'Müslümanlar ve Psikoloji'

Müslümanlar ve Korku Kavramı Bağdaştırılabilir mi?

Korkular hayatımızın bir parçasıdır ve bu durum herkes için olduğu kadar Müslümanlar için de geçerlidir. Ancak bazı durumlarda korkularımız kontrolden çıkar. Peki korku ve kaygılar hangi düzeyde normaldir ve ne zaman bir kaygı bozukluğuna dönüşür?

©Shutterstock.com

Korku, her ne kadar kaçınmak istesek de sahip olduğumuz faydalı bir duygudur. Bu duygu bizi tehlikelere karşı uyarır, temkinli ve ihtiyatlı davranmamızı sağlar. Trafikte gözü kara bir tutum sergileyen alkollü bir kişi ayıkken daha dikkatli davranacağı için muhtemelen kazaya neden olmaz. Savaşta korku duymayan bir asker uzun süre hayatta kalamaz. Korku duymayan değil, korkusunu yenen ve vazifesinin üstesinden gelen kişi cesur ve yiğittir.

Korku konusunda çocuk yetiştirme biçimleri de önemli bir rol oynar. Bir yanda çocuklarına tehlikeli bir dünya resmi aktaran ebeveynler var iken, diğer tarafta oyun parkında veya havuzda çocuklarını korktukları ancak tehlikeli olmayan hatta eğlenceli bile olabilecek yeni şeyler denemeye teşvik eden ebeveynler vardır. Çocuk eğitiminde çocukların hoşlarına gitmeyen zor durumların üstesinden gelmelerini ve hemen pes etmemelerini teşvik etmek önemlidir. Öte yandan çocukların korku toleranslarının sınırları zorlanmamalı, yaşları, gelişim düzeyleri ve kişilikleri dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda babası öyle olmasını arzulasa da her küçük Fatih bir hücum oyuncusu değildir.

Sağlıklı Korku ve Patolojik Korku

Gerçek bir tehdit tarafından tetiklendiğinde ortaya çıkan ve tetikleyici durum sona erdikten sonra ortadan kalkan korku sağlıklı bir korku olarak kabul edilebilir. Ayrıca, korku duruma uygun olmalıdır. Trafikte bize hızla yaklaşan ve yavaşlamayan bir araba bizde kaza korkusunu tetikler. Ancak aracın yavaşladığını fark ettiğimiz anda korkumuz azalır. Bir kaza sonucunda ciddi şekilde yaralanma ve hatta ölme olasılığı göz önüne alındığında güçlü bir korku duymak duruma uygundur.

Diğer yandan patolojik korku, normal ve tehlike arz etmeyen durumlar nedeniyle ortaya çıkar, durumun sona ermesinden sonra da hissedilmeye devam eder ve makul olarak kabul edilemeyecek düzeyde güçlüdür. Bu korku ve kaygı, söz konusu kişinin kendisini kontrol edememesine ve “çıldıracak gibi” olmasına yol açar. Kişiler bu korkunun ortaya çıkabileceği durumlardan kaçınırlar. Asansöre binme korkusu veya sağlıklı bir genç yetişkin olarak kalp krizi geçirme korkusu buna örnek olarak verilebilir. Her şeyin yolunda olduğunu gösteren tüm tıbbi bulgular ve herhangi bir anomali göstermeyen EKG’ler, ilgili kişiyi ancak kısa bir süre sakinleştirebilir; bir müddet sonra korku yeniden başlar.

Tatilin en tehlikeli kısmı şüphesiz uçuştur. Ancak hosteslerin ve pilotların genellikle mesleklerini icra ederken değil yataklarında vefat ettikleri unutulmamalıdır. Buna rağmen birçok kişi ciddi biçimde uçmaktan korkar ve bu korkuya karşı sakinleştirici sözcükler veya istatistikler pek bir fayda sağlamaz.

Kaygı Bozukluğunun Yaygınlığı

Kaygı bozuklukları en yaygın psikolojik hastalıklar arasında yer alır. Nüfusun yaklaşık yüzde 10 ila yüzde 14’ü tedavi gerektiren bir kaygı bozukluğuna sahiptir ve yaklaşık yüzde 25’i hayatlarının bir noktasında kaygı bozukluğu yaşar. Kaygı bozukluğu oluşumuna yol açan birçok faktör bulunur. Erken çocukluk döneminde yaşanan ayrılık ve kayıplar, sosyal ve ekonomik stres faktörleri veya geleceğe yönelik umutsuzluk bu bozukluğun oluşmasında önemli rol oynayabilir. Kaygı bozukluğu tüm kültürlerde kadınlarda erkeklere kıyasla iki kat daha fazla görülür. Bu durum bu bozukluğa yol açan biyolojik faktörlerin yanı sıra özellikle toplumsal etkiler, yetiştirme tarzları ve rol modeller gibi cinsiyet kalıplarına ilişkin faktörleri de gündeme getirir.

Kaygı Bozukluğunun Türleri

Kaygı bozuklukları genellikle ortaya çıkış biçimlerine göre sınıflandırılır. Bu anlamda örneğin panik ataklar; sık ve aniden, görünüşe göre sebepsiz yere ortaya çıkan kalp çarpıntısı, nefes darlığı, baş dönmesi, terleme gibi şikâyetlere yol açan ve hastaların birçoğunun hastanelerin acil servislerine gitmelerine sebep olan bir korkuyla karakterizedir. Genellikle bir sonraki atağın gelmesinden duyulan bir endişe yani “korkudan korkmak” durumu söz konusudur.

Yaygın kaygı bozukluğu, sürekli iç ve dış huzursuzluk ve gerginlik hissi ile kendini gösteren ve değişen yoğunlukta hissedilen kesintisiz bir kaygı hâli ile kendini gösterir. Hastalar bir anlamda her şeyden ve herkesten korkarlar.

Fobik bozukluklar, belirli nesnelere veya durumlara yönelik kaygı bozukluklarıdır. Tetikleyici durumlara bakıldığında gerçekçi ve mantıklı değildirler ve kaçınma davranışı dolayısıyla günlük yaşamda kısıtlamalara yol açarlar. Örümcek korkusu, sosyal etkileşim korkusu ve bu tarz korkulara bağlı olarak ortaya çıkan utanma hissi veya kişilerin sosyal hayattan kaçınması bu duruma örnek teşkil edebilir.

Kaygılar, psikoterapi, çoğunlukla “bilişsel davranışçı terapi” (BDT) ile tedavi edilir ve ilaçla desteklenir. Kaygı bozukluklarının yaygın olarak görülmesi sebebiyle psikiyatristler ve psikoterapistler bu rahatsızlıklarla sık sık karşılaşırlar ve tedavisinde de deneyimlidirler.

Korku: Allah’ın Bir İmtihanı

Allah’ın en önemli sıfatının her şeyi kuşatan rahmeti olduğunu (En’âm Suresi, 6:12; Araf Suresi, 7:156) ve Kur’an’da Allah’ın kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyeceğini bildirdiğini (Bakara Suresi, 286) hatırladığımızda Müslümanların korku ve kaygı bozukluğu yaşamaları, psikoterapi almak ve hatta bir süre ilaç kullanmak zorunda kalmaları çok da anlaşılabilir bir durum değildir.

Ancak Allah’ın bu vaatlerine rağmen göz önünde bulundurulması gereken bir husus var ki, o da İslam ve dolayısıyla Allah ile olan ilişkimizin bir boşlukta değil, yaşam ve ilişki deneyimlerimiz zemininde var olduğudur ve her şey her zaman olması gerektiği gibi sorunsuz gitmez.

Bu nedenle korku ve kaygıları ve özellikle patolojik olanları Allah’ın bir imtihanı olarak anlamalı ve bunların üstesinden gelmek için gereken her şeyi yapmalıyız. Bu sebeple, elbette Müslümanlar da korku duyabilir. Peygamberimiz bile bundan muaf tutulmamıştır: Hira Dağı’ndaki mağarada kendisine gönderilen ilk vahiy onu duygusal olarak öylesine etkilemişti ki aklını kaybetmekten korktu ve eşi Hz. Hatice’ye sığınarak teselli aradı. Bununla beraber Peygamberimiz bize bu konuda da örnek olur ve Allah’ın kendisine bu görevi emanet ettiği inancıyla göreviyle yüzleşerek ve onun getirdiği zorluk ve güçlüklerin üstesinden gelerek bu korkusunu nasıl yendiğini bize gösterir.

Dr. Ibrahim Rüschoff

Rüsselsheim’da kendine ait muayenehanesinde hizmet veren psikoterapist Dr. İbrahim Rüschoff’un uzmanlık alanları arasında Almanya’daki Müslümanların psikososyal bakımı ve İslam’la bütünleşik psikoterapinin geliştirilmesi bulunmaktadır. Rüschoff aynı zamanda Sosyal ve Eğitim Meslekleri İslami Çalışma Birliği’nin (IASE) yönetim kurulundadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler