'Almanya'

“Medya, ‘Klan’ Söylemiyle Arap veya Müslüman Çocukları Toplumun Dışına İtiyor”

Almanya’da, çoğunluğu Arap kökenli “klan”lar olduğu ve bu klanların suç çeteleri hâlinde hareket ettiği iddia ediliyor. Hırsızlık, kara para aklama, uyuşturucu ve silah ticareti gibi kriminal eylemlerde bulunduğu iddia edilen klanlar, Almanya’da “organize suçlar” altında ayrı raporlanıyor. Prof. Dr. Gökçe Yurdakul, Dr. Özgür Özvatan ve Bastian Neuhauser tarafından yayımlanan son araştırma, bu söylemin ırkçı izler taşıdığını ortaya koydu. Gökçe Yurdakul ile “Arap Klanları Söylemi: Alman Medyasında Irklaştırma, akrabalık ve suç anlatımı” başlıklı araştırmaları hakkında konuştuk.

Gökçe Yurdakul

“Klan kriminalitesi” nedir? Bu alanda yayınladığınız son araştırmayı yapma nedeniniz neydi?

Klan kriminalitesi üzerine çalışmaya karar vermemizin sebebi öncelikle Alman medyasının bunu bir konsept olarak geçen 13 sene içinde daha sık kullanmaya başlaması. Aslında “klan” sözcüğü daha öncesinde de özellikle göçmen gruplar için kullanılmıştı. Daha önce Yugoslavya’dan gelenler, Araplar, Arnavutlar ya da İtalyanlar için “mafya” gibi kavramlar kullanılıyordu. 2010 yılından sonra ağırlıklı olarak “klan” kelimesinin Araplar için kullanıldığını görüyoruz.

Kısaca söylemek gerekirse klan kelimesi aslında “geniş aile” demek fakat son yıllarda medya bunu kriminal, aynı zamanda Araplarla ilgili olan, yani ırksallaştırılmış, arka planda İslam’ı da kriminalize etmeye çalışan bir anlatım olarak kullanıyor. Biz de araştırmamızda bu kullanımı bilimsel olarak göstermek istedik.

Araştırmanızın temel bulguları nelerdi? Nasıl bir metot kullandınız ve bu metotla hangi bulgulara eriştiniz?

İki farklı metot kullandık. Birinci metot çok yeni bir metot. Bunun için Amerika’daki bazı iş araştırmacılardan yardım aldık, birlikte atölye çalışmaları yaptık. Onlar Müslümanların New York Times gazetesinde nasıl konu edildiğini incelemişlerdi. Biz de bu metodu Almanya’ya uyarladık. Araştırmacılarımızdan Bastian Neuhauser bu verilerin hepsini topladı ve Python ile analiz ettik. Böylece Almanya’da farklı farklı klan diskurları olduğunu tespit ettik. Sonrasında bu diskurlar içinden Araplara yönelik kriminal ve ırkçı söylemlerle şekillenen “klan” diskurunu “critical discourse analysis” dediğimiz bir metotla inceledik.

Bu söylemin arkasında farklı kategoriler tespit ettik. Bunlardan benim için en enteresan olan, Arap klanların daha ziyade Almanya’daki sosyal düzeni bozduğu yönünde bir yaklaşımla ele alınışıydı. “Bu insanları kontrol altına almalıyız. Daha çok polis olmak zorunda. Bunlar ülkemizin düzenini bozuyorlar…” gibi bir söylem söz konusu ve ülkedeki sosyal düzen sadece bu “klan”ların kontrol altına alınmasıyla sağlanabilir gibi bir kabul vardı.

Elbette içerisinde Arapların da yer aldığı kriminal bir network vardır. Almanya’da güvenlik güçleri bu konuda bir eylem ihtiyacı görüyorsa, burada mutlaka bir sorun olduğu açık. Fakat medyada sanki “Bütün Araplar bir klanın içindedir” şeklinde bir takdimle sunulması çok rahatsız edici. Medyadaki bu söylem okullarda Arap çocukları ya da Müslümanları toplumun dışına itme gibi bir etki oluşturuyor. Biz araştırmamızda bu insanlara “Arap klan” şeklinde isim takarak nasıl bir topluluğun tamamının töhmet altında bırakıldığını anlatmak istedik.

Zira bu söylem sadece medyada kalmıyor. Devlet kademesinde ya da politikada da kullanılıyor. Bu ifadeler devletin politikalarına giriyor, raporlarda yer alıyor, insanlar bunu düşünmeden kullanıyorlar. Arap komünitesinin tamamı, Filistin’den ya da Lübnan’dan gelen insanlar, hatta bir yönüyle tüm Müslümanlar bu söylemde homojen bir grupmuş gibi ele alınıyor.

Araştırmamız bu yönüyle rahatsız edici bir araştırmaydı. Çokça konuşulmasının nedeni de bence medya tüketiminde bulunan insanların da rahatsız olması. Biz de araştırmanın bu kadar ilgi çekmesine seviniyoruz.

“Arap klan” söyleminin kökenleri nereye uzanıyor sizce?

Bu söylemin kolonyal kökleri var. Özellikle Arap erkeğe duyulan korku ön planda ve kadınlar da aynı klanın içinde sanki bu kriminalleşmeye yardımcı kişiler olarak görülüyorlar. Özellikle Arap erkeklerini “kriminal, korkutucu insan” olarak sınıflandırmak gazetelerde çok yaygın. “Beyaz Avrupalı erkek” ile “kolonileşmiş farklı ülkelerden gelen Arap erkek” arasında kolonyal hiyerarşinin devam ettirildiğini görüyoruz aslında.

Aslında “klan kriminalitesi” dediğimiz şeyin bariz ırkçı söylemler taşıyan bir etiket olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet bizim bulgumuz bu yönde. Yine parantez açarak söyleyeyim: Elbette Arap toplulukları içerisinde de kriminal suç örgütleri vardır. Fakat biz araştırmamızda bütün topluluğu bu şekilde töhmet altında bırakmanın yanlış olduğunu gösteriyoruz. Almanya’daki medya çalışanlarının bu konuda daha dikkatli olmaları gerektiğini düşünüyorum.

“Korkunç Arap” düşüncesi her zaman vardı ama özellikle 2010 sonrasında bu düşüncenin artmasında sosyal konseptin önemli olduğunu düşünüyorum. Sığınmacıların gelmesiyle ve bazı kitapların yayımlanmasıyla sosyal planda böyle bir klan diskuru ve “stigma” yaratıldı.

Esasında bu araştırma ilhamını İngiltere’de çeteleşme üzerine 1970’lerde yazılmış “Policing the Crisis” isimli bir kitaptan aldı. İngiltere’de o dönem medyada siyahi insanlarla gasp suçu arasında bir ilişki kuruldu ve İngiltere’de siyahilere karşı büyük bir korku ortaya çıktı. Bunun arka planında yatan sosyal kontekst İngiltere’nin büyük bir ekonomik çöküş içinde olmasıydı. Orada da siyahiler hedef gösterildi.

Karşılaştırma yapmak isabetli olmasa da Almanya’da da benzer şekilde Araplara karşı bir hedef gösterme olduğunu düşünüyorum. Sanki Almanya’nın problemleri Arapların ülkeye gelmesiyle oluştu, buradaki kriminalite sanki Araplarla meydana geldi gibi bir medya diskuru var. Almanya’da da belli grupların merkezde olduğu çete suçları var elbette. Fakat bu konudaki medya içeriklerinin, bazı etnik ya da dinî gruplar üzerinde bir stigma yaratmaya yol açmaması gerekiyor.

Bu durumdan hareketle Almanya’da çoğulculukla başa çıkabilme konusundaki kapasitemiz ne durumda sizce?

Almanya’nın farklılıkla, farklı dinlerden, farklı kökenlerden gelen insanlarla daha farklı politikalar yoluyla başa çıkması lazım. Ben bunu görmüyorum açıkçası. Medya da bu sistemin bir parçası. Özellikle siyasi eğitimde büyük değişiklikler yapılması lazım.

Ben Berlin’de yaşıyorum, burada da aynı eğitim sistemini görüyoruz. Arap ya da Orta Doğu’dan gelen çocuklara mobbing uygulanıyor ya da bazı okullarda onlara daha düşük notlar veriliyor. Bunlar politikadan ve politika yapıcılardan bağımsız şeyler değil.

Ben Almanya’ya 2002 yılında geldim. 20 sene oldu ve göçmenlere yönelik söylemde hiçbir değişiklik olmadı. Hâlâ göçmenler için “İkinci vatandaşlık kabul edilsin mi? Göçmenliği nasıl düzenleyebiliriz?” gibi bir mantık yürürlükte.

Ne yazık ki böyle olduğu zaman -biraz öz eleştirel olarak söylemek gerekirse- Türkiye’den gelmiş insanlar arasında da Araplara karşı büyük bir ön yargı var. Ama bence bu Almanya’nın yapısından kaynaklanıyor. Topluma “Araplar kötü, Arap erkeklerden kaçın…” şeklinde empoze edersiniz bu söylem Alman ya da Türk tanımaz. Bunu sistemden öğrenen herkes bu şekilde davranır.

Mesela biz bir araştırma yaptık. Berlin’de Türkler devlet okullarından kaçmaya çalışıyorlar. Berlin’deki özel okullara baktığınızda Türk dolu olduğunu görüyorsunuz. Çünkü devlet okullarında çok fazla Arap var ve Araplardan kaçmaya çalışıyorlar aslında. Bunun nedenlerinden bir tanesi bu klan diskur gibi tartışmalarda Araplarla aynı seviyeye konulmak istememeleri.  Almanlar Arapları marjinalize ettikçe Türkler de bundan kaçıyor. Bu sefer de “çifte marjinalleştirme” oluyor Araplar üzerinde.

Bu sistemi değiştirmek lazım. İslam’a dair Almanya’daki okullarda okuttukları içerikler sanki başka bir yüzyıldan gelmiş gibi. Dolayısıyla uzun süreli bir değişim bu.

“Post-migrantisch” denilen “göç sonrası” bir toplum olmak neleri gerektiriyor sizce?

Almanya’da farklılıklarla başa çıkma konusunda bir sorun var. Ülkeye o kadar göçmen geliyor, hâlâ “Nüfus Dairesi’nde hangi dilde konuşacağız?” endişesi var. Bütün dünya Almanca bilemez ki…

Ben Almanya’ya gelmeden önce 10 sene Kanada’da yaşadım. Elbette Kanada’nın da kendine ait kolonyal problemleri, ırkçılık problemleri var. Ama bir göç ülkesi olarak ve çokkültürlü hayat açısından çok önemli kilometreler kat etmiş bir ülke. Biz şimdi Almanya’da tekerleği yeniden bulmak yerine, Avustralya ve Kanada gibi ülkelere bakmaya çalışabiliriz. Bunlar özellikle organizasyonlarında, hukuk sistemlerinde bazı değişikler yapmaya çalışmışlar.

Sonuç olarak devlet insanlar için var ve bu insanlar artık farklı diller konuşuyorlar, farklı dinî arka planlardan geliyorlar. Almanya’da bunu nasıl yerleştirebiliriz, bunu düşünmek lazım. Ama burada sanki tam tersi, sanki insanlar devlete uymak zorundaymış gibi bir anlayış var. Hâlbuki öyle değil, devlet insanlar için var! Bu insanları Almanya’nın insanları olarak kabul etmek zorundayız. Zorundayız, başka bir yolu yok.

Ben Almancayı üçüncü dil olarak konuşuyorum ve aksanım var. Üniversitede ders verdiğim öğrenciler aksanlı bir insanın profesör olmasına alışkın değiller. Sınıfa girdiğimde ilk şunu soruyorum: “Burada kaç kişinin ailesinde göç hikâyesi var?” Genelde öğrencilerin üçte ikisinin ailesinde göçmen var. O zaman diyorum ki, “Ben de bu ülkede bir göçmenim. Beni de burada bir hoca olarak ders anlatırken görmek zorundasınız. Çünkü Türkler ya da Araplar sadece yerleri temizlemiyorlar bu ülkede.”

İnsanlar bence göçmenlerin Almanya’da karar verme mekanizmalarına, üst mekanizmalara gelmesine alışkın değiller ama bizim bunu yine Almanlar olarak -ben de kendimi bir Alman olarak görüyorum- değiştirmemiz lazım.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler