'Vatan Nedir?'

Almanya’da Dindarlık: Sekülerizm Almanya’yı Vatan mı Edindirdi?

Sekülerizm dinin zıttı, hatta birbirini dışlayan unsurlar olarak görülür. Peki bu gerçekten böyle mi? Seküler Almanya’da dindar bilinç, laik Türkiye’de olduğundan daha fazla pekişmiş olabilir mi? Bunun vatan anlayışına ne tür bir etkisi var? Almanya da en az Türkiye kadar bizim vatanımız mı? Hamza Tüter "Vatan Nedir" serisi için bu soruları cevapladı.

©Shutterstock.com Değişiklikler: Perspektif

Almanya’da doğup büyüyenler ile Türkiye’de yetişenler arasında ister istemez büyük kültürel farklılıkların olduğu göze çarpıyor. Yaşam tarzından alışkanlıklara ve eğitime kadar bu iki farklı ülkede yetişen gençler birbirinden oldukça farklılar. Özellikle dindar bilinç açısından konuyu ele aldığımızda, burada daha belirgin bir anlayış manzumesiyle karşı karşıya kaldığımızı iddia ediyorum. Bundan dolayı her iki ülkede de dine yüklenen anlamı ve dindarlığın ne ile ilişkilendirildiğini ele almak gerektiğini düşünüyorum.

Gelenekle Dindarlık Arasında Seçim

Ferahlık veren büyük tarihî camilerdeki ibadet atmosferini yahut ramazan ve kurban bayramları gibi dinî günleri ve geceleri, dinî buluşma ve törenleri bir kenara bırakalım. Çünkü dinin günlük yaşamdaki rolünü daha ziyade bir gelenek hâlini almış bu tür etkinliklerden bağımsız olarak tartışmak gerektiği kanaatindeyim.

Türkiye’de din anlayışının daha çok göreceli olması dikkat çekiyor. Karşılaştığım olaylardan misal verecek olursam, Almanya’da (cübbeli ve sarıklı değilse) uzun sakallı birisi dikkat çekmez iken, Türkiye’de buna farklı anlamlar yüklendiğinden dikkat çekiyor. Almanya’da genel anlamda uzun sakal kayda değer bir unsur değil; birçok gayrimüslimin de uzun sakal bıraktığını görüyoruz. Fakat Türkiye’de uzun sakalın sembolik bir anlam taşıdığı, ideolojik veya siyasi bir mesaj verdiği düşünülebiliyor. Bu konuda küçük bir anekdot ekleyecek olursam; okul hayatımın bir senesini Ankara’da geçirdiğim dönem, tanınmış bir futbol takımının antrenmanına katıldığım sırada antrenörün bana verdiği ilk tepki bir dahaki idmana sakallı (kirli sakallı olmam hasebiyle) gelmemem gerektiğiydi. O zamanlar yaşım gereği bu uyarıya bir anlam yükleyememiştim, zira daha önce Almanya’da buna benzer bir durumla hiç karşılaşmamıştım.

Bunun ötesinde Türkiye’de İslami düşünce, tarihsel ve siyasi bakış açısından da doğrudan etkileniyor. Bu etkinin Türkiye’den Almanya’ya göç eden ilk ve ikinci nesilde de gözlemlendiğini, ancak sonraki nesillerde genel olarak azaldığını hatta ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Burada doğup büyüyen Müslüman gençlerin karşılaşmış olduğu sorunlar ve buna bağlı olarak geliştirmiş oldukları bireysel ve toplumsal çözümler farklılık arz ediyor. Bu nedenle Almanya’daki İslam anlayışı, geçmişten kalan tarihsel ve siyasal mirastan bağımsız bir anlayış geliştirerek Avrupa’da İslam kavramının içini doldurmak üzere bir tavır sergilemek zorunda.

Almanya’da dinin siyasi ve tarihsel tartışmaların dışında kalmasının bir diğer nedeni de, ülkenin farklı inançların yaşanması ve uygulanmasını mümkün kılan dinî ve kültürel çeşitliliğe sahip olmasıdır. Bu çeşitliliğe, farklı ülkelerden gelen Müslümanların etkisi olduğu gibi, gayrimüslim bir toplum içerisinde farklı kültürlerle birlikte bir yaşam sürme tecrübesinin de şüphesiz etkisi olmuştur. Bu etki, insanı dini tüm sadeliği ile cami bünyesinde yaşamaya çalışmaya itmiştir.

Almanya’da Kurumsal Anlamda Caminin Fonksiyonu

Türkiye’de cami imamları genellikle toplu ibadet görevini yerine getirmekle sorumludurlar. Cemaatten gelen soruları cevaplar, uzun yaz tatillerinde okul çocuklarına yönelik Kur’an kursu hizmeti sunarlar. Almanya’da ise camiler ibadet yeri olmakla birlikte aynı zamanda bir kültür merkezi işlevi görür. Burada dinî derslerin yanı sıra sohbet halkaları, kültür ve spor etkinlikleri gibi çeşitli gençlik faaliyetleri organize edilir. Almanya’daki camilerin hedefi, gençlerin gayri ahlaki yollara sapmalarına engel olmak, eğitimlerinde başarılı ve daha bilinçli olmalarını sağlamaktır. Bu bağlamda Almanya’da camiler fonksiyonları itibarıyla Türkiye’dekilerden daha farklı bir rol üstlenmektedir.

Ek olarak, dindarlık seviyesi veya siyasi görüşüne bakılmaksızın Müslümanlar camiler tarafından organize edilen şenlik veya kermes gibi etkinliklere gönüllü yardımcı veya katılımcı olarak dahil olup destekte bulunabilmekteler. Bunun en güzel yanı ise cami cemaatinin yaşlı-genç fark etmeksizin kendi arasında yakın dostluk ilişkileri kurabilmesine imkan vermesidir.

Tüm bu faktörler nedeniyle Almanya’da İslam dini Türkiye’de olduğundan daha büyük bir dayanışma fonksiyonuna sahip. Camiler de bu bağlamda daha büyük sorumluluklara sahip oldukları için dindarlık bilinci de daha pekişmiş durumda.

Bununla birlikte camilerin Avrupa’da Türkiye’dekinden daha sosyal bir fonksiyona sahip olmasının nedeni, Müslümanların Avrupa’da azınlık olmalarıdır. Azınlık olma durumundan ötürü örneğin bir cami imamı gerekli olduğunda cemaatini temsil fonksiyonu da üstlenir.

Camilerin bünyesinde gerçekleştirilen yukarıda saydığımız etkinlik ve sosyal hizmetler Türkiye’de cami haricinde çeşitli vakıflar ve sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilmektedir.

Nereliyim? Benim Vatanım Neresi?

Bu güzel unsurların yanı sıra iki farklı dünya arasında büyümenin beraberinde getirdiği zorluklar da mevcut. Çocukların gelişme sürecinde, gençliğinde idrak ettiği kimlik hakkındaki tartışmalara binaen “Ben nereliyim?” sorusu üzerine yoğun düşünmeleri ve cevap aramaları gerekiyor. Bu soruya iki kültür arasında yetişen birinin kolayca cevap verebileceğini düşünmek meseleye yüzeysel bakmak olur. John B. Berry’nin kültürleşme (acculturation) stratejileriyle tarif edecek olursak, sayısız asimile olmuş, yahut kendi kimliğini sürdürüp, yaşadığı yerin kültürünü tümüyle reddederek ayrılma stratejisini (separation) benimsemiş veya her iki kültürü de reddeden (marginalisation) örneklerin olduğu görülür. Esas olan ise seküler, liberal, özgürlükçü ve demokratik anayasayı göz önünde bulundurarak vurgulanması gereken entegrasyon potansiyelidir. Bu anlamda demokratik bir anayasa, insanın kendi kültürel özelliklerini muhafaza ederek yaşadığı ortamın kültürüyle bütünleşmesine (integration) imkan sağlar.

Bu iki unsuru yani sekülerizm ve demokrasiyi vurgulamamın nedeni, monarşi ve diktatörlükteki gibi toplumu mutlak homojen kabul eden bir güç veya kabul içermemesidir. Sekülerizm bağlamında genel olarak devletin dinî yaşama karışmaya hakkı bulunmadığından herkesin inancını özgürce yaşama hakkı bulunur. Çünkü Faşizme dayalı bir anayasaya veya dini yaşamamızı doğrudan kısıtlayan bir monarşiye/diktatörlüğe maruz kalsaydık, dindar bilinç yaşamaya devam etse de, bu dindarlık gizli kalır ve entegrasyona engel olurdu. Aynı zamanda bu dışa kapalı olmaya (separation) yol açıp, birçok ülkede olduğu gibi toplumun dışında bir yaşam sürdürmeyi zorunlu kılardı.

Sekülerizm zorluklar ve riskler içerse de Almanya’da dindar Müslümanlara dinî inancı, kültürü ve geçmişi hakkında düşünmeyi ve bunlara dışarıdan bakabilmeyi mümkün kılmıştır. Bu vesileyle Almanya’nın Müslümanları, çokkültürlü toplum tecrübesiyle tek merkezli dünya görüşü oluşturmadan, farklılıkların zenginlik olduğu bilinciyle kendi dinî inançlarını daha sağlam bir zemine oturtabiliyorlar. Bu bilinç ise dinin saf, sade ve basit yanıyla iletişim kurulmasına vesile oluyor. Helal kavramı Almanya’da daha belirgin ve hassasiyet taşıyan bir anlama sahip. Yani Türkiye’de günlük hayatta sıradan olan bir şeye ulaşmak burada ilaveten bir çaba gerektiriyor: Mesela helal gıda, helal kesim et ürünü aramak gibi. Bu durum da insanı daha bilinçli olmaya itiyor. Almanya’da geleneksel anlayıştan veya bir alışkanlık olmaktan uzak, üzerinde düşünülen ve öğrenilen bir din var. Farklı dinlerden insanların ve farklı kökenden Müslümanların bir arada olması hasebiyle, Nilüfer Göle’nin tabiriyle, Müslümanlar kendi aralarında bir kozmopolitizm de yaşıyorlar.

Sonuç itibarıyla daha kuvvetli bir maneviyat oluşuyor. Türkiye’de neredeyse herkesin Müslüman olması hasebiyle bu idrakin gelişmesi düşük bir olasılık. Bu idraki sağlayan faktör, Almanya’daki kültürleşme ve sosyalleşmedir. O yüzden dindar bilinç için bu tecrübe en iyi imkan ve fırsattır.

Bu bağlamda Almanya Türk kökenli vatandaşlar için artık sahiplenilmiş bir vatan. Nilüfer Göle’ye göre göç silsilesi kırılmış durumdadır: Cami mimarisini kullanarak, Müslümanların meydana çıkma cesareti bir vatandaşlık aidiyeti taşıdıklarını gösterir. İlk nesil bundan korkarken, dinî kimliklerini arka planda tutarken, bugün camilerin belli bir mimariye kavuşmak istemesi hatta şehirlerin merkezlerinde kiliselerin yanında inşa edilmesi bir şekilde Müslümanların kendi mevcudiyetilerini gösterme iradesiyle yakından ilişkilidir.

Irkçılık gibi sorunlar olsa da, yaşam anlayışı, mentalite ve alışkanlıklar itibarıyla “Almancıların” Türkiye’deki Türklerden çok “Almanlara” benzediğini Türkiye’de yaşadıktan sonra daha iyi idrak ettim. Almanya’daki dindar Türkler memleketlerinde dine verilen anlam ile kendilerini özdeşleştirememekteler. Yine Göle’nin verdiği misallerle Avrupa’da İslam’ın edindiği yeni yüzler ve ögeler var.

Vatan Nedir?

Dil, kimlik için ciddi bir etken olduğundan kişinin vatanını belirlemesinde de rol oynuyor. Hangi dili en güzel şekilde konuşabiliyorsak, yazabiliyorsak hatta o dilde tartışabiliyorsak o dil bizi etkisi altına alıyor demektir. Gündelik yaşamda hangi dili yoğunlukla konuşuyorsak ve hangi dil bize daha kolay geliyorsa, o dil ana dildir. O dilde rüyamızı görürüz, o dilde düşünürüz. Anadili belirleyen başlıca faktör hiç şüphesiz okul eğitimidir. Anaokulunda başlayıp liseyi tamamladığımız dil ve sosyal çevremizde kullandığımız dil anadilimiz oluveriyor. Dil ise bize düşünmeyi ve yaşamış olduğumuz toplumun değerlerinden haberdar olmayı sağlamanın yanı sıra kişiliğimizin hatta kimliğimizin aynı zamanda vatanımızın neresi olacağını belirlemede de ciddi bir şekilde etken olarak karşımıza çıkıyor. Üçüncü ve dördüncü nesil başta olmak üzere bu dilin Almanca olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda maalesef Türkçe dil yeteneği de nesilden nesle biraz daha kayboluyor.

Yukarıda bahsi geçen kültürleşme ve sosyalleşme unsurları bize vatanı gösterir. Bu bağlamda gözümüzü açtığımız bu topraklarda ve hayat içinde edindiğimiz kültürel yaşam Almanya’yı da vatan edinebilmemizi sağlar. Dinî özgürlük ve seküler anlayışı kapsayan demokrasi bunun için büyük bir vesiledir.

Lakin bu faktörler Türkiye’yi vatan olarak görmeye mani değildir. Biri diğerini devre dışı bırakmaz. Ne kadar çok Almanya’yı vatan edinebiliyorsak, en az o kadar Türkiye de vatandır.

Türkiye’den gelen birinci ve ikinci neslin bizlere öğrettikleri örf-adet, din ve Türkçe dili kimliğimizin omurgasını oluşturan ana etkenlerdir. Daha çok geçmişimizi, kültürümüzü ve her şeyden önce bunların sürdürülmesini sağlayan dilimizi sahiplenmek mecburiyetindeyiz. Teoman Duralı “İnsanın biyolojik yapısının taşıyıcısı nasıl genleriyse, genler susturulduğunda yaşarlılığımızı ortadan kaldırırız. Bunun kültürdeki karşılığı dil ve yazıdır” der.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler