'Türkkiye'de Mülteciler'

Mülteci Meselemiz: Buraya Nasıl Geldik? Buradan Nereye Gidiyoruz?

Türkiye bazılarının iddia ettiği gibi 10 hatta 13 milyon değil, toplam yaklaşık 3,5 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. Suriye’de iç savaşın patlak vermesiyle başlayan göç akımı sırasında hakim olan ensar-muhacir söyleminden bugün çokça duyulan “misafirlik uzadı” söylemine nasıl gelindi? Ülkedeki ekonomik ve diğer sorunların günah keçisi ilan edilen mültecilerin durumuna yakından bakalım.

Fotoğraf: answer5 / Shutterstock.com

2009 yılında Türkiye’de sadece 10 bin mülteci olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Şu hayatta insana 10 yıl sonrasını bir an için gösterseler hayretten çıldırır herhalde. Bugün, 2023’te, dünyanın en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülkesiyiz. Hayır, bazılarının iddia ettiği gibi 10 hatta 13 milyon değil, toplam yaklaşık 3,5 milyon mültecimiz var. Bunu yazarken “mültecimiz” ifadesinden dahi rahatsız olabilecek vatandaşlarımız olduğunu düşünmeden edemiyorum. Mültecilerimiz, bizim meselemiz. Öyle ya da böyle aktif rol almadan, sahiplenmeden çözemeyeceğimiz meselemiz.

Suriye’de iç savaşın patlak vermesi sonucu 2011 yılında Türkiye’ye büyük bir göç akımı başladı. Başlarda ensar-muhacir söylemi insanlarımızın birçoğunu kalbinden vursa, ikna etse veya en azından tahammüle teşvik etse de bugün “Bu misafirlik fazla uzadı” cümlesini ensarı da muhaciri de seven, sayanlarımızdan dahi duyabiliyoruz. Meselenin boyutları bu kadar büyük olunca, herkesten ensar-muhacir hassasiyetini beklemek gerçekçi değil. O yüzden durumu gerçekçi bir yönden ele almaya çalışacağım, her ne kadar bu hassasiyetin veya bundan bağımsız bile olsa vicdan ve merhametin aslında sayıların ve mantıksal argümanların önüne geçmesi gerektiğine inansam da.

Nasıl Bu Noktaya Geldik? Ne, Neden Umurumuzda Olsun?

Şu hayatta insana 10 yıl sonrasını bir an için gösterseler, demiştim. Büyük bir çoğunluğu 2012-2013 yıllarında ülkemize iltica eden Suriyelilere de o zaman bir 10 yıl sonrasını gösterseler; kimisinin işlemedikleri türlü suçlarla itham edildiğini, Türkiye’nin ekonomik ve diğer sorunlarının günah keçisi ilan edildiklerini, devasa “Suriyeliler gidecek” billboard’larını çocuklarından saklamaya çalıştıklarını, hatta içlerinde zorbalığa uğrayıp öldürülenler olduğunu görseler onlar da hayrete düşerlerdi. Belki daha çoğu botlara atlayıp ölümü göze almak pahasına Avrupa’ya geçmeye çalışırdı.

Biz bu noktaya nasıl geldik? Bana kalırsa işin özeti; toplumla kaynaşamayan, kaynaştırılamayan, entegre olamayan, oldurulamayan bir topluluk “öteki” olarak kalmaya mahkum oldu ve ülkemizin, her ülke gibi, başı sonu olmayan sorunlarının sorumluluğu üstlerine atıldı. Türkiye’de entegrasyon faaliyetlerinin daha planlı, çeşitli ve geniş kapsamlı olması gerektiğini tartışmamız gerekirken; çoğu Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve benzeri kurumlar tarafından karşılanan bu faaliyetlere bütçe ayrılmasına bile tepki gösterilmesi, gerçekçi olmayan şekilde sadece tüm mültecileri geri göndermenin tartışılması ve git gide daha çok insanımızın en ağır, genelleyici ve tektipleştirici sözleri “bu arada ırkçı değilim” diye bitirmesi payımıza düştü. Her ne kadar üzücü, umut kırıcı olsa da sadece yanlışlardan ve birilerinin tepkilerinden yakınmanın bir faydası yok. Bir fayda üretmek, köprüler kurmak için hem siyasette rol alanlara, hem kamu görevleri ve sivil toplum faaliyetleri yürütenlere, hem de bu alanlarda çalışanlara ve gönüllü olanlara çok iş düşüyor. Bunun en son halkası olan gönüllü kategorisine ise hepimiz giriyoruz, birlikte yaşadığımız, biricik yerimiz yurdumuz olan topraklarda geleceğimizi biraz düşünüyorsak “Neden ben uğraşayım?” veya “Umurumda değil” deme lüksümüz yok. Köprüleri yaktığımızda ucunun bize dokunduğunu unutma lüksümüzün olmadığı gibi.

Mültecilerin Türkiye’ye Entegrasyonu İçin Neler Yapılıyor ve Yapılmalı?

