'Dosya: "Avrupa'da Yaşlı Bakımı"'

“Bakım Çalışanlarının Mesleki Uygunluğuna Dikkat Edilmiyor”

Bir bakım çalışanı ve eğitmen olan Mustafa Yazıcı, Duisburg şehrinde gezici sağlık hizmeti veriyor. Yazıcı’yla Almanya’daki sağlık ve bakım sistemlerindeki sorunları, çalışma şartlarını ve yaşlı göçmenlerin durumunu konuştuk.

Mustafa Yazıcı

2009 yılında yaşlı bakıcısı olarak mesleğini tamamlayan Mustafa Yazıcı, hastane, yoğun bakım, diyaliz ünitesi, palyatif istasyon ve mobil sağlık servisleri olmak üzere farklı alanlarda çalıştı. 7 yıldır fahri eğitmenlik yapan Yazıcı, 2015’te gelen mültecilerden denklik almak isteyenlere de yardımcı olmuş. Kendisiyle Almanya’daki bakım sisteminde göç kökenlilerin durumunu konuştuk.

Bu alanda nasıl çalışmaya karar verdiniz?

Çocukluğumu babaanne ve dedemin yanında geçirdim. Yaşlılarla hep bir temasım vardı. Halam küçüklüğünde çocuk felci geçirmiş. 1990’lı yıllarda Almanya’ya yanımıza geldiğinde ilk defa hasta ve engelli bir insanla temasım oldu. Hayatımın hep bir parçası oldu aslında hasta ve engelli insanlar. Bakım sektöründe çalışmaya da bu tecrübelerimden hareketle girdim ve birçok farklı alanda çalıştım. Hastalara haksızlık, dayatma yapıldığını ve şiddet gösterildiğini görünce de daha çok atıldım. Büyük müesseselerin bu kötü muameleleri yaptığına şahit oldum. Fakat bu müesseseler olmazsa da insanlar ne yapacak sorusunun cevabı yok.

Huzurevlerine kaydolabilmek için yıllarca sıra bekleyen insanlar var. Avrupa’nın ortasında yaşamalarına rağmen çaresizlik içinde çok fazla insan var. Emekli maaşları düşük ve bununla beraber sosyal haklardan faydalanma seviyeleri az. İnsanlar sahip oldukları hakları kullanamıyor ve kendilerini kısıtlayarak yaşamaya mecbur kalıyorlar. En basitinden diyabet hastaları ayak bakımını doktor reçetesiyle alabilir. Hasta bunu bilmediği için ayağının durumu bakımsızlıktan kötüye gidebiliyor ve kesilmesi gerekebiliyor.
Bu sektörde çalışan Türk ve Müslümanlara ait kurumlarda da para ve kazanç odaklı yaklaşımlar kendisini gösterebiliyor. Bir hizmet anlayışı olarak değil kazanç anlayışıyla hastaya giden bakım kurumları var. Almanya’daki sağlık sisteminde birçok şey özelleştirilmiş durumda. Özelleştirildiği için de serbest piyasa zihniyeti geçerli. Bir yanıyla avantajlı, fakat diğer yanıyla dezavantajlı bir durum bu.
Birçok ülkede hemşirelik üniversitede bir bölümüdür. Almanya’da değil. Burada en düşük kademedeymiş gibi görülüyor ve okul diploması almadan da çalışabileceğiniz bir alan gibi muamele ediliyor. Bu meslek bir kadın mesleği olarak algılanıyor ve hak ettiği sosyal değer gösterilmiyor. Bakım sektörü de aynı muameleye tabi tutuluyor.

Bir daimî ara çözüm olarak diğer ülkelerden bakım çalışanı getirmek de bu düşük değer vermeyle mi alakalı sizce?

Evet, ama buna gelmeden önce şunu göz önünde bulundurmak lazım. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ötanazi ve hayat sonlandırma yardımları, Almanya’da katı bir şekilde yasaklandı. Yaşlı ve hasta insanların sayısı artıyor ve bu insanlara bakmakla yükümlü bir sosyal devlet var. Vasıfsız elemanları bu sektöre getirip fırlatarak (İng. “dumping”) maliyetleri düşük tutmaya çalışıyor. Sağlık sistemi Amerikanlaştırılmak isteniyor diyebilirim. Buna ek olarak üniversite seviyesindeki sağlık bilimleri eğitimi, dünya ortalamasının oldukça gerisinde. Güncellenmemiş bir eğitim müfredatı ve pratiği var. Bakım ya da tedavi alması gereken insanların kişisel ihtiyaçlarına, özgür hür iradelerine ve onurlarına dokunulmayacak şekilde hareket edilmiyor. Bir kısır döngü var ve buna zorla dâhil ediliyorlar. Yurt dışından getirilen bakım çalışanları öncelikle haklarını bilmiyor. Bilmeyince de haklarını savunamıyorlar. Kurumlar da sosyal baskı altında tutarak ve mobbing de yaparak elde tutup düşük ücretlere çalıştırmak istiyor. Bunu özellikle Filipinler ve diğer Güney Asya’dan gelen çalışanlarla yapmak istiyorlar.

“Hastalar Kendilerini Anlamayanlar Tarafından Hapsediliyor”

“Sistem sadece bakım personeli eksik olduğu için sorunlu değil. Daha derin sorunlar var” diyorsunuz yani…

Evet. Mesela taşeron şirketler var. Diğer sektörlerde taşeronda çalışan kişiler daha düşük ücret alır. Bakım sektöründe tam tersi. Ben şu an elamanlarıma 21 avroluk saat ücreti veriyorsam, taşeron bunu 30 avrodan veriyor. Bu, istediğim yerde kafama göre çalışırım ve burada beğenilmezsem hemen başka bir taşerona giderim gibi bir refleks yaratıyor ve bakım hizmetinin kalitesi düşüyor. Vasıfsız, düşüncesiz, merhametsiz, empati bağını kuramayan insanları bu alana dâhil ediyorlar böylece.
Hasta bakıcıların karıştığı şiddet ve taciz olaylarını duymuşsunuzdur. Demans ve Alzheimer tespiti konmuş hastalara, farklı farklı nöroleptik kimyasallar vererek uyuşturuyorlar ve sakinleştiriyorlar. Onları hapsediyorlar. Dünyalarına dâhil olamadığımız hastaları hapsediyoruz. Bu yetersizlikte vasıfsız elemanı koyuyoruz iş başına. O da zaten sesini çıkarmıyor ve bu işe muhtaç. Her kurumda bu şekilde diploması ve mesleki eğitim olmayan çalışanlarla karşılaşabilirsiniz.

Çalışanların normalde doktor raporu alarak mesleğe başlaması gerekiyor. Benim Duisburg’da edindiğim izlenim, çalışanların yüzde 80’inin ruh sağlığının iyi durumda olmadığı yönündeydi. Son çare olarak bu sektörü görmüşler ve girmişler. Yüzde 20-30’luk bir kesim ise gerçekten bu işe zihnen ve ruhen uygun insanlar.

Siz bir malzemeyle değil insanla çalışıyorsunuz ve onu bozduğunuz zaman ölüyor. Geri getiremiyorsunuz. İşe alımlarda mesleki uygunluğa dikkatli bir şekilde bakılmıyor maalesef. Okullar da şirketleşmiş durumda ve sınıfları doldurmak mecburiyetindeler. Yoksa okul kendi bütçesinden eksik verecek. Hümanist olması gereken bir alan, kapitalist bir işleyişe sahip. Sonunda bu meslekten ayrılanlar ağız birliği etmiş gibi şöyle söylüyor: “İnsafsızlığa dayanamadığımız için ayrılıyoruz.”

Çalışma koşulları şevk kırıcı mı?

Bakım çalışanı tanımı itibarıyla sosyal bir meslek ama mesleki uygunluğa bakılmadığı için asosyal bir niteliğe sahip. Yönetici pozisyonlara gelenler, altındakilere baskı uygulamak ve fazla çalıştırma arayışında oluyor. Hayır diyemeyen çalışanları, dinlenme imkânı vermeden çalıştırma uğraşındalar. Bu tehlikeli bir durum, çünkü olumsuz şartların doğrudan hastanın sağlığına etki etme riski var. Bir de çalışanlar arasında gruplaşmalar söz konusu ve bunun çilesini de aslında hastalar çekiyor. Bakımın kalitesini düşürme, mahrum bırakma, fiziki ve manen şiddet uygulama ya da hasta üzerinden haksız kazanç sağlama gibi hadiseler maalesef oluyor. Bakım kurumuyla ya da sağlık sigortası sağlayıcılarıyla bu ve bunu kapsayan yapısal sorunlara bir çözüm bulmak maalesef zor. Bütün bu karmaşıklık yerine taşeron firmalarda çalışmak, daha cazip oluyor sektördekiler için. Sonradan Almanya’ya gelen çalışanlar ise, zaten her an bu ülkeden ayrılmak zorunda kalabilirim korkusuyla bu bozuklukları daha fazla sineye çekiyor.

Bildiğim kadarıyla sizin hayata geçirmek istediğiniz bir proje var. Bize anlatabilir misiniz?

Almanya’da sadece Müslümanlara yönelik bir mobil sağlık hizmeti yok. Kültür hassasiyeti gösterdiğini söyleyen kurumlar var ama doğrudan Türk ve Müslüman insanlara hizmet verme odakları yok. Bizim bu yönde bir girişimimiz oldu. İnsanları kendi evlerinde en uzun süre tutabilmeyi ve orada bakım vermeyi amaçlıyoruz. Karma bir müesseseyiz, her türlü bakım hizmeti veriyoruz. Farklı din ve kültürlerden hastalarımız da var. Katı bir mahremiyet sorumluğuyla çalışıyoruz. Kadın hastalara erkek ya da erkek hastalara kadın çalışan bakmıyor. Bir örnek olarak hastalara “Kusura bakma, başka çalışanımız yok. Ya yıkatırsın kendini ya da yıkatmazsın.” gibi sözlerle dayatma yapılıyor. Bu muameleye doğrudan bildiğim bir huzurevinde tanık oldum. Bu tarz ortamlarda İslami hassasiyetlere göre çalışılmadığını gördüm. Büyük sıkıntılarımız var diyebilirim.

Palyatif, küratif ve rehabilitatif bakıma ilişkin bir projem var. Müslüman insanların ihtiyaçlarını karşılamada büyük bir eksik var ve doğru tamamlanmıyor bu eksiklik. Benim niyetim Almanya çapında geçerli olacak bir konsept geliştirmek ve bir Müslüman bakım personeli cemiyeti kurmak. Bir meslek odası aslında.

Teoride kural, mevzuat ve kültürel duyarlılık gibi konseptler şahane görünse de kurumlardaki hastalara bu yansımıyor ve kötü durumdalar. Huzurevinde yaşamasına rağmen ilaçlarını saatinde alamamaktan durumu kötüleşen Parkinson hastaları var mesela. Ya da düzgün ilgilenilmediği için zatürreye yakalanan… Almanya’da zaten evde bakım için devlet destek vermek durumunda ve ben yaşlı ve hastalarımıza mümkün olduğu müddetçe ve kolay olmasa da evde bakma kanaatindeyim. Bu fikri, Müslümanların dinî hassasiyetlerine daha fazla cevap veren bir mesleki duyarlılığa çevirmeyi amaçlıyorum.

Kamuoyu sizce ne kadar farkında bakım sistemindeki kısır döngünün?

Kamuoyu bunun farkında ama farklı bir şekilde. Ekonomiye ve topluma bir faydan varsa geçerliliğin var ama işlevini tamamladıysan kenara atılman söz konusu. Bu kötü manada faydacı yaklaşımın yanında farklı kurumlar arasında bir mevzuat ve kural birliği yok. Bir hastanedeki bakım ve ödeme sistemini düzenleyen mevzuat (Sozialgesetzbuch V) ile evdeki bakımı ve diğer bakımı regüle eden mevzuat (Sozialgesetzbuch XI) farklı. Hastanın emekli maaşı ya da geliri bunları karşılamaya yetmezse de başka bir mevzuat (Sozialgesetzbuch XII) devreye giriyor. Bütününde çok karışık bir sistemi sokaktaki vatandaşın kavraması mümkün değil. 15 senelik çalışan olarak ben bile hâlâ zorlanıyorum.
Kontrol mekanizmaları aşırı olduğu kadar gevşek. Her şey kâğıt üzerinde mevcut ama uygulamada yok. Bakım alanında çalışanlar da sinmiş durumda. Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde 2020 yılında hemşire, yaşlı bakım teknikeri gibi pozisyonların tek bir program içerisinde eğitilmesi amacıyla yeni bir meslek yasası çıktı. Bunu çok iyi planlamadan tatbikata soktular ve yüzeysel bir meslek eğitimi ortaya çıktı. Okullarda talebeleri derslerden geçirmeye yönelik bir mecburiyet var. Çalışan sayısı yeterli düzeyde olmadığı için okullar dayatma altında.

Yaşlılarla çalışma yapan birisi olarak insanlara tavsiyeleriniz neler?

İlla kendi aileniz ya da yakınınız olmasına gerek yok, herkese bir yaşlı edinmesini ve onun hayatına eşlik etmesini, onun duasını almayı tavsiye ediyorum. Mutlaka Müslüman bir yaşlımız olmasına gerek yok. Herhangi bir komşunuz, tanıdığınız ya da yardımınıza ihtiyacı olduğunu düşündüğünüz kim varsa yanında olmaya çalışın. Hayatlarının bu döneminde yalnız ve yardıma muhtaç kalan kişilere, yardımcı olabilmek bir Müslüman’ın sorumlulukları arasında yer almalı.

Burak Nuri Gücin

Galatasaray Üniversitesi’nde Sosyoloji programından mezun olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesi’nde Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler