, Stern gibi Alman basınına yön veren medya organlarına yansıyan haber manşetlerinin uzun yıllar kamuoyu algısını olumsuz bir şekilde etkilediğine işaret ederek, “Almanların neredeyse yarısının İslam ve Müslümanlarla temel bir sorunu var” dedi.
Pickel konuşmasında ayrıca din özgürlüğü veya demokrasi gibi terimlerin genellikle kişinin yalnızca kendi rezonans alanını destekleyecek şekilde yorumlandığına işaret etti.
“Temel Haklar Azınlık Haklarıdır”
Hukuk, toplum, siyaset ve inanç soruları üzerine bir sunum gerçekleştiren Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mathias Rohe, Müslüman toplumlarda sekülerizmin olumsuz bir çağrışımı olduğunu, bunun nedeninin ise terimin yanlış tanımlanmasıyla ilgili olduğunu savundu.
“Temel haklar azınlık haklarıdır, demokrasi çoğunluğun her şeyi yapabileceği anlamına gelmez. Bu nedenle demokrasi ve hukuk devleti aynı şey değildir.” diyen Rohe, ezan tartışmaları hakkında, “Zaman özgürlüklerin önemli bir bileşenidir. Acele edip yasal yollardan savaşmak yerine insanları ikna edip yavaş yavaş kazanmalı” şeklinde konuştu.
Geçmişte Almanya’da “siyasi Katoliklik”in de kınandığını hatırlatan Rohe, “Anayasa ve Şeriat arasında bir karşıtlık yoktur. Şeriat’ın küçük bir kısımı kanunlarla ilgilidir ve onlar da zamana ve yere tabi olan kanunlardır.” tespitinde bulundu.
Rohe son olarak, Almanya’da camilere yurt dışından gelen mali yardımları durdurmak amacıyla “cami vergisi” getirilmesi tartışmalarına da değinerek cami vergisinin faydadan çok sorun getireceği yorumunu yaptı.
“Siyasete Yön Veren Toplumun Yaklaşımı”
Programın ikinci gününde söz alan Münster Üniversitesi’nden Prof. Dr. Detlef Pollack, İslam’da din ve sekülerlik anlayışı başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Pollack konuşmasında kavramların Avrupa merkezci yaklaşımdan (Eurocentrism) muaf olmadığını ve tüm kavramların birer konstrüksiyon olduğunun altını çizdi.
Sekülerleşmede 3 yaklaşım olduğunu kaydeden Pollack, bu yaklaşımları: Halkın dinden arındırılması; dinin yavaş yavaş kaybolması ve dinin herkesçe kabul edilen bir şey olmadığı kabulü şeklinde sıraladı. Tüm bu algıların ardında kültürel bir arka plan olduğunu belirten Pollack, kilise hukuku açısından sekülerizmin insanın dinî alandan dünyevi alana geçişi, kültür tarihi açısından ise dünyevi alanın dinî-kültürel kontrolden özgürleşmesi olarak tanımlandığını aktardı.
Refah düzeyinin inanç üzerinde zayıflatıcı bir etkisi olduğunu belirten Pollack, Alman Filozof Habermas’ın “herşeyi mantıkla açıklayamayız, bunun için dinî kaynaklara da ihtiyacımız var” anlamındaki sözlerini alıntıladı.
Alman sisteminin mükemmel olmadığını ama din dostu olduğunu ifade eden Pollack, sorunun hukuk değil siyaseti etkileyen toplum yaklaşımı olduğunu savundu.
Son konuşmacı olarak mikrofonu alan Münster Üniversitesi’nden Prof. Dr. Çefli Ademi ise din, sekülerizm ve din özgürlüğü konularına teolojik ve anayasal bir bakış açısı sundu. Ademi, bu bağlamda seküler hukuk devletinin olumlu bir tarafsızlık sergileyerek tüm inançlara eşit destek sağlaması gerektiğini söyledi. (P)