Türkiye’de yerel ve ulusal düzeyde (belediyeler, toplum merkezleri, bakanlıklar, sivil toplum kuruluşları tarafından) organize edilen çokça sosyal ve ekonomik entegrasyon faaliyeti var. Bunların bir parçası olan eğitime entegrasyon için mülteci çocukların okullaştırılması, dil eğitimi, eğitim yılı kaçıran çocuklar için takviye dersleri, eğitimcilerin eğitimi gibi noktalarda daha fazla çaba var. Çocuk işçilik ve sınıflardaki ayırımcılık bitene kadar da çok daha fazlasına ihtiyaç var. Suriyelilerin çoğunun 10 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşadığını ve yarısına yakınının 18 yaş altında olduğunu düşünürsek bu nüfusun çoğu burada büyüdü, büyüyor. Toplumumuzun bir parçası olduklarını hissedecekleri, en az bunun kadar önemli şekilde Türkiye halkının da bunu hissedip benimseyeceği çalışmalara çok ihtiyaç var.

İşgücüne entegrasyon halen zayıf. Bu konuda yeterince kapsamlı veri olmadığı gibi, standardından çok daha ucuza ve sigortasız olarak çalıştırılan mülteciler sıkça raporlanıyor. İşgücüne bu düzeyde katılımlarına bile tepkili olanlar varken bu durumu iyileştirmek zor. Fakat bu tepkiler bize has değil, dünyanın her yerinde göçmenlere “İşlerimizi çaldılar!” söylemiyle saldırılıyor. Bunlara kulak asmayıp hem birlikte uyumlu bir şekilde yaşamamızı, hem de mültecilerin kendi kendilerine ekonomik olarak yeterek ayakta durmalarını sağlamak için meslek ve girişimcilik eğitimleriyle, işveren teşvikleriyle, istihdam açığına göre nüfusun farklı şehir ve bölgelere planlı dağılımlarıyla işgücüne ve ekonomiye entegrasyonun geliştirilmesi şart. Bu entegrasyonun aslında ülkenin ekonomisine de eksisi değil artısı olduğunu çeşitli kampanyalarla toplumumuza daha net aktarıp benimsetmek gerekli.

Bize Neler Düşüyor? Geri Dönmelerini Beklesek?

Neden entegrasyondan, sosyal uyumdan bu kadar çok bahsettim, neden geleceğimiz bu durumdan illaki etkilenecek? Çünkü bu insanların çoğu geri dönmeyecek. Teoride, 1951 Mülteci Sözleşmesi’ni imzalayan bir devlet uluslararası tehlikeleri ve insanlık suçu işlemeyi göze almadıysa, mültecilerin ülkelerini terk etmelerine sebep olan şartlar ortadan kalkmadıkça, güvenlikleri temin edilmedikçe ve kendileri de gitmeye gönüllü/razı olmadıkça geri dönüşleri sağlanamaz. Pratikte de, Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyada bir ülkede beş yıldan fazla kalan mültecilerin çoğu 20 yıldan fazla o ülkede kalıyor, geri dönme ihtimalleri de %10’un altına düşüyor. Ülkece geri dönme ihtimallerine bu kadar odaklanırken, bunu beklerken 10 yıldan fazlası zaten geçti gitti. Zaten ayrışan, toplumdan izole olan büyük bir nüfus oluştu. Maalesef halen dil ve kültür olarak karşılıklı alışma ve uyumdan söz edebileceğimiz bir aşamaya gelmedik. Bu yüzden, oluşturulması beklenen güvenli bölgeye (o dahi ne zaman, ne derece mümkün olabilirse) en iyi ihtimalle sadece bir kısmının döneceğini unutmayarak, artık burada yetişmiş olanlar ve hayat kurmuş olanlarla tanışma, barışma, birbirimizi anlama ve “bir toplum” olma vakti geldi de geçiyor.

Her milletin içinde insanın iyisi de kötüsü de vardır, hiçbir milletin birbirinden üstünlüğü yoktur. Irkçılığa, ayırımcılığa karşı bu en temel tanımda buluşmak durumundayız. Yarın çok geç olmadan, hatta umutla söyleyeyim, yarın bu toplum çiçek gibi açtığında “Ben üstüme düşeni yaptım, yapıyorum.” diyenlerden olabilelim, tarih ırkçılığı yazdığında ise utananlardan olmayalım dilerim.

Dr. Ayşe Seyyide Kaptaner Demirhan

Dr. Ayşe Seyyide Kaptaner Demirhan, İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği lisans ve Imperial College London İnovasyon, Girişimcilik ve Yönetim yüksek lisans mezuniyeti sonrasında, Birkbeck, University of London’da mültecilerin girişimciliği ve ekonomiye katılımı üzerine doktorasını tamamladı. Eğitim teknolojileri ile mültecilerin entegrasyonu üzerine uluslararası bir girişim kurdu.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler