'İsrail İşgali'

“İki Devletli Çözüm, Çözüm Değil İşgalin Devam Ettirilmesidir”

Aşırı sağcı hükûmet yetkililerinin tepki çeken ırkçı söylemleri ve yargı reformuna karşı aylardır devam eden halk protestolarıyla gündeme gelen İsrail’in Filistinlilere yönelik artan baskıcı politikalarını İsrailli tarihçi ve siyaset bilimci Prof. Dr. Ilan Pappé ile konuştuk.

Kitaplarınızda İsrail’in kuruluşunu Filistin’in etnik temizliği olarak tanımlıyor ve işgal altındaki Batı Şeria’yı ve Gazze Şeridi’ni dünyanın en büyük hapishanesi olarak adlandırıyorsunuz. Bununla ne demek istediğinizi açıklayabilir misiniz?

Etnik temizlik, Filistinlileri tarihsel olarak Filistin olan ve İsrail devletine dönüşen bölgelerden kitlesel olarak sürmek için siyasi liderler tarafından kışkırtılan, henüz devlet olmadan önce (pre-state) ve devlet olduktan sonra İsrail askerî birimleri tarafından yürütülen kasıtlı operasyondur. Bu operasyon 1948 yılında dokuz ay sürmüş ve Filistin köylerinin yarısının, kasabalarınınsa çoğunun yok edilmesi ve Filistin nüfusunun yarısının sürülmesiyle sonuçlanmıştır.

En büyük hapishane ise, savaştan sonra 1967 yılının haziran ayında İsrail’in 13. hükûmetinin Batı Şeria’yı elinde tutma, ancak oradaki halka vatandaşlık vermeme yönünde aldığı stratejik karara atıfta bulunuyor. Bunun bir sonucu olarak milyonlarca insan yıllardır bir hapishanedeki mahkumlar gibi muamele görüyor. Eğer “iyi” davranırlarsa, açık bir hapishanenin koşullarından “yararlanırlar”, isyan ederlerse maksimum güvenlikli bir hapishanedeki mahkumlar gibi muamele görürler. Bu durum 2006 yılına kadar Gazze Şeridi için de geçerliydi ama bu bölge o tarihten bu yana sadece maksimum güvenlikli bir hapishane muamelesi görüyor.

Siz İsrailli bir tarihçisiniz ve Nazi Almanyasından kaçan bir aileye mensupsunuz. İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarını sorgulamaya ne zaman başladınız?

Bu bir günde olmadı. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle başladığını düşündüğüm bir yolculuktu ve benim gibi insanlar ilk kez İsrail’in sadece istemeden ve kendini savunmak için savaşa girdiği fikrinden şüphe duymaya başladı. Bu şüpheler, 1948 savaşıyla ilgili arşivlerde, özellikle de İsrail arşivlerinde çalışmaya başladığım zaman Siyonizm’e karşı bir meydan okumaya dönüştü. Şok oldum, dehşete düştüm, aldatıldığımı ve yanlış yönlendirildiğimi hissettim ve daha sonra da bir aktivist oldum. İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulüm hakkında daha fazla şey öğrendim. Bu süreç tamamlandığında, Holokost’ta kaybettiğim birçok aile üyem nedeniyle, Filistinlilerin insanlıktan çıkarılmasını ve ezilmesini durdurmak için ne yazık ki çok az da olsa elimden geleni yapmam gerektiğini anladım.

Bu sorgulamanın sonuçları ne oldu?

Kendi toplumum ve devletimle doğrudan bir çatışmaya girdim. Bunun başlıca sonuçları, 23 yıl boyunca ders verdiğim Hayfa Üniversitesi’ndeki kadrolu görevimden ayrılmak ve yurt dışında iş aramak zorunda kalmam oldu. Bir süre, bana ve aileme yönelik ölüm tehditleri almama neden olan bir halk düşmanı olarak görüldüm.

“İki Devletli Çözüm İşgalin Devam Ettirilmesidir”

Siz “tek devletli çözüm”den yanasınız. Bunu “iki devletli çözüm”den daha iyi ve gerçekleştirilebilir kılan nedir? İsrailliler ve Filistinlilerin onlarca yıl süren çatışmalardan sonra aynı devlette barış içinde yaşamaları mümkün mü?

İki devletli çözüm ölmüştür. İsrail zaten Batı Şeria’nın yüzde 60’ını kendi topraklarının bir parçası hâline getirmiştir. Dolayısıyla Gazze, Kudüs ya da mültecilerin geri dönüşü olmaksızın kalan yüzde 40’lık kısımda bir devlet kurmak iki devletli bir çözüm değil, işgalin başka yollarla devam ettirilmesidir. Hâlihazırda tek bir devlet, bir apartheid devleti var ve ne kadar zor olsa da mücadelenin apartheid devletini demokratik bir devletle değiştirmeye odaklanması gerekiyor. Bu kolay olmayacak, zira dekolonizasyon hoş bir olay ya da deneyim değil ancak gerekli olan o. Günün sonunda Yahudiler ve Filistinliler için en iyi çözüm bu. Başlangıçta birlikte yaşamakta zorlanabilirler, ancak bu zorluk şu anda olan her şeyden daha iyidir.

İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarına ilişkin olarak “apartheid” ve “yerleşimci sömürgecilik” (settler-colonialism) gibi terimler kullanıyorsunuz. Avrupa’da, özellikle de Almanya’da bu konuda böyle tanımlamalar kullanmak zor. Size göre İsrail siyasetini “yerleşimci sömürgeci” yapan nedir?

Bunun Almanlar için zor olması, artık dünyanın önde gelen akademisyenlerinin çoğu, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve B’Tselem tarafından kabul edilen terimleri kullanmamak için yeterli bir neden değil. Tüm bu kuruluşların bu terimleri kullanmasının nedeni ideolojileri ya da inançları değil, yaptıkları araştırmalar sonucunda olanları nitelendirmek için bu terimlerin uygun olduğu sonucuna varmış olmaları. Dolayısıyla Almanların bu konudaki hassasiyetinin önemsenmesinden ziyade, Almanlar Filistin meselesini önemsemeliler.

Yerleşimci sömürge hareketleri, kendilerini istemeyen Avrupa’dan kaçmak zorunda kalan ve başka bir yerde yeni bir Avrupa yaratma arayışında olan Avrupalıların hareketidir. Ne yazık ki, çoğu durumda yerli halkın yaşadığı yerler bulunmuş ve bu karşılaşmada yerleşimciler kendi yeni yerlerini inşa etmenin tek yolu olarak yerlileri ortadan kaldırma mantığını izlemiş ve bu süreçte yerlilerin geleneklerini ve tarihini temellük ederek onları yerlerinden etmiştir. Bu durum Amerika’da, Avustralya’da ve Güney Afrika’da yaşanmıştır ve bugün Filistin’de yaşanan da budur.

Sizin de az önce belirttiğiniz gibi 2022 yılında Uluslararası Af Örgütü, B’Tselem ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi diğer iki büyük insan hakları örgütüne katılarak tüm Filistinlilerin insanlığa karşı işlenen bir suç olan apartheid’i oluşturan bir baskı sistemi altında yaşadığını belirterek bu durumu kınadı. Bunun İsrail toplumu ve hükûmeti üzerinde herhangi bir etkisi olacağını ve uzun vadede herhangi bir değişimi tetikleyeceğini düşünüyor musunuz?

Ne yazık ki hayır. Uluslararası hukuk İsrail’de Filistinlileri kayıran antisemitik bir sistem olarak görülüyor. Ancak bu sonuçları/tanımlamaları yaptırım gibi eylemler takip ederse İsrail toplumu üzerinde bir etkisi olacaktır.

Bir yandan bahsi geçen insan hakları örgütleri İsrail’in insan hakları ihlallerini kınıyor ve onu bir apartheid devleti olmakla suçluyor. Öte yandan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İsrail’i 75. kuruluş yıldönümünde “canlı demokrasisi” ve “dinî ve etnik çeşitliliği” dolayısıyla kutluyor. Bu nasıl mümkün olabilir?

Avrupa Komisyonu Başkanı tarafından dillendirilen en kötü yalan bu değildi. Daha da kötüsü, sanki Siyonizm gelmeden önce Filistin çölmüş gibi, İsrail’in çölde çiçek açtırdığını söylemesiydi. Bu, üst düzey bir siyasetçinin eşi benzeri görülmemiş düzeydeki cehaletini gösteriyor. İsrail’in bir demokrasi olduğu efsanesine inandığı için affedilebilir, zira bu yalandan uyanmak zaman alır; gerçi İsrail’in Filistinlileri yaşadıkları her yerde nasıl ezdiğine dair 2023’te tüm bildiklerimizi düşünecek olursak bu da oldukça şaşırtıcı.

Şubat ayında yüzlerce İsrailli yerleşimci işgal altındaki Batı Şeria’nın Huvara kasabasında 30 Filistinlinin evini kundakladı ve yaklaşık 100 arabayı ateşe verdi. Avrupa Birliği’nin Filistin’deki temsilcisi Büyükelçi Sven Kuhn von Burgsdorff, Huvara’yı ziyaret ederek hesap verebilirlik ve faillerin adalete teslim edilmesi çağrısında bulundu. Ancak İsrailli insan hakları grubu Yesh Din, 2005-2022 yılları arasında Batı Şeria’daki yerleşimci saldırılarına ilişkin soruşturmaların yüzde 93’ünün iddianame hazırlanmadan kapatıldığını açıkladı. Huvara failleri için herhangi bir sonuç olacağını düşünüyor musunuz?

Ağaçları söken, insanların mallarını ve evlerini yakan ve Filistinlilere şiddetle saldıran yerleşimcilerin tutuklanma riskinin çok düşük olduğunu zaten biliyoruz. İdeolojik olarak hükûmetteki çok önemli iki bakan, Ulusal Güvenlik Bakanı ve Maliye Bakanı tarafından destekleniyorlar. Böyle bir atmosferde gelecekte de bu tür eylemlere girişmekten caydırılmaları ihtimali yok.

“Bu Kez Sadece Filistinliler Değil, Seküler İsrailliler de Mağdur”

Netanyahu altıncı kez ülkeyi yönetiyor. Önceki Netanyahu hükûmetleri ile 2023’teki arasındaki temel fark sizce nedir?

Temel fark, hükûmeti bu sefer Netanyahu’nun değil, Adalet Bakanı Levin, Maliye Bakanı Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Ben Gvir’den oluşan üçlünün kontrol ediyor olması. Filistinlilere gelince, bir önceki hükûmet ve ondan önceki hükûmet de öldürme, etnik temizlik ve baskı politikaları uygulayarak onlara karşı acımasız ve zalimce davrandı. Ancak bu kez mağdurlar sadece Filistinliler değil, onların yanı sıra İsrail tarafından değil, yerleşimci devlet tarafından yönetilen seküler İsrailliler.

Peki, hükûmetteki herhangi bir parti değişikliğinin İsrail politikaları ve uygulamaları üzerinde bir etki yaratabileceğini düşünüyor musunuz?

Sadece tarz olarak ve sadece seküler Yahudiler lehine daha iyi bir etkiye neden olabilir; ancak Filistinliler söz konusu olduğunda hiçbir değişiklik olmayacaktır.

 

Meltem Kural

Lisans eğitimini Martin Luther Üniversitesinde Tarih ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde tamamlayan Kural, Londra Üniversitesi SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) Yakın Doğu Çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Kural, Perspektif dergisinin online editörlüğünü yapmaktadır.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler