'Tunus'

Tunus ve AB Arasındaki Göç Anlaşması Ne Anlama Geliyor?

Temmuz ayında Tunus ve Avrupa Birliği arasında imzalanan ve Avrupa’ya düzensiz göçün engellenmesini amaçlayan anlaşma ne anlama geliyor?

Fotoğraf: Hasan Mrad - Shutterstock.

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said Şubat 2023’te ülkesinde artan göçmen varlığını Tunus’un demografik yapısını değiştirmeye yönelik bir komplo olarak değerlendirerek tepki çeken açıklamalarda bulunmuştu. Uluslararası insan hakları temsilcileri başta olmak üzere birçok kesimin kınadığı bu açıklamalar, cumhurbaşkanının ülkenin içinde bulunduğu derin buhrandan kurtulması için pragmatik bir manevra niteliğindeydi. Temmuz 2021’den itibaren siyasal sisteme yaptığı müdahalelerle halk devriminin ardından demokratikleşme yolunda elde edilen kazanımlara büyük darbe vuran Said, özellikle Avrupa ülkeleri nezdinde meşruiyetini artırmak ve ülke içinde de muhalefeti sindirebilmek adına hedef saptırmak için düzensiz göçmen argümanını aktif bir şekilde kullanmaya başladı. Şubat ayındaki açıklamalarında Avrupa Birliği (AB)’ye dolaylı mesajlar gönderen Said, yönetimine destek sunulmaması hâlinde AB üyesi ülkelerin düzensiz göçmenler nedeniyle daha büyük sıkıntılar yaşayacağına işaret etti.

Geride bırakılan zaman zarfında AB ile Tunus arasında düzensiz göçmenlerin engellenmesine yönelik artan görüşmeler haziran ayında 900 milyon avroluk ekonomik destek paketini içeren somut bir aşamaya doğru evrildi. Bunun akabinde ise 16 Temmuz’da Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte Tunus’a düzenledikleri ortak ziyarette Cumhurbaşkanı Kays Said ile gerçekleştirilen toplantının ardından, düzensiz göçmenlerin engellenmesine yönelik mutabakat metni AB ve Tunus temsilcilerince imzalandı. “Stratejik ve kapsamlı iş birliği” vurgusuyla varılan anlaşmada Tunus’un kalkınmasına yönelik destek ve yenilenebilir enerji yatırımları konusunda da başlıkların bulunması Tunus-AB arasında ilişkilerin yeni bir seyir alacağına işaret ediyor.

Said’in Meşruiyet Sorunsalı

2019’da cumhurbaşkanı seçilme sürecinde hukukun üstünlüğü, şeffaflık, demokratik kazanımların muhafazası ve 2011’deki halk devriminin ilkelerine bağlı kalınmasına dair sergilediği tutumla ilkeli bir siyasetçi görünümü çizen Said, ilerleyen dönemlerde aldığı kararlarla ülkedeki siyasi dengeleri alt üst ettiği gibi, sistemin yeniden otoriterleşmesi yönünde bir çaba gösterdi. Anayasa hukukçusu kimliği ile Tunus anayasasının yorumlanması tekelini bir bakıma kendi eline alan ve anayasadan yaptığı çıkarımlarla kendisine mutlak bir hareket alanı oluşturan Said, sisteme müdahalesinin ilk dönemlerinde Tunus’taki siyasal istikrarsızlık ve ekonomik krizden istifade ederek topluma haklılığını ispat etmeye çalıştı.

Bununla birlikte devam eden süreçte ekonomik göstergelerde iyileşme emarelerinin bir türlü görülmemesi ve siyasi krizin daha da derinleşmesi, Said’i daha radikal adımlar atmaya iterek özellikle önünde engel teşkil eden muhalif yapıları bitirme stratejisini hızlandırdı. Başta Raşid el-Gannuşi olmak üzere Nahda Partisi’ne yönelik devletin uyguladığı baskı politikaları, tam anlamıyla Said’in dar boğazdan kurtulma hamlesiydi. Toplumun Nahda’ya olan tepkisinden yararlanarak kendi pozisyonunu sağlamlaştırmaya çalışan Cumhurbaşkanı Said, ülkede derinleşen ekonomik sorunlar nedeniyle muhalefete karşı yürüttüğü stratejiden umduğu sonucu alamadı.

Tunus ekonomisinin kırılganlığı ve sınırlılıkları düşünüldüğünde ciddi bir dış yardım olmaksızın Said’in mevcut durumdan kurtulması ihtimal dahilinde değildi. Özellikle meclisi askıya alma, Anayasa’yı ve Seçim Kanunu’nu değiştirme gibi başkanın otoritesini kuvvetlendirme ve ülkedeki farklı sesleri kısmaya yönelik demokratik olmayan hamlelere yönelik uluslararası toplumda yükselen tepkilerin altında Said’in sürdürülebilir bir ilişki kurabilmesi ve özellikle de AB ülkelerinden mali destek bulması kolay değildi. Tam da bu noktada göçmen konusu Said’in gerek iç siyasette aktif şekilde kullanarak destekçilerini konsolide edeceği ve muhaliflerini etkisizleştireceği bir araca dönerken AB’ye karşı ise kendisinin desteklenmesine olanak sağlayacak bir koz hâline geldi.

Sahra Altı Afrika ile doğrudan sınırı olması nedeniyle kıtadaki göçmenlerin AB ülkelerine gitmek için çıktıkları umut yolculuğunda Libya en önemli başlangıç noktasıydı. Bununla birlikte Libya’da yaşanan çatışmalar ve istikrarsızlık nedeniyle ülke içinde seyahatin göçmenler için bir tehdit oluşturması güzergahın zaman içinde Tunus’a doğru kaymasıyla sonuçlandı.

Ocak ayından bu yana İtalya’nın Lampedusa Adası’na ulaşan düzensiz göçmen sayısının 35 bin civarında olduğu ve bunun yarıdan fazlasının Tunus yoluyla gelenler olduğu dikkate alındığında, göçmenlerin güzergahında Tunus kıyılarının önemli bir yere sahip olmaya başladığı görülüyor. Aynı zamanda şu ana kadar Lampedusa’ya ulaşanların sayısının geçen yıl verilerine göre dört kat daha fazla oluşu da Tunus üzerinden Avrupa’ya göçün artacağının habercisi niteliğinde. Tam da bu noktada Said’in göçmen karşıtı söylem ve uygulamaları ile AB ülkelerinin dikkatini çekmeye çalışması zamanlama bakımından oldukça manidar.

AB Anlaşmadan Ne Bekliyor?

2011’de başlayan gösterilerin bir devrim dalgasına dönüşmesi tüm dünyada olduğu gibi AB ülkelerinde de prensipte memnuniyetle karşılanmıştı. Uzun yıllardır iktidarda bulunan otoriter liderlere verilen desteğin yol açtığı rahatsızlık, AB ülkelerinin Arap dünyasındaki değişim momentine destek vermesini zorunlu kılmıştı. Bölgede demokratik yolla ve Batı eksenli yönetimlerin iktidara gelmesi AB ülkelerinin bölgeyle kuracağı yeni ilişkilerde geçmiş bagajlarından kurtularak çıkarlarını maksimize etmesi anlamına gelmekteydi.

Lakin demokratikleşme sürecinde oluşan yönetimlerin mahiyetinin ve siyaset önceliklerinin Batı dünyasında rahatsızlığa yol açması, tersine bir değişim konusunda eski rejime mensup ya da yakın aktörlerin açıktan ya da zımni olarak desteklenmesini beraberinde getirdi. Bölgede halk devrimlerinin kazanımları birer birer sona ererken ortaya çıkan kaos AB için yeni bir tehdit alanı oluşturdu. Bölgedeki istikrarsızlık nedeniyle başlayan göç dalgasına bir de her yıl artan sayıda Sahra Altı Afrika’dan gelen düzensiz göçmenlerin eklenmesiyle AB hükûmetleri bu konuya dair çeşitli eylem planları hayata geçirmeye başladı.

Daha iyi yaşam standartlarına sahip olmak adına çıkılan bu tehlikeli yolculukta binlerce insanın hayatını kaybetmesi kabul edilemez bir durumken bu meselenin insani bağlamdan ziyade siyasi ve iktisadi bir çerçevede değerlendirilmesi krizin evrildiği zeminin anlaşılması bakımından oldukça önemli. Bu bağlamda düzensiz göçmenlerin engellenmesine yönelik imzalanan mutabakat metniyle AB, Akdeniz üzerinden gelecek göçmen dalgasını Tunus aracılığıyla engellemeye çalışmaktadır.

Akdeniz bir yandan göçmen mezarlığına dönerken öte yandan da Tunus hükûmetinin uygulamaya koyduğu sert önlemlerle göçmenler üzerinde insani olmayan bir caydırma stratejisi uygulanmaktadır. Tunus güvenlik güçlerinin son haftalarda birçok göçmeni toplayıp Libya ve Cezayir sınırına göndermesi ve burada çok sayıda insanın çöl şartlarında kaderlerine terk edilmesi, göçmen sorununun kalıcı şekilde çözülmesinden ziyade daha dramatik bir hâle bürünmesi anlamına geliyor. Göçmenleri topraklarından uzak tutması ya da Akdeniz’deki can kayıplarının minimize edilmesi hâlinde AB için, mutabakattan temel beklentilerini dikkate alarak düzensiz göçmen meselesi büyük oranda çözüme kavuşmuş olsa dahi, Tunus’taki Said hükûmetinin göçmen karşıtı sert söylem ve siyasetiyle konu daha da derinleşecek gözüküyor.

Sonuç Yerine

Küresel siyasette ve ekonomide yaşanan sorunların yerel dengeleri sarsmaya devam etmesi ve kırılganlıkları daha da çok artırması ve farklı coğrafyalarda yaşanan iç savaş ve güvenlik eksenli büyük krizler Asya ve Afrika’dan AB ülkelerine göç trafiğini son yıllarda ciddi şekilde hızlandırdı. Özellikle Sahra Altı Afrikalı göçmenlerin Cezayir ya da Libya üzerinden Tunus’a gelerek buradan Avrupa’ya geçme hayali Tunus’u düzensiz göçün önemli bir üssü hâline getirdi. Oluşan bu yeni durum AB ülkelerini Tunus’tan bu süreçte nasıl daha aktif şekilde yararlanılabileceği konusunu düşünmeye itti.

Kays Said’in yönetimde beklenen performansı sergileyememesi ve derinleşen krize karşı toplumun tepkisini farklı bir tarafa yönlendirme arzusu göçmenlerin ülkede krizin ana sorumlusu olarak ilan edilmesi gibi bir sonucu tetikledi. Günah keçisi ilan edilen göçmenler yoluyla Cumhurbaşkanı Said hem ülke içindeki pozisyonunu garanti altına almaya çalışırken hem de AB ülkelerinin kendisine sunacağı destekle uluslararası alanda kaybettiği meşruiyetini yeniden kazanma konusunda bir fırsat elde etmeyi amaçlıyor.

16 Temmuz’daki anlaşmanın her iki taraf açısından da insani gerekçelerden ziyade pragmatik bir çıkar ilişkisi kapsamında, kısa vadede kazan-kazan ilkesine dayandığı görülüyor. Bu anlaşma yoluyla AB uzun süredir yüzleşmekte olduğu göçmen krizini Akdeniz’in öte yakasında engelleyerek uluslararası alanda vicdani sorgulamayla karşı karşıya kalma riskinden de topraklarına ulaşacak göçmenlerin oluşturacağı yükten de kurtulmuş olacaktır. Tunus’ta ise Kays Said tek adam rejimi inşa etmeye çalıştığı süreçte özellikle AB’den sağladığı diplomatik ve siyasi destekle yeniden uluslararası alanda imajını düzeltme noktasında önemli bir kazanım elde edecek. Ayrıca ekonomik buhranın derinleştiği bir dönemde AB’den gelecek mali yardım, kalkınma konusunda yatırım destekleri ve yenilenebilir enerji hususunda atılacak adımlar Said yönetiminin elini bir nebze olsun rahatlatacak ve toplumda yükselen yönetim karşıtı tansiyonu biraz daha düşürecek.

Dr. Muhammed Hüseyin Mercan

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Mercan, Orta Doğu Siyaseti, İslami Hareketler ve İslamcılık alanlarında akademik çalışmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler