'İltica'

AB Sığınmacı Reformu: “Parayı Ödeyen, Mülteci Kabul Etmez”

Avrupa Birliği bir sığınmacı reformu üzerinde anlaştı. Varılan anlaşma “para vererek mülteciden kurtulma” mantığının Avrupa’da hâlâ geçerli olduğunu gösteriyor.

©GagoDesign/shutterstock.com

Avrupa Birliği’nin iltica politikası reformuna dair süren müzakereler sonucu Avrupa Birliği Konseyi iki konuda karara vardı. Buna göre sığınmacı almak istemeyen AB ülkeleri kabul etmeyi reddettikleri göçmen başına tazminat ödeyerek sorumluluklarını para ile transfer etmiş olacaklar. İkinci olarak, AB’nin dış sınırlarında iltica başvuru süreçleri için yeni prosedürler getirilerek başvuru ve sonuç sürelerinin kısaltılması planlanıyor. İnsan hakları savunucularının öngörüsüne göre birçok başvuru için yeterli inceleme yapılamayacağı ve başvuruların oldubittiye getirilerek reddedileceğine dair güçlü sinyaller veriliyor.

Avrupa ülkeleri özellikle Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden gelen sığınmacılar için en önde gelen göç destinasyonlarından biri. Özellikle Suriye’deki savaşla birlikte 2015 yılında zirve noktasına ulaşan düzensiz göç akışları Avrupa tarafından “sığınmacı krizi” olarak adlandırılıyor. Bu durum her ne kadar sivil toplum kuruluşları ve konu ile ilgili çalışan bazı akademisyenler tarafından “sığınmacıları kabul krizi” olarak görülse de resmî yetkililer için mesele hep bir “sığınmacı krizi” olarak kaldı.

Birleşmiş Milletler Göç Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre 2015 yılında bir milyondan fazla göçmen, büyük kısmı Akdeniz yolu ile olmak üzere Avrupa’ya ulaştı. Avrupa Birliği’nin göçü yönetme araçları ve mevzuatını yetersiz bırakan bu büyük göç hareketliliği, Birliğin göç politikasının iki bileşeni olduğunu iddia ettiği ahlaki ilkelerin ve pratik çıkarların ciddi bir biçimde çatışmasına sebep oldu. Geçtiğimiz yüzyılda Max Weber tarafından savunulan güzel formülü kullanmak gerekirse, AB, göçe mahkûm edilmiş in-sanları korumaya yönelik “etik görevi” ile üye devletlerin nüfuslarına vaat edilen yaşam tarzlarının gelecekteki istikrarına ilişkin “sorumluluk” arasında kaldı diyebiliriz.

İltica Politikası Reformu: Müzmin Bir Mesele

AB’nin bu dönemde bu krize dayanışma içinde güçlü bir cevap vermesini zorlaştıran üç temel unsur var. Birincisi, göçmenlerin çoğunlukla sığınma talep ettikleri ülkeler aslında sadece Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi bazı ülkeler. Bu yüzden diğerleri için bu kriz bahsi geçen ülkelerin sorunu gibi görülüyor. İkincisi, üye ülkelerin farklı göç politikası geleneklerinin olması ve bu durumun AB iltica sistemini uyumlaştırmayı imkânsız kılmasıyla ilgili. Üçüncü zorluğu ise özellikle kriz anında popülizm ve seçim kaygılarının artmasıyla birlikte, üye devletlerin iç siyasi gündeminden kaynaklı problemler oluşturuyor.

Bu çerçevede, özellikle son yirmi yılda Avrupa’ya büyük oranda artan göç, AB iltica kurallarında reform yapılması gerektiğini ortaya koydu. Bu şartlar altında Avrupa Komisyonu, 23 Eylül 2020’de, birkaç hukuki düzenleme içeren bir Göç ve İltica Paktı teklif etmişti. İlgili teklif Avrupa Parlamentosu Sivil Özgürlükler, Adalet ve İçişleri Komisyonunda (LIBE) görüşüldü ve bazı değişiklikler yapıldı. Konsey tarafında ise yaklaşık üç yıl süren müzakerelerin ardından 8 Haziran 2023 tarihinde bir karara varıldı. Sürecin ilerdeki adımlarında, Parlamento’nun ve Konsey’in yapacağı görüşmelerde bu yasal düzenleme son hâlini alacak ve iki tarafın anlaşmaya varması üzerine yürürlüğe girecek.

Üye devletlerin temsilcilerinin yaklaşımları birbirinden birçok konuda ayrılsa da 8 Haziran tarihli Konsey sırasında iki düzenleme önerisi üzerinde uzlaşmaya varıldı. İlk olarak AB düzeyinde sığınma başvurularını düzenleyen mevcut Dublin Yönetmeliğinin yerini alması amaçlanan, iltica ve göç yönetimi için ortak bir çerçeve oluşturan yeni metin önerisi ve ikinci olarak da özellikle dış sınırlarda yeni zorunlu prosedürlerin getirilmesi olmak üzere iltica prosedürlerine ilişkin bir yeni düzenleme önerisi üzerinde uzlaşıya varıldı.

Dublin Sözleşmesinin Revizyonu

Avrupa Birliği’nin iltica rejiminin temelini Dublin Sözleşmesi oluşturmaktadır. Şu anda yürürlükte olan Dublin sistemi 1990’da kurulmuş ve ardından 2003 ve 2013’te güncellenmiştir. Amaç, bir sığınma başvurusunu işleme koymaktan sorumlu üye devleti belirlemek ve birden fazla ülkede yapılan mükerrer iltica başvurularının önüne geçmektir.

Prosedür, ilk giriş ülkesi kriteri de dâhil olmak üzere çeşitli kriterlere dayanmaktadır. Buna göre sığınmacının Avrupa topraklarına ilk giriş yaptığı ülke sığınma başvurusundan sorumludur. Uygulamada bu, sığınma başvurularının çoğunun işlenmesinden Yunanistan, İtalya, İspanya ve Malta gibi Avrupa’nın güney sınırlarında bulunan az sayıda ülkenin sorumlu olduğu anlamına gelmektedir. Bu ülkelerin sığınmacılar için genelde destinasyon değil transit ülkeler olduğu göz önüne alındığında Dublin sistemi üzerine yoğunlaşan eleştirileri anlamak mümkündür.

Konsey’in üzerinde mutabakata vardığı sığınma ve göç yönetimine ilişkin yeni düzenleme önerisi, ilk giriş ülkesi için sığınma başvurusunun sorumluluğu ilkesine yönelik herhangi bir değişiklik öngörmüyor. Bununla beraber bu yeni metin, sığınma başvurularını AB ülkeleri arasında daha iyi dağıtmak için bir dayanışma mekanizması kurduğu iddiası ile “göçmen baskısı” altındaki devletleri desteklemek için, her yıl en az 30.000 sığınmacı, ön cephedeki ülkelerden göç akınlarına daha az maruz kalan ülkelere yerleştirilmesini öngörüyor. Ancak bununla beraber planlanan düzenleme üye devletlere sığınmacı kabul etmeyi reddetme hakkı da tanıyarak bu durumda kabul etmeyi reddettikleri göçmen başına 20.000 avroluk mali tazminat ödemek zorunluluğu getiriyor. Yani daha önce Türkiye ile yapılan 18 Mart 2016 tarihli mutabakatta olduğu gibi “para vererek mülteciden kurtulma mantığının” Avrupa’da hâlâ geçerli olduğunu ve güncellenerek önümüze çıktığını görmekteyiz.

AB Dış Sınırlarında Yeni Prosedürler

Konsey ayrıca sığınma prosedürlerine ilişkin bir düzenleme önerisi üzerine de mutabakat sağladı. Bu düzenlemeye göre sığınma başvurularının asılsız veya kabul edilemez olup olmadığını hızlı bir şekilde değerlendirmek için AB’nin dış sınırlarında zorunlu prosedürlerin getirilmesi bekleniyor. Başvurusu asılsız veya kabul edilemez olarak nitelendirilen ve bölgede kalma hakkı olmayan kişiler için derhâl iade prosedürü başlatılması planlanıyor. İltica ve geri dönüş prosedürünün toplam süresine de bir sınır getirilerek bu sürenin altı ayı geçmeyeceği karara bağlandı. Metin, prosedür boyunca yetkililerle iş birliği yapmak zorunda kalacak olan başvuru sahiplerine açık yükümlülükler getirerek suiistimali önlemeyi amaçladığını iddia ediyor. Ayrıca, sığınmacıların haklarına (adli yardım, temsil veya tercüman hakkı) ilişkin standartları da belirliyor.

Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı (ENAR) konu ile ilgili yaptığı açıklamada AB tarafından bir iş birliği zaferi gibi sunulan bu durumun hem göçmenlere bir fiyat belirlediği için temel insani değerlerden uzak olduğunu hem de Avrupa dayanışmasını “parayı ödeyen mülteci kabul etmez” mantığı ile esnek hâle getirdiğini dile getirdi. Ayrıca konu ile ilgili çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları bu durumun AB’nin Ukraynalı mültecilerin yerinden edilmesine karşı onurlu duruşu ile bağdaşmadığını ve bunun bir ayrımcılık olduğunu dile getiriyorlar. Bahsi gecen düzenlemelere maruz kalacak olan göçmenlerin Asya, Ortadoğu ve Afrika’dan gelenler olması bu çifte standart anlayışını göz önüne seriyor.

Ebubekir Tavacı

Lisans derecesini Istanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 2016 yılında alan Tavacı, Fransa’da Université Paris 1 Panthéon Sorbonne’da Siyaset Bilimi yüksek lisans programından 2021 yılında mezun olmuş ve aynı üniversitede aynı alanda doktora araştırmasına devam etmektedir. Avrupa Birliği göç politikaları, Türk diasporası ve Fransa’da göç gibi konular üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler