Cesaret ve Yetkinlik Kazandırıcı Bir Araç Olarak Güçlenme Konsepti
Prof. Dr. Norbert Herriger, güçlenme (Empowerment) alanında öncü isimlerden birisi. Düsseldorf Uygulamalı Bilimler Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Herriger ile konseptin sosyal hizmetteki karşılığını konuştuk.
“Güçlenme” (Empowerment) kavramı, farklı uygulama alanlarında farklı şekillerde yorumlanıyor: Bu kavram, şirketlerde “çalışanların güçlendirilmesi” kapsamında kullanılıyor. Siyaset biliminde “güçlenme” kavramı eşitlik hareketleri anlamında yorumlanıyor. Kavramın sosyal hizmetlerdeki karşılığı ise yine daha farklı. Güçlenme (Empowerment) tam olarak nedir?
Güçlenme kavramı (kelimenin tam anlamıyla, “kişiyi yetkin kılma”, “kişinin bağımsızlığını teşvik etme”, “kişinin bağımsız bir yaşam sürme becerisinin ve özerkliğini güçlendirmesi”), insanların yaşam koşullarını şekillendirmede daha fazla güç kazandıkları biyografik süreçleri tanımlar. Güçlenme, eksiklik, dezavantaj ve sosyal dışlanma gibi sorunlarla karşı karşıya kalan insanların bu sorunları çözmeye yönelik çaba sarf ettikleri, güç kazandıkları ve sahip oldukları bireysel ve kolektif kaynakları, kendi kararları doğrultusunda şekillendirdikleri bir yaşam sürmek için kullanmayı öğrendikleri cesaret verici süreçleri tanımlar.
“Güçlenme, Kendi Hayatlarına Yetkin Bir Şekilde Yön Veren İnsanları Yansıtır”
Sosyal hizmette güçlenme kavramı nasıl bir bağlama oturuyor?
Öncelikle güçlenme; psikososyal hizmetler alanında çalışan herkese düşüncelerinin ve eylemlerinin referans çerçevesini, bakış açısını değiştirmeye yönelik bir davettir. Geleneksel psikososyal çalışmalardaki insan imajı, danışanın eksikliklerine odaklanır. Bu anlamda güçlenme programı, sosyal hizmetlerde danışana yönelik “eksiklik odaklı bakış açısı”na karşı bir reçetedir. Güçlenme konseptinin temelinde daha olumlu bağlamda kurgulanmış bir insan imajı yatar. Bu insan imajı; kişinin kendi hayatını kendi yönetmesi ve özerk bir yaşam tarzına yaptığı vurguyla zayıflık, eksiklik ve başarısızlık metaforlarının radikal bir şekilde reddedilmesini ifade eder.
Profesyonel sosyal hizmetlerden faydalanan insanlar artık (sadece) yaşamda yetersiz ve çaresiz oldukları yönleriyle algılanmazlar. Bunun yerine odak noktasında çaresizlik ve moral bozukluğu aşamalarında bile üretken bir yaşam sürmelerini ve günlük yaşam koşullarını şekillendirebilmeleri için onların (kalan ya da yeniden keşfedilen) güç ve becerilerine odaklanılır. Güçlenme kavramı, zor yaşam koşullarında ve dönemlerinde bile günlük hayatlarını başarılı bir şekilde şekillendiren ve kendi hayatlarına yetkin bir şekilde yön veren insanları yansıtır. Günlük yaşam gerçeğinin getirdiği zorlukları ve beklentileri verimli bir şekilde işlemek için insanların güçlü yönlerine duyulan bu güven, tüm güçlenme fikirlerinin özü ve çıkış noktasıdır.
Siz güçlenmeyi bir “sosyal eğitim programı” olarak görüyorsunuz. Güçlenmenin sosyal adaletle nasıl bir ilgisi var?
Maddi kaynakların (gelir ve gıda) ve maddi olmayan varlıkların (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, toplumsal katılım) sosyal olarak adaletsiz dağılımı, güçlenme konsepti için önemli bir unsur. Burada güçlenme felsefesi, muhafazakâr bir dönüşüm ve reformlara ilişkin derin bir karamsarlığın hâkim olduğu zamanlarda bile, sosyal bir eğitim programına bağlı kalmaya devam eder. Güçlenme konseptinin amacı, insanlara geçim kaynaklarının ve toplumsal fırsatların sosyal olarak adaletsiz dağılımına ilişkin kalıplar hakkında eleştirel bir farkındalık kazandırmak ve onlara görünüşte baskın olan bu yapısal kalıpların değiştirilebilir olduğuna ilişkin bilgi vermektir. Bu yönüyle güçlenme çalışmalarının amacı, insanları hem gündelik hayat gerçekliklerinin mikrososyal kozmosunda hem de politik benlik temsilinin makrososyal kozmosunda sosyal eylemde bulunmaya teşvik etmektir.
“Sosyal Çalışmalar, Politik Güçlenme Alanlarının Kapılarını Açar”
Özellikle sosyal çalışmalarda ve danışanlara yönelik destek hizmetlerinde bireylerin özerkliği teşvik edilirken, kaynakların eşitsiz dağılımına dair atıfların daha zayıf olduğu eleştiriliyor. Bu eleştiriye katılır mısınız?
Güçlenme kavramının özne modeli, aslında bireyin daha fazla özerklik, kendini gerçekleştirme ve kendi hayatını kendi iradesi ile yönetebilme konusundaki öz becerilerine duyulan inançla desteklenir. Bu inanç muhatapların yaşam yönetiminin bağımlılık ve çaresizliğe teslim olduğu durumlarda da geçerlidir. Güçlenme konseptinin kazandırdığı üretken ve teşvik edici güç, eksikliklerin belirlenmesine değil, kişideki güçlü yönlerin tespit edilmesinde yatar. Bu bağlamda sizin de değindiğiniz gibi genelde şöyle bir eleştiri dile getirilir: Acaba sosyal hizmetlerde değişim çabası “psikolojikleştirilip” bununla bağlantılı olarak güçlenme konsepti “güç körlüğüne” mi odaklanıyor?
Sosyal hizmet çalışmaları, tam da insanların cesaret kırıcı çaresizlik içinde sıkışıp kaldığı yerlerde umut işaretleri verir. Muhataplarına yeni ve bağımsız bir yaşama giden ilk ve genellikle tereddütlü adımlarda eşlik eder ve öznel eylem deneyimlerini güçlendirir. Küçük ölçekli bu öz-yeterlilik deneyimleri, daha büyük şeyler başarmak için motivasyon ve güç oluşturur. İnsanlar moral bozukluğu kabuğunu terk eder. Toplumsal eşitsizliğin iktidar tarafından belirlenen yapısal kalıpları hakkındaki siyasi tartışmada yer alan aktörler hâline gelirler. Özellikle sivil toplum çalışmaları, toplumsal hareketler ve iktidarı eleştiren protestolar bağlamında ortaya çıkan birçok proje, güçlenme süreçlerinin insanlara bağlantılar kurmaları, siyasi bir gündem ve kararlı bir karşı güç oluşturmaları için bir “cesaret kıvılcımı” verir. Burada sosyal hizmet çalışmaları, politik güçlenme alanlarının kapılarını açar, politik direniş projelerinde katalizör ve dayanışmacı bir müttefik hâline gelir. Bu bağlamda güçlenme kavramının aşağıdan yukarıya temel değişiklikleri başlatabilecek bir yaklaşımı izlediğini düşünüyorum ve sorunuzda ifade ettiğiniz eleştirilere katılmıyorum.
Almanya’da sosyal hizmet çalışmalarında güçlenme konsepti ile ilgilenen ilk akademisyenlerden birisiniz. “Sosyal Hizmette Güçlenme” başlığını taşıyan kitabınızı ilk olarak 1997’de yayınladınız. Almanya’da güçlenme yaklaşımının yaşadığı değişimi gözlemleme fırsatınız oldu mu? Son 25 yılda bu kavramların yorumlanması ve konseptin uygulanması açısından neler değişti sizce?
Güçlenme düşüncesi, 1990’lardan başlayarak, psikolojik danışmanlık ve sosyal hizmet çalışmalarının teorik tartışmalarında ve mesleki faaliyetlerinde yer almaya başladı. Böylece güçlenme, kişiye kendi hayatını şekillendirme gücünü (yeniden) kazandıran, bu anlamda kişiyi destekleyen ve ona teşvik edici bir şekilde eşlik eden profesyonel psikososyal çalışmanın bir sembolü hâline gelmiştir. Birçok kişi tarafından profesyonel bir güçlenme eylem programının manevi babası olarak kabul edilen Julian Rappaport, bu anlamda şöyle söyler: “Güçlenme programına (profesyonel bir danışman olarak) bağlı hissetmek, o ana kadar sessiz ve izole insanların, anlayış gördükleri, yaşamlarını etkileyen koşullar hakkında söz ve etki hakkı kazandıkları şartlar sağlamayı, bunları erişilir kılmayı veya yenilerini oluşturmayı amaç hâline getirmek demektir.” (Rappaport 1990, Herriger 2020, s. 20)
“Gücün Paylaşımı”
Güçlenme kavramı bağlamında sıklıkla kullanılan bir başka kavram da “güç paylaşımı” (İng. “power-sharing”). Bu kavram sosyal hizmet çalışmalarında ne anlama geliyor?
Sosyal hizmet çalışmalarında güç paylaşımı, uzmanların gücü ve bunun hassas kullanımı anlamına gelir. Danışanın kendi durumu hakkındaki uzmanlığı kabul edilir. Bu, güçlenme çalışmasının yol gösterici bir ilkesidir. Yani muhatap kendi bireysel yaşam deneyimlerinin arka planında “kendi hayatının uzmanı” olarak algılanır ve kabul edilir. Kişinin kendi yaşamından kazandığı uzmanlığın kabul edilmesine, yardım ilişkisindeki güç dengesinde önemli bir değişiklik eşlik eder. Muhataplarının güçlü yanlarına güvenmek üzerine inşa edilen psikososyal bir uygulama, uzmanların gücünün üstün olarak görülmesi algısına veda eder.
İnsanların kendi hayatlarını şekillendirebilme gücüne ve yaşamları hakkında kendi kararlarını verebilme becerilerine güvenmek, bir yandan da “doğru yaşam” standartları hakkında aceleci uzman yargılarından vazgeçilmesi ve aynı zamanda tavsiye ve tedavi gücünün hassas bir şekilde sınırlandırılması anlamına gelir. Güvenilir uzman yargısının (yani, “diğerinin neye ihtiyacı olduğunu kesin olarak bilmek” şeklindeki varsayım) yerini, yaşam perspektiflerinin daha açık ve eşit bir zeminde müzakere edilmesi alır. Bu nedenle yardım ilişkisinin odak noktasında, danışanın yaşam yorumlarının ve profesyonel danışmanın (farklı ve karşıt) temsili yaşam yorumlarının bir araya getirildiği ve yaşanabilecek koşulların hakkında ortak bir anlaşma içinde birbirine bağlandığı biyografik diyalog yer alır.