Gurbetin “Kader” Olduğu Bir Dünyada Geri Dönüş Mümkün mü?
On yıllardır gündemde olan bir göç olgusu olan geriye dönüş, bilhassa iş gücü göçü almış ülkelerin başvurduğu ve yönetmek istediği karmaşık bir süreç. Peki, Almanya-Türkiye arasındaki hareketlilikten ötürü yakından tanıdığımız “geri dönüş” ne kadar mümkün?
Tarihsel açıdan baktığımızda beşerî coğrafi hareketliliğin en temel nedeninin emek gücüne olan ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Amerikalı antropolog Sidney Mintz, Şeker ve Güç (Swetness and Power – 1985) kitabında bu ihtiyacın Karayip Havzası, Afrika ve Avrupa Kıtaları arasında nasıl bir tarihsel bağımlılık ekonomisi kurduğunu genişçe tartışır. Britanya Sömürgeciliği dünyanın uzak köşesi Karayipler Havzası’nda ele geçirdiği topraklarda şeker kamışı üretimi yapabileceğini keşfettiğinde ihtiyaç duyduğu büyük emek gücünü Afrika Kıtası’ndan milyonlarca insanı köleleştirerek çözmeye yönelmiş, üretilen şeker ise sanayileşmeyle birlikte Avrupa’da henüz proleterleşmiş milyonlarca insanın emeğinin yeniden üretilmesinde beslenmenin ucuzlatılması yönünde kullanmıştı.
Köleliğin kaldırıldığı 1838 yılından sonra ise bu ihtiyaç “sözleşmeli kulluk” (indentured servitude) olarak anılan bir sistemle çözülmeye çalışıldı. Britanya İmparatorluğu’nun dört bir köşesindeki emek gücü fazlası (1960’larda tanık olduğumuz iş gücü göçüne benzer bir şekilde) belirli bir kontrata ve daha önemlisi 5 yıldan sonra geldikleri yere dönme şartıyla emek gücüne ihtiyaç duyulan üretim havzalarına taşınmaya başlandı. Dolayısıyla “geri dönüş”, üretimi küresel düzeyde örgütleyen iktidarlar için, göç tarihinin başından bu yana bir gündem. Peki, küresel eşitsizliklerin milyonlarca yoksulun kaderini gurbete çizdiği bir dünyada geri(ye) dönüş mümkün mü?
Geriyi Dönüş Olgusundaki Dört Temel Eksen
Soruyu öncelikle, son on yıllarda göç olgusunu küresel ölçekte yönetmekle sorumlu kılınmış uluslararası kurumların penceresinde değerlendirelim. OECD uzmanları Jean-Christophe Dumont ve Gilles Spielvogel her şeyden önce bu olguyu tanımlamanın zorluğuna işaret ediyorlar (2007): “Geri dönüş, bir göçmenin bir süre başka bir ülkede yaşadıktan sonra kendi ülkesine geri dönmesi durumu olarak tanımlanabilirken, bu tanım genellikle (ikincil ya da tekrarlayan, geçici ya da kesin dönüş gibi) daha karmaşık durumları içermektedir” (s. 163).
Göçmenin cinsiyeti, yaşı, kaç yıl memleketinden uzak kaldığı, birincil dereceden aile üyelerinin nerede yaşadığı, eğitim düzeyi ve mesleki nitelikleri gibi birçok değişken geri dönüş kararına ve bu kararın ne ölçüde gerçekleştirilebildiğine etki ederek meselenin takibini ve meseleye dair veri üretilmesini güçleştiriyor (s. 200). Bunların yanı sıra köken ve göç edilen ülkeler arasındaki yapısal eşitsizler ve vize rejimleri de göçmenlerin geri dönüş meselesini nasıl değerlendirdiğini anlamak açısından göz önünde bulundurulması gereken diğer değişkenler.
Nitekim; OECD’nin raporu da geri dönüşleri dört temel eksen üzerinden tartışmayı öneriyordu: (a) ev sahibi ülkeye entegre olamama, (b) bireylerin kendi ülkelerini tercih etmeleri; (c) tasarruf hedefine ulaşılması veya (d) yurtdışında edinilen deneyim sayesinde kendi ülkesinde istihdam olanaklarının açılması (s. 163). Birleşmiş Milletlerin (UNSD, 1998), göç olgusuna dair sağlıklı veri derlenebilmesi üzerine hazırladıkları, “Uluslararası Göç İstatistikleri Üzerine Tavsiyeler” çalışmasında ise geriye dönenler “başka bir ülkede uluslararası göçmen (kısa veya uzun süreli) olarak bulunduktan sonra vatandaşı oldukları ülkeye dönen ve kendi ülkelerinde en az bir yıl kalmayı planlayan kişiler” olarak tanımlanıyor.
Görüldüğü üzere tanım kaçınılmaz olarak dört meseleyi kapsamak durumda: (a) köken ülke, (b) göç edilen ülke, (c) ev sahibi ülkede kalış süresi ve (d) döndükten sonra kendi ülkesinde kalış süresi. Dolayısıyla bir coğrafi hareketliliğin “geri dönüş” olabilmesi için göçmenin bu hareketliliğinde vardığı ülkenin aynı zamanda köken ülkesi olması gerekiyor. Aksi durumda, eğer göçmen bir ülkeden köken ülke olmayan başka bir ülkeye göç ediyorsa bu hareketliliklerin “ikincil göç” (secondary) olarak anılması coğrafi hareketliliklere dair veri derlenmesi açısından önemli bir ayrıntı olacaktır.
Döngüsel Göç Kavramı
Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu 2016 yılında yayımladığı daha yeni bir rapor ise “döngüsel göç” (circular migration) (UNECE, 2016) kavramıyla “geri dönüş” meselesinin, göçmenlerin geldikleri rotadan geriye doğru hareket etmesinden daha karmaşık olduğuna işaret ediyor. Söz gelimi, Almanya’da döngüsel göç şu kapsamda tanımlanıyor: “Döngüsel göç, bir kişinin hedef ülkeye en az bir kez girdiği (veya orada doğduğu), daha sonra menşe ülkeye, vatandaşı olduğu ülkeye veya üçüncü bir ülkeye taşındığı ve ardından hedef ülkeye geri döndüğü çoklu göç olarak tanımlanmaktadır. Kesin bir kalış süresi tanımlamak mümkün olmasa da zamana dayalı boyut da dikkate alınmaktadır. Sadece birkaç aylık kısa süreli kalışlar hariç tutulmuştur, çünkü bu tür kalışlar genellikle […] asıl ikametgahta bir değişiklik içermemektedir. Döngüsel göç, varış ülkesinde yıllarca hatta on yıllarca ikamet eden ve daha sonra (bir kez ve geri dönmeden) menşe ülkelerine geri göç eden kişilerin hareketlerini tanımlamak için de kullanılmamalıdır.”
Ülkelerin Uyguladığı Geri Dönüş Politikaları
Nitekim, 1973 Petrol Krizi sonrası emek göçü alımını sonlandıran OECD üyesi Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda ve İsviçre gibi ülkeler aynı zamanda “Destekli Gönüllü Geri Dönüş” programları da başlattılar. Bu programların dönemin değişen göç dalgalarına göre iki temel hedefi vardı: (a) ülkeye kayıtsız girmiş ya da vizelerinin bitmesine rağmen ülkede kalmış olan göçmenler ve (b) ülkede kalıcı oturumu olmasına rağmen zorluklar yaşayan ama geri dönüş için yeterli kaynağı olmayan göçmenler. Göçmenlerin suça karışması gibi belirli durumlarda ise geri dönüş “zorunlu” olarak uygulanıyordu. Philippe Fargues’e (2008) göre geçici ikamet (zaman sınırlı izin), yenileme seçeneği (varış ülkesine birden fazla giriş imkânı), döngüsellik (ikamet süresi boyunca menşe ve varış ülkeleri arasında hareket özgürlüğü), kalışın yasallığı, göçmenlerin haklarının korunması ve temel amaç olarak varış ülkesindeki (geçici) iş gücü talebinin karşılanması 2000’lerle birlikte gündeme gelen döngüsel göçün altı temel kriterini oluşturuyor.
Avrupa Birliği sürecinin kurumsallaşması ve göç olgusunun bu yeni düzeyde ele alınmasına yönelik bir iradenin gelişmesiyle, 2000’lerin ikinci yarısından itibaren geri dönüşlerin yönetilmesi amacıyla yeni çerçeveler geliştirildi. 2000’lerden sonra ise göç edilen ülkeden ayrılmanın göç alan ülkeler için bir sorun olarak da tartışıldığı görüyoruz. Söz gelimi, Almanya’da, öncelikli görülen sektörlerde ihtiyaç duyulan yüksek nitelikteki, göçmenlerin (expatlar) yapısal ve kültürel ayrımcılık nedeniyle başka ülkelere gidiyor olması, Almanya’nın benzeri klasmandaki diğer ülkelerle rekabeti açısından, bir sorun olarak görülmeye başlandı (2023). Konuya böylesi bir bütüncül çerçeveden bakınca meselenin ihtiyaç duyulan emek gücünün karşılanmasına yönelik insanlara değil ama belirli nitelikteki işçilere kapı açan yeni bir göç rejimi olduğu anlaşılıyor.
Almanya’dan Türkiye’ye Geri Dönüş
Türkiye’nin 60 yılını geride bıraktığımız iş gücü göçü tarihinden, göçmenlerin deneyiminden baktığımızda ne söyleyebiliriz? Sanıyorum bunun en önemli dönüm noktalarından biri Almanya’nın 28 Kasım 1983 tarihinde çıkardığı “Geri Dönüşü Teşvik Yasası” olacaktır. Bu yasa, 31 Ekim 1983 ile 30 Haziran 1984 tarihleri arasında Türkiye’ye geri dönüş yapacak işçilere 10,500 Alman Markı (DM) ve çocuk başına 1,500 DM tutarında bir ödeme yapmayı taahhüt etmişti (Koçtürk, 2012). Fakat, Türkiye’de sürmekte olan ekonomik ve siyasi belirsizlikler ve de Almanya’nın Türkiye’ye vize uygulamaya başlamış olması nedeniyle bu çağrı Türkiye’den gelen göçmenler arasında beklenen ilgiyi görmemişti.
Kendi saha araştırmam sürecinde dinlediğim pek çok aile tarihçesinde gördüğüm; aileler kendi özgün durumlarını değişen yapısal koşullara göre değerlendirerek iki ülke arasında bir denge kurmaya çabalamış ve ancak göç sürecine yapmış oldukları beşerî yatırımın (gurbette geçirilen zaman, fiziki ve duygusal emek) karşılığını aldıklarını düşündüklerinde geri dönüşe kesin olarak karar vermişlerdi. Bunun dışındaki durumlarda göç olgusu bu aile tarihçelerinin iki ülke arasında bölünmüş olarak kalmasına neden oluyordu. Bu konuda “Gurbetin Keşkeli Öyküsü” başlıklı bir yazı da kaleme almıştım Perspektif için (2020).
Bu dönemde geri dönüşün bir gündem olmasıyla akademik çalışmalarda geri dönenlerin ülkelerine yapacağı katkılar üzerine tartışmaların da başladığını görüyoruz. Öncelikle göçmenlerin çalıştıkları ülkelerde, köken ülkede kazanma olanağı bulunmayan belirli bir iş deneyimine ve eğitimine sahip olarak dönecek olmaları, kalkınma programları açısından bir kazanım olarak değerlendiriliyor. İkinci olarak kuşkusuz önemli bir sermaye birikimiyle dönecekleri beklendiğinden potansiyel birer yatırımcı olarak görülüyorlar. Son olarak ise göç deneyiminin kendisinin önemli bir toplumsal sermaye birikimi olacağı düşünülüyor. Türkiye’de özellikle ilk kuşak göçmenlerin geri döndüklerinde, “Avrupa görmüş adam” ya da “Avrupa kaldırımı çiğnemiş adam” payesiyle köylerindeki muhtarlık seçimlerinde rakipsiz oldukları düşünülürse bu beklentilerin kısmen haklı olduğu düşünülebilir.
Fakat edebiyat tarihimizden iki farklı çalışma geri dönüş meselesinin göçmenler açısından pek de kolay deneyimlenen bir süreç olmadığını oldukça içeriden hikâyelerle not ediyor. Tarık Dursun K., Kayabaşı Uygarlığının Yükselişi ve Birdenbire Çöküşü (1980) kitabında Avrupa’ya giden Kayabaşılıların kesin dönüş yaptıktan sonra kasabalarında yaşananlara mizahi bir gözle bakıyor. Göç etmemiş bir hemşerilerinin ağzından geri dönenlere dair duyduğumuz şu yorum göç sürecinin gerçekte nasıl bir başkalaşma deneyimi olduğuna işaret eder: “Bir garip adamlardı. Ne bize ısınmışlar ne bizi kendilerine ısındırmışlardı. Hep kendi aralarındaydılar. İçlerine adam sokmuyorlardı” (s. 72).
Gülten Dayıoğlu ise Geriye Dönenler (1986) hikâye kitabında geriye dönüşlerin aileler içinde ve geri dönenlerle geniş akrabalar arasında nasıl sancılara neden olduğunu anlatıyordu. Bu içeriden hikâyelerde o dönem geriye dönen ailelerin en büyük dertlerinin Almanya’da doğmuş büyümüş kızlarına hayırlı bir kısmet bulmak olduğu anlaşılıyor. Russell King ve Nilay Kılınç’ın 2010’larda Türkiye’ye geri dönüş deneyimi yaşayan ikinci kuşaktan 26 kişiyle yaptıkları görüşmelere dayanan araştırmalarında edebiyatın 30 yıl önce tespit ettiği bu dertlerin hâlen güncelliğini koruduğunu görüyoruz (2014).