“Empowerment” Konseptinin Ortaya Çıkışı ve Tarihsel Gelişimi
“Empowerment”, Türkçede doğrudan karşılığı bulunmayan, son yılların “moda” kavramlarından bir tanesi. “Gücün (yeniden) kazanımı” ya da “güçlenme” olarak özetlenebilecek bu kavramın ortaya çıkışı ve tüm dünyada bilhassa marjinalize edilmiş gruplarda kullanılma serüveni, kavramın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayabilir.
20. yüzyılın ikinci çeyreği gelişmiş ülkelerin kapitalist üretim süreçlerinin acı sonuçlarıyla doludur. Kapitalist üretim süreçlerinin doğurduğu eşitsizlik, sosyal alana uzandı ve bunun sonucunda 1960’lı yıllarda yalnızca ABD’de değil, diğer kapitalist Batı toplumlarında da “Yeni Sosyal Hareketler” olarak isimlendirilen protestolar ortaya çıktı. Bu hareketlerin ortak noktası, sosyal eşitsizliklerden en fazla etkilenen aktörlerin daha fazla eşitlik için harekete geçmeleriydi. Bu aktörler kendilerini ilgilendiren yapısal problemlerin çözülmesini talep ediyor, vatandaşlık haklarının genişletilmesini istiyor ve toplumdaki imtiyazlı kesimlerin bu imtiyazlarla donatılmasını (aynı zamanda kendilerinin de belirli kaynaklardan sistematik olarak dışlanmasını) sorguluyorlardı. “Yeni Sosyal Hareketler”, sınıflar arası eşitsizliği toplumsal norm hâline getiren geleneksel devlet politikalarına zıt bir kutup oluşturuyor, aynı zamanda da ırk, cinsiyet, sınıf ya da engellilik gibi kategoriler üzerinden eşitsizlik üreten politikaların dönüşümü talebiyle öne çıkıyorlardı. “Empowerment” konseptinin de ilk olarak Amerika’da ortaya çıkan, daha sonra da tüm gelişmiş ülkelerdeki toplumlara sirayet eden bu sosyal hareketlerin gelişimiyle şekillendiğini söyleyebiliriz.
İlk olarak izleri Amerika’daki siyahi özgürlük hareketlerinde aranabilecek olan “güçlenme/empowerment” konsepti, Afrika ülkelerinin bağımsızlık hareketleri ya da sömürgeci işgal politikalarının sona erdirildiği zamanlarla paralel ilerlese de kavramın -o zamanlar bu kelimeyle isimlendirilmemesine rağmen- ana hatları Amerika’daki siyahi topluluğun Martin Luther King öncülüğündeki özgürlük hareketiyle oluşmaya başlamıştır. King, insanların yaşamlarıyla ilgili her türlü meseleyi “kendi ellerine almaları, bulundukları dezavantajlı durumlardan özgürleşerek güçlenmeleri” yönündeki temel inanışı benimsemiş, o dönem Amerika’daki insan hakları hareketlerini de siyahi vatandaşların aşağılanmadan kurtulması adına bir çıkış noktası olarak görmüştür. O dönem Elijah Muhammad öncülüğünde aktif olan “Nation of Islam”, bu özgürlük hareketinin aşırıya evrilmiş bir ucu olarak değerlendirilebilir. Siyahilere yönelik ırkçı söylemlere karşı çıkarken siyahi milliyetçiliğine uzanan ve bu hedef uğruna şiddete başvurmaktan kaçınmayan bu oluşumun haricinde siyahilerin “güçlenme” (empowerment) hareketlerinin öncülerinden biri de -Nation of Islam’dan ayrılarak farklı bir çizgi takip eden- Malcolm X’tir. Beyazların ırkçılığına karşı “siyahi güçlenmenin sesi” (İng. “black empowerment”) olarak görülen Malcolm X’in öğretileri -onun kendi biyografisindeki korkunç izlerin de etkisiyle- “kendini ne pahasına olursa olsun koruyarak güçlenmek” gibi bir kabule dayanmaktadır.
Siyasal Bir Konsept Olarak “Empowerment”
Prof. Norbert Herriger, “empowerment” konseptinin tarihine değindiği kitabında bu “güçlenme” konseptinin ilk başlarda vatandaşlık hakları hareketleri geleneğinde oluştuğuna değinir. Bu bağlamda “empowerment”, -yukarıda değinildiği gibi- 60’lı yıllarda toplumdan dışlanmış grupların eşit haklara ve kendi kaderlerini tayin hakkına dair radikal talepleriyle başlar. “Empowerment” çiftçi kesiminin fakirliğe, topraklarının kamulaştırılmasına ve sürülmeye karşı gösterdikleri direnişten ya da kadın hareketinin cinsiyetler arasındaki güç eşitsizliklerinin giderilmesine yönelik mücadelesinden ayrı bir şey olarak düşünülemez. Bu yönüyle “empowerment”, toplum içerisinde “güçsüz” yapılmış/bu şekilde kurgulanmış kesimlerin “gücü” yeniden kuşanmalarına odaklanan siyasal bir süreçtir. Bu süreç, sosyal eşitsizlikler içerisinde yaşayan insanların kolektif ve siyasi öz yapılanmalar kurarak, kendileri üzerinde oynanan “güç” oyunlarına, kendilerini âtıl, ezilmiş ve sessiz hâle getiren toplum sistemlerine müdahale etmelerine, ses çıkarmalarına ve aktif olmalarına dayanır.
Bu bağlamda 70’li yıllarda Brezilyalı aktivist Paulo Freire’nin literatüre soktuğu “eleştirel bilinç” (İng. “critical consciousness”) kavramını hatırlamakta da fayda var. Freire’nin “Onu değiştirmek için gerçekliğe müdahale etmek” olarak tanımadığı “eleştirel bilinç” 70’li yıllarda Brezilya’da şu çerçeveye bürünmüştür: Freire okuma yazma bilmeyen Brezilyalı yurttaşlarını siyasi ve sosyal eşitsizlik ile baskıcı sistemler hakkında eleştirel düşünmeye davet eder. Ona göre iktidarın, baskının, tarih ve ekonominin eleştirel bir açıdan ele alınışı, fakir insanların olumlu dönüşümü harekete geçirebilmesinin ilk ön koşuludur. Freire’ye göre sosyal ve ekonomik eşitsizlikler hakkında uyanık olmak; marjinalize edilmiş Brezilyalıların baskıcı sistemlere direnmesi ve bu eşitsiz şartları dönüştürmekte ısrar etmesi için bir gerekliliktir. Freire’nin 70’li yıllarda yazdığı “Ezilenlerin Pedagojisi” kitabında dile getirilen bu “eleştirel bilinç” bugün pedagojinin en temel teorik çerçevelerinden biri hâline gelmiştir. Bu yönüyle “critical consciousness” ile “empowerment” konseptlerinin aynı köklere sahip (sosyal eşitsizlik) iki kavram olduğu söylenebilir.
Herriger’in tanımıyla “empowerment”, ezilen grupların siyasi açıdan kendi kaderlerini tayin ve özerkliklerini (yeniden) elde etmelerinin kolektif bir projesi olmuştur. Herriger bu süreci şöyle tanımlar: “(Bu) insanlar bağımlılık, kendilerine bir şeylerin dikte edilmesi ve paternalizmi terk ederler. Baskıcı toplumsal ilişkilere dair eleştirel bir bilinç geliştirirler (sömürgecilikten arınma/dekolonizasyon). Acizlik, iktidarsızlık ve bağımlılık pozisyonundan kendi güçleriyle kurtulurlar ve siyasi kamusal alandaki sahneyi zapt ederler. Ve kolektif bir öz yapılanmayla daha fazla sosyal hak, otonomi ve kendi yaşamlarının yönetimi konusunda mücadele ederler.”
Herriger’e göre burada ifade edilen konsept, kendisini tarihte birçok farklı sosyal hareket ve organizasyon modeliyle de göstermiştir. “Black Lives Matter” (“Siyahilerin Yaşamı Önemlidir”) ya da “Black is Beautiful” (“Siyah Güzeldir”) gibi hareketler bunlara örnek olarak verilebilir. Bu yönüyle “empowerment” iktidar eleştirisine dayanan siyasi bir konseptin formatlanmış hâlidir. Bu siyasi konseptte sosyal eşitsizlik, ayrımcılık ya da dışlanma mekanizmalarının ne şekilde kurumsal hâle geldiği sorgulanır. Bu sorgulama aynı zamanda baskıcı toplumsal bağlamlara karşı direniş ve dayanışma ile de organize hâle gelir. Tam da burada, “empowerment” kavramının salt siyasi bir bağlama sahip olmadığı, örneğin işyerlerinde çalışanların güçlenmesi gibi ticari başka bağlamlar içerisinde de kullanılabildiğini ekleyelim. Sadece kavramın marjinalize edilmiş gruplarla ilişkisi siyasi bir bağlam içerisine oturmaktadır.
“Empowerment”in İkinci Motoru: Feminist Hareketler
“Empowerment” konseptinin tarihsel gelişimindeki ilk “motor”, siyahilerin kendilerine yönelik yüzlerce yıllık kölelik ve sistematik zulme karşı protesto hareketleriyse, ikinci motoru da “women’s/female empowerment” konusuna odaklanan feminist hareketlerdir. “Kadın” ve “erkek” şeklindeki sosyal kurgular arasında kadınların aleyhine bir hiyerarşi ve güç ilişkisine karşı çıkan feminist hareket, ataerkinin tahakkümü, iş piyasasında eşit olmayan ücretlendirme, kadınlara yönelik ayrımcılık gibi alanlara dağılan çok farklı kollara da bölünmüştür. Feminist hareketin kadınları sadece ataerkil kurallar içerisinde ikincil bir konumda değil, kendi istekleri ve kaynakları olan aktörler olarak kurgulayan retoriği de bu yönüyle “empowerment” konseptinin tarihteki söylem gelişiminde önemli bir yer tutmuştur.
Siyahi özgürlük hareketlerine benzer şekilde feminist hareketlerde de “güçlenme” konsepti, baskıya direniş ve özgürlüğe özlem gibi sloganlarla bezenmiş toplumsal hareketlere uzanmıştır. Burada bireyin tek başına “güçlenme”sinin tek başına yeterli olmayacağı, birey ne kadar güçlü olursa olsun sistematik baskı mekanizması karşısında belirli grupların ezilmeye ve haklardan mahrum olmaya devam edeceği ön kabulü vardır. Bu nedenle “güçlenme/empowerment”, bir yönüyle ezilen grupların üyelerinin akıl sağlıklarını korumak, sosyal eşitsizliğin yıkıcı etkilerinden muhafaza etmek, kendi meseleleriyle ilgili konuşmacı pozisyonu üstlenmek gibi bir yere uzanırken, diğer yandan da bütün bunlara neden olan eşitsizlik mekanizmalarını dönüştürmek gibi bir niyeti barındırmaktadır.
Tarihsel Gelişim Evresi: “Empowerment”
Konseptinin Psikososyal Çalışmalara Girişi
“Empowerment” konseptinin siyasi bir bağlamda ortaya çıkıp dünya genelinde “ezilenlerin” başkaldırı hareketlerinin zeminlerinden bir tanesini oluşturmasının ardından, başka bir gelişim evresi daha görülebilir. Dünya genelinde sosyal hareketlerde sıkça gündeme gelen “güçlenme”, psikososyal çalışmalarda ele alınmaya başlar. 90’lı yıllarda “güçlenme/empowerment” düşüncesinin teorik çerçevesinin de oluşmasıyla birlikte psikolojik danışma süreçlerinde ve sosyal çalışmalarda bu kavrama sıkça başvurulur. Bu bağlamda kavram, profesyonel bir mesleki sürecin bileşeni olarak kurgulanır: Bağımlılara, suç geçmişi olanlara, gençlere, yaşlılara ya da çocuklara yönelik profesyonel psikososyal destek süreçlerinde bu kesimlerin kendi hayatlarını düzenleme gücünü (yeniden) elde edebilmelerini desteklemek ve teşvik etmek konusunda “empowerment” konsepti bir zemin sunar.
Psikososyal çalışmalarda “güçlenme/empowerment” konsepti, öğrenilmiş çaresizlik içerisindeki insanlara, şimdiye dek (belki) hiç kullanmadıkları “yaşam gücü”nü hatırlatmak, bu gücü onlarda sabit hâle getirip geliştirmek konusunda profesyonel bir destek sunmaya evrilir. Bu gelişim çizgisinde “güçlenme/empowerment” sosyal mesleklerde bir “pratik” hâline gelmiştir. Sosyal çalışmacının ya da terapistin “danışanlarına” kendi yaşamlarını yönetmek konusundaki donanımı hatırlatması, bu anlamda imkân dâhilinde olan ortamları açması ve kişinin kendi gücünden hareketle dayanışmaya dayalı bir ağı deneyimlemesine yardımcı olması gibi yeni anlamlar, bu gelişim evresinde görünür olmuştur.
Bütün bu tarihsel gelişim evresinde “güçlenme/empowerment” konsepti, tarihsel olarak durmadan değişen “norm”ların dışında kalan, marjinalize edilen ya da ırklaştırılan grupların ayrımcılığa uğraması karşısında alternatif bir konsept olarak kendini göstermektedir. Bu yönüyle “empowerment” konsepti, baskı ve acıyla dolu bir geçmişe sahip olsa da, 60’lı yıllardan bugüne dek marjinalize edilmiş gruplara yönelik hâkim söylemde büyük gedikler açtığı ve bugünkü toplumsal sistemleri -bütün eksiklikleriyle birlikte- daha kapsayıcı, çeşitliliğe daha açık hâle getiren unsurlardan biri olduğu söylenebilir.
Kaynakça
Norbert Herriger (2020): Empowerment in der sozialen Arbeit. Eine Einführung. Stuttgart : Verlag W. Kohlhammer.
Nassir-Shahnian (2013): Dekolonisierung und Empowerment. Heinrich Böll Stiftung, Heimatkunde.