Yüksek Teknolojili Gulag: Çin’in Uygurlara Karşı İşlediği Suçlar
Çince eğitimi alan gazeteci Mathias Bölinger, uzun süre Çin’in Uygurlara yönelik insan hakları ihlallerini araştırdı. “Yüksek Teknolojili Gulag: Çin’in Uygulara Karşı İşlediği Suçlar” kitabıyla vahşeti anlatan Bölinger ile konuştuk.
Çin dili eğitimi alan gazeteci Mathias Bölinger, uzun süre Çin’in Uygurlara yönelik insan hakları ihlallerini araştırdı. “Yüksek Teknolojili Gulag: Çin’in Uygulara Karşı İşlediği Suçlar” kitabıyla vahşeti anlatan Bölinger ile konuştuk.
Kitabın Araştırma Süreci
Başlarken bize Sincan’daki güncel durumdan ve araştırmanızı nasıl yaptığınızdan bahsedebilir misiniz?
Orada muhabir olarak çalıştığım beş yıl boyunca durum çok kötüleşti. Bir röportaj ayarlandığında polis giderek daha sık müdahale etmeye başladı. Röportaj yapacağımız kişilerin bizimle konuşması engellendi.
Bu durum Çin’in iç kesimlerinde, yani Han Çinlilerinin yaşadığı bölgede zaten böyleydi. Sincan’da ise bu daha da zordu. Orada günün her saati gözetim altındasınız. Sincan’da herhangi birisiyle röportaj yapmanız ve insanlarla serbestçe konuşmanız mümkün değil. Yanlarında kimse olmasa da insanlar o kadar korkuyorlar ki konuşamıyorlar. Bu da gazetecilerin klasik araştırmalarının Sincan’da mümkün olmadığı anlamına geliyor.
Bu durumda “Yüksek Teknolojili Gulag – Çin’in Uygurlara Karşı İşlediği Suçlar” kitabınız için nasıl araştırma yaptınız?
Çin’de, özellikle de Sincan’da yaptığım araştırmalarda mümkün olduğunca çok izlenim toplamaya çalıştım. Araştırmamın büyük bir kısmı Çin dışında gerçekleşti. Birkaç yıl önce İstanbul’a ve Kazakistan’a kaçan eski mahkûmlarla video görüşmeleri yaptım. İstanbul’da çok sayıda Uygur olsa da Kazakistan’da da Çin’in baskılarından kaçan çok sayıda insan yaşıyor.
2016’da başlayan baskı kampanyasının başlangıcından beri sızdırılmış belgeler araştırma çalışmamın son ayağını oluşturdu. Bunlar genellikle parti kongrelerindeki konuşmalardan veya parti içinde yapılan toplantılardan oluşuyordu. Elimizde tutuklu listeleri ve hatta polis tutanakları bile var. Kamuoyuna sızmış bu dokümanları analiz etmek için çok zaman harcadım.
Her şeyi değerlendirememekle birlikte, Çin devletinin kaybolmasını, hapsedilmesini veya izlenmesini istediği kişileri tespit etmek için kullandığı sistematik hakkında önemli bulgular edindim. Özellikle 2017’den 2019’a kadar olan yıllarda bölgede neler olup bittiğine dair oldukça iyi bir resim elde etmek mümkün. 2019’dan itibaren bu tür bilgi sızıntıları giderek azalıyor. Bu da Çin hükûmetinin sızıntıların ardından bilişim sistemlerindeki güvenliği sıkılaştırmasıyla ilgili.
Hapishane Koşulları
Peki “yüksek teknolojili gulag” denildiğinde nasıl bir manzarayla karşı karşıyayız? Bu gulagın mahkûmları hangi şartlar altında bulunuyorlar?
Kitabıma bu ismi verdim çünkü kamplar gerçekten de birçok yönden Stalinist gulag sistemine benziyor. Elbette gulagdan ayrıldığı yerler de var. Örneğin insanlar doğrudan evlerinde hapsediliyor. Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi binlerce kilometre ötedeki Sibirya’ya götürülmüyorlar.
Genel olarak buralar gerçek anlamda çalışma kampı değil, bir tür “yeniden eğitim kampı”. Bu kamplardaki günlük yaşam temel olarak şunlardan oluşuyor: Oturmak ve birilerinin size Çin dilini, yasaları ve kuralları öğretmesini dinlemek zorunda kalmak. Mahkûmlar genellikle pek çok şeyi anlamıyor çünkü dersler Çince yapılıyor ve pek çok Uygur iyi Çince konuşamıyor.
Buna ek olarak “yeniden eğitim”, komünist yeniden eğitimin çok tipik bir özelliği olan suç itirafları dayatılmasından oluşuyor. Örneğin, “Cep telefonumda Kur’an’dan bir ayet olduğu için ya da Kazakça veya Uygurca bir cümle söylediğim için hata yaptığımın farkındayım.” gibi cümleler okunuyor. Ya da “Ben güvenilmez bir insanım ve Parti’ye bana burada kendimi düzeltme fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum.” gibi ifadeler…
Ayrıca Çin millî marşı da dâhil olmak üzere sürekli komünist şarkılar söyleniyor. Bu sırada “Komünist Parti olmasaydı, yeni Çin olmazdı” gibi dizeler okunuyor. Konuştuğum istisnasız herkes bunu rapor etti. Bu aslında ritüel bir beyin yıkaması. Yeniden eğitim uygulaması, sadece etnik azınlıklara değil, ülke genelinde yaygın olarak uygulandığı Maoist döneme kadar uzanıyor.
Farklı düzeylerde şiddet de söz konusu. Konuşabildiğim eski mahkûmlar hücrelerin aşırı kalabalık olduğunu belirttiler. Hücreler çok sıkışık, bu nedenle dönüşümlü vardiyalarda uyumak zorundalar. Her grup kendi sırası geldiğinde bir seferde sadece 3 saat uyuyabiliyor. Mahkûmlar günün her saati izleniyor, her yere kameralar yerleştirilmiş durumda. Birbirleriyle -özellikle de ana dillerinde- konuşmalarına izin yok. Yemeğinizi bitirmezseniz dayak yiyebilirsiniz. Tuvalette çok uzun süre kalırsanız dayak yiyebilirsiniz. Düzenli olarak sorguya çekiliyor ve aynı sorulara birkaç kez cevap vermek zorunda kalıyorsunuz. Ayrıca bu sorgulamalar sırasında sık sık işkenceye maruz kalıyorsunuz. Mahkûmların geri çekilme, yalnız zaman geçirme imkânı yok. Kişi günün her saati bir şeylerle meşgul ediliyor, şiddet tehdidi ve sürekli gözetim altında yaşıyor.
Gulagın temel özellikleri bunlar. Bunun yanı sıra herkes ciddi şekilde yetersiz besleniyor, yemekler çok kötü. Birçok kişi yemeklerde domuz eti olduğunu tahmin ediyor. Çoğu mahkûm sabahları sulu bir pirinç çorbası ile bir ekmek yediklerini ve akşamları da yine aynı şeyi yediklerini bildiriyor. Yani günlük hayat sadece katlanılması gereken çeşitli aşağılamalardan ibaret.
İnsanların çalıştığı ya da dikiş, aşçılık ya da fırıncılık öğrendiği kamplar da var. Daha sonra insanlar kamplara bağlı fabrikalarda çalıştırılıyorlar. Ancak her yerde durum böyle değil. Kampların asıl amacı, sözde yeniden eğitim uygulamaları yoluyla mahkûmların beyinlerini yıkamak.
Çin’in Zorla Dönüştürme Programı
Tüm bu uygulamalarla Çin hükûmeti uzun vadede ne elde etmek istiyor?
Çin hükûmeti Uygurları ve bölgedeki diğer halkları ulusal güvenliğe tehdit olarak damgaladı. Bölgede tekrarlanan ayaklanmalar, protestolar ve terör saldırıları, Çin hükûmetinin bu insanların “güvenilmez” ve “toprak bütünlüğüne tehdit” olduğu söylemini güçlendirdi.
Oysa bu ayaklanmaların nedeni, giderek daha da şiddetlenen ve yeni ayaklanmaları tetikleyen baskılardı. Baskıları öz eleştirel bir şekilde sorgulamak yerine, Çin yönetimi sorunun kaynağının onların doğası, yani farklı bir dil konuşmaları, farklı geleneklere ve farklı bir dine sahip olmaları olduğunu söyledi. Bu nedenle de Uygurların Çinlilere daha çok benzemeleri, yani zorla asimile edilmeleri gerektiğine inanıldı.
Bu amaçla Uygurların kampların dışında bile sürekli izlendiği geniş bir önlemler paketi hazırlandı. Diğer şeylerin yanı sıra Çinli yetkililer Uygur ailelerin yanına yerleştirildi ve ailelerin devlete bağlılıkları hakkında raporlar hazırladılar. Ayrıca Çin bayramlarını yerel halkla birlikte kutlamak için köylere birimler gönderiliyor. Örneğin Müslüman köylerinde bira içme yarışmaları düzenleniyor. Çinli çoğunluğun ve komünist partinin kültürü halka zorla dayatılıyor.
Çoğunlukla Uygurların yaşadığı bölgelerde, tüm ülkede uzun süredir herkese uygulanan doğum kontrolü önlemleri, zorla kısırlaştırma uygulamalarıyla daha da sıkılaştırıldı. Çocuklar düzenli olarak ailelerinden alındı ve Çinli olarak yetişecekleri yatılı okullara yerleştirildi. Bu yatılı okullardan da birçok video var.
Çin hükûmeti Han kültürünün Çin’deki diğer halkların kültüründen daha ileri olduğunu düşünüyor. Aynı şey Tibetliler ya da Moğollar için de geçerli. Ayrıca onları sözde bir “Çin devlet halkı” olarak yeniden eğitmek istiyor. Özetle karşımızda, Uygurların kimliğini silme ya da onları kontrol altına almak için Çin’in çoğunluk nüfusuna daha çok benzeyecekleri şekilde bir dönüştürme programı var.
Siz kitabınızda bu durumu “yüzyılın suçları” olarak adlandırıyorsunuz…
Evet. Bu bölgede yaşananlar geçen yüzyılda yaşanan büyük vahşetlerle karşılaştırılabilir. Sadece rakamlara bakmanız bile yeterli: 2017 ile 2019 yılları arasında 1 ila 2 milyon arasında insan bu kamplardaydı ve bu insanlar kayboldu! Bu da toplam Uygur ve Kazak nüfusunun yüzde 7 ila 15’ine denk geliyor. Bu devasa bir ölçek! Bu nedenle burada bir soykırımdan söz edilip edilemeyeceği şeklinde uluslararası bir tartışma var.
Uluslararası Toplumun Tepkisi
Çin’in Uygurlara yönelik insan hakları ihlalleri, özellikle Sincan’da Volkswagen fabrikasına sahip olan Almanya’da çok da görünür değil. Sizce bunun nedeni ne?
Bu doğru. Ne yazık ki birçok ülkede nüfusun büyük bir kısmı Uygurların kim olduğunu bile bilmiyor. Uygurlar hakkındaki bilginin sadece Çin’e sınırı olan ya da Türkiye gibi nüfus olarak akraba olan ülkelerle sınırlı olduğunu düşünüyorum. Fakat zamanla bir farkındalık oluşmaya başladı.
Elbette Çin’in çok büyük bir ekonomik güç olduğunu da göz önünde bulundurmak durumundayız. Volkswagen Sincan’daki bu fabrikayı Çin hükûmetinin talebi üzerine kurdu. Bu hükûmet “Bölgede süregelen çatışmalara karşı bir şeyler yapıyoruz” şeklinde bir mesaj vermek istiyordu. Ancak bu fabrikanın inşası ekonomik açıdan hiçbir anlam ifade etmiyordu. Hiçbir zaman üretmesi gereken sayıda araba üretmedi çünkü orada yan sanayi yoktu. Dolayısıyla Volkswagen fabrikasının Çin hükûmetine bir dostluk hediyesi olup olmadığı sorgulanabilir. Öte yandan Çin’de iş yapmak isteyen herkes, Çin hükûmetine bir ölçüde boyun eğmek zorunda. Toplum olarak bizim görevimiz devletin bu tür şeyleri teşvik etmemesi gerektiğine dikkat çekmek.
Aynı sorun diğer birçok ülkede de gözlemlenebilir. Çin’in işlediği suçlar, Müslüman ülkelerde en azından resmî ağızdan neredeyse hiç eleştirilmiyor. Çin’de camiler bazen umumi tuvalete dönüştürülüyor. Bunlara ses çıkartılamıyor çünkü ekonomik bağımlılık çok büyük ve diğer yanda otoriter hükûmetler birbirlerini korumayı seviyorlar. Toplumlarda ise durum farklı. Güneydoğu Asya’da ya da Türkiye gibi birçok ülkede bu meseleye dair toplumsal bilinç yüksek. Arap ülkelerinde ise Uygurlara yönelik zulüm pek de önemsenmiyor.
Ancak bir değişim yaşanıyor. Batı, uzun süre boyunca her şeyi yapabileceğine inanan Çin hükûmeti üzerinde baskı kurmaya başladı. Birleşmiş Milletler’in baskısı başarılı oldu. Çin en azından açık baskıcı önlemlerini bir nebze de olsa azalttı. Yani yapılabilecek çok şey var.
Uygur soykırımıyla ilgili olarak geleceğe yönelik öngörüleriniz neler? Hangi önlemler alınmalı sizce?
Son yıllarda hem ABD hem de AB tarafından, bu suçlara karışan bazı yetkililere ve kamu görevlilerine karşı yaptırımlar uygulandı. Bölgeden gelen ve zorunlu çalıştırmalarla elde edildiği bilinen pamuk gibi ürünlere karşı da ekonomik yaptırımlar uygulandı. Bana kalırsa bu vahşete karşı boykot ve ekonomik baskı uygulanmalı. Önemli olan Çin üzerindeki baskıyı her düzeyde sürdürmek ve insan hakları örgütleri ile gazetecilerin bölgeye erişimini talep etmek.
Bunun sihirli bir formülü yok. Zira görünen o ki Çin hükûmeti durmayacak. Uzun vadede maalesef çok karamsar bir tablo var karşımızda. Tek olasılık, Çin hükûmetinin eninde sonunda ödediği bedeli çok yüksek bulması. Konu ne kadar açık ve yüksek sesle konuşulursa, Çin hükûmetinin başı da o kadar çok derde girer ve bazı uygulamaları azaltmaya da o kadar istekli olur.
[…] açılan soruşturmayı 2 yılın ardından düşürmüştü. Fransa Senatosu, 1 Haziran’da Uygurların zorla çalıştırılmasından kaynaklı ürünlerin ithalatını yasaklamayı amaçlayan önergeyi […]
[…] https://perspektif.eu/2023/06/07/yuksek-teknolojili-gulag-cinin-uygurlara-karsi-isledigi-suclar/ […]