'Siyasi Arenada Türkiye Kökenliler'

Volkan Baran: “Toplumda Sesi Daha Az Çıkan İnsanların Yanında Olmayı Tercih Ettim”

Siyasi katılım, azınlıktaki Türk topluluğu için ana gündem maddelerinden biri. “Siyasi Arenada Türkiye Kökenliler” serisinde Perspektif, mikrofonu Batı Avrupa’daki Türkiye kökenli siyasetçilere uzatıyor. Bugün söz, Almanya Kuzey Ren-Vestfalya eyalet parlamentosu üyesi Volkan Baran’da.

Öncelikle sizi biraz tanımak isteriz. Eğitiminiz ve şu an aktif olduğunuz partideki pozisyonunuz hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?

Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Parlamentosu, Dortmund ikinci bölgeden doğrudan seçilmiş bir Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesiyim. 45 yaşındayım. Bergkamen-Oberaden’de maden teknisyeni olarak eğitim aldım ve ardından Dortmund’da göçmen kökenli gençlere eğitim verdim. 2017 yılında ilk kez Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Parlamentosuna seçilmeden önce, belediye hizmetlerinde çokkültürlülük alanında yönetici olarak çalıştım.

Siyasete girmeye ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Sizi siyasete girmeye iten en önemli etken ne oldu?

Gençlik temsilcisi ve sözcüsü olarak seçildiğim IG madencilik sendikasındaki eğitimim sırasında siyasetle ilgilenmeye başladım. Adalet benim için her zaman önemli olmuştur ve kendim de hazırcevap biri olmadığım için sesi daha az çıkan insanların yanında olmayı tercih ettim. Bir şeylere dâhil olmak ve bir şeyleri değiştirmek istedim.

2003 yılında SPD’ye katıldığımda hedefim kesinlikle bir vekillik kazanmak değil, sadece çalışmaktı. Ancak beş yıl severek çalıştığım Dortmund Şehri Yabancılar Danışma Konseyi’ne (şu anda Entegrasyon Konseyi) aday olma fırsatı bulduğumda kabul ettim.

2009 yılında Dortmund Belediye Meclisi’ne ilk göçmen kökenli kişi olarak seçildim. O zamanlar seçim bölgem Borsigplatz’dı. 2017’deki eyalet seçimlerine kadar konsey temsilcisiydim, son olarak da parlamento grup başkan yardımcısıydım ki bunlar bugün de politika çalışmalarıma katkıda bulunuyor.

SPD’yi tercih etmenizde sizin için hangi özelliği belirleyici oldu?

Dürüst olmak gerekirse, misafir işçi kuşağının bir çocuğu olarak Alman siyaset ortamında benim için çok az parti seçeneği vardı. Farklı bir dönemdi, demokratik partiler de dâhil olmak üzere farklı bir toplumsal mutabakat vardı. Benim ve göçmen kökenli insanların çıkarlarının dikkate alındığını gördüğüm tek parti SPD’ydi. Ayrıca SPD’nin temel değerlerinin benimkilerle örtüşmesi de önemliydi. Burada beni katılmaya motive eden temel konu sosyal adaletti.

“Türk Kökenli Olduğum İçin Pek Çok Kişi Tarafından Engellendim”

Siyasete girdikten sonra yaşadığınız en büyük zorluklar nelerdi?

Türk kökenli olduğum için hem parti içinden hem de parti dışından pek çok kişi tarafından kösteklendim. Bunun dozu beni bile şaşırttı. Siyaset camiasındaki pek çok kişinin tanıştığı ilk Türk asıllı siyasetçi bendim ve kendilerini tehdit altında hissettiler. Göç geçmişi olmayan milletvekillerinin aksine ben hâlâ bu sorunla mücadele ediyorum.

Parti içerisinde ilgilendiğiniz temel konular neler?

Bu parlamentoda Kuzey Ren-Vestfalya’daki SPD parlamento grubunun entegrasyon politikası sözcüsüyüm, ayrıca Kültür ve Medya Komitesinin başkan yardımcısıyım. Beni ilgilendiren ve kendi seçim bölgemde halletmem gereken birçok mesele var. Örneğin ekonomi politikası ve çalışanların korunması her zaman yakından ilgilendiğim konular. Ama entegrasyon politikası benim için en önemli konu çünkü toplum olarak burada pek çok olumlu şey yapabiliriz. Özellikle her dört kişiden birinin göç geçmişine sahip olduğu Kuzey Ren-Vestfalya’da göç geçmişi olan insanların görüşlerini, sadece entegrasyon konseylerinde değil siyasette de acilen duyurmamız ve görünür kılmamız gerekiyor.

Türkiye kökenli siyasetçiler genellikle yalnızca “uyum/entegrasyon, göçmen ya da azınlık politikaları” gibi konularla ilgilenmeliymiş gibi bir algı var. Sizce Türkiye kökenli bir siyasetçinin kendine bu konular dışında bir siyasi çalışma alanı seçmesi mümkün mü? Yoksa “Türk siyasetçi, Türklerle/azınlıklarla ilgili konulara yönelir” algısı mı hâkim?

Deneyimlerime göre bu görüş genel olarak değil ancak münferit durumlarda mevcut. Bir politikacı olarak politika çalışmalarında her zaman geçmişinizi ve deneyimlerinizi yanınızda getiriyorsunuz, bu nedenle çoğumuzun entegrasyon alanında aktif olduğunu söyleyebilirim. Ben de “Yabancılar Danışma Kurulu” aracılığıyla siyasete girdim. Bu ülkede doğmamış bir anne babanın oğlu olarak yaşadığım deneyimler ile kendi ayrımcılık deneyimlerim beni şekillendirdi. Entegrasyon politikası benim için en başından beri önemliydi ve komitede yer alıp almadığıma bakılmaksızın her zaman önemli olacak.

Uzmanlığım ve beni ilgilendiren konular tüm politikacılar gibi çok çeşitli, zira annemin ve babamın göç deneyimi benim tek özelliğim değil. Ancak yine de entegrasyonla ilgili meseleler daha hızlı gözüme çarpıyor. Sürekli bu şeylere katkıda bulunmak zorunda kalmak bazen beni yoruyor ama göçmen kökenli insanlar siyasette ne kadar aktif olursa, bu görevde o kadar az yalnız kalıyorlar. Çok çeşitli konularım var, örneğin ben bir ekonomi politikacısıyım ve hiçbir zaman bunun “benim” konum olmadığı bana yansıtılmadı.

“Öncü Kültür Kavramı Elitist Bir Şekilde Tartışılıyor”

Öncü kültür tartışmaları, toplumsal uyum/entegrasyon konularında partinizin ve sizin pozisyonunuz nasıl? Şahsi görüşünüzle parti pozisyonu arasında uyuşmazlık yaşadığınız durumlar oldu mu?

Şahsen hâkim kültür/öncü kültür kavramıyla ilgili sorunlarım var, çünkü Kültür ve Medya Komitesi başkan yardımcısı olarak bile bunun ne olması gerektiğine dair bir tanımım yok. Örneğin Almanya’da en çok okunan günlük gazetelere, en çok reytinge sahip TV programlarına bakalım. Bir öncü kültürden söz edenlerin bu kültürü kastetmediğini, daha çok elitist bir kültür anlayışını temsil ettiklerini varsayıyorum.
Bu yapay bir tartışma çünkü Kant, Goethe ve Wagner ortak zemin olsa bile bu tartışmayı en yüksek sesle yürütenlerin göçü ve entegrasyonu desteklediğini düşünmüyorum. Fiili bir izolasyon istiyorlar. Merz gibi siyasetçiler hangi toplumda ve nasıl yaşamak istediklerini olumlu bir şekilde değil, neyin nasıl olmayacağını ve hepsinden önemlisi kiminle yaşamak isteyip istemediklerini olumsuz taraftan bakarak tanımlamak istiyorlar. Bu bağlamda Alman öncü kültürünün tam olarak ne olmaması gerektiğini söyleyebilirim. Ama şaka bir yana, benim bakış açıma göre entegrasyon, çoğunlukla basitleştirilmiş terimlerle konuşulan karmaşık bir süreç.

Almanya ve toplumu insanları hoş karşılamalı ve toplumsal katılımlarına izin vermeli. Barınma ve beslenmenin yanı sıra mali destek önlemleri ve dil kursları da buna dâhil. Gelen herkesin toplumumuzun bir parçası olmak için çabalaması gerekiyor ama bu, kişinin kendi kimliğinden vazgeçmesi değil, onu tamamlaması anlamına gelmeli. Ev sahibi toplum olarak biz de yeni üyelerle birlikte değişiyoruz, bu nedenle -ve mesele de burada- bunun temsil düzeyine de yansıması gerekiyor. Partim de aynı şekilde düşünüyor, ancak bu kadar büyük bir partide elbette farklı görüşler olabilir.

“1945 Sonrasını da Kapsayacak Şekilde Geçmişle Hesaplaşmamız Lazım”

Almanya’da İslam düşmanlığı, yabancı karşıtlığı ve ırkçılıkla ilgili sizin çözüm öneriniz nedir?

Toplum olarak ırkçılığı daha güçlü bir şekilde konu edinmeli ve onu azaltmak için çalışmalıyız. Sadece saldırı ya da şiddet gerçekleştiğinde değil, öncesinde de bir sorun olarak görmeliyiz. Siyasi ve toplumsal eğitim, demokratik kültürün sürdürülmesi ve aynı zamanda ayrımcılığın önlenmesi açısından hayati bir öneme sahip.

Acilen materyalleri güncellememiz gerektiğini düşünüyorum. Göçü ve tüm Almanların bakış açılarını içeren bir Alman tarihine ve 1945 sonrasını da kapsayan bir geçmişle hesaplaşmaya ihtiyacımız var. Uluslararası aile geçmişi olan ve olmayan insanlar arasında farklı deneyimler var ancak bu, kamuoyu tarafından büyük ölçüde dikkate alınmıyor. Uluslararası kökene sahip insanlar için Hanau, birçok kolektif ve olumsuz hatıralardan biri (Solingen, Rostock-Lichtenhagen, Mölln gibi). Herkes bunu öğrendiğinde tam olarak nerede olduğunu yine hatırlıyor. Şoktayken ve kendilerini yalnız hissederken hayatın nasıl devam ettiğini hatırlıyor. Bunu yapmamız çok zaman alacak ama bunun gerçekleşmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Şimdi alınabilecek önlemler var: Örneğin ayrımcılık karşıtı bir departmanın ve eyalet düzeyinde bir komisyon grubunun oluşturulması; siyah-yeşil eyalet hükûmeti koalisyon anlaşması bunların her ikisini de vaat ediyor. Biz SPD olarak uzun zamandır bunun çağrısını yapıyor ve acele edilmesini talep ediyoruz. Ayrımcılıkla mücadele çalışmaları için oluşturulan 42 hizmet ve raporlama noktası şimdiden büyük bir gelişme ve bunun sonuçlarını sabırsızlıkla bekliyorum. Ancak ırkçılıkla her düzeyde ve her biçimde mücadele edilmesi gerekiyor. Geçen yasama döneminde, kamu hizmetlerinde çeşitliliği göz ardı eden işe alım politikalarıyla mücadele edecek, bu bağlamda kültürel bir dönüşüm yaratmayı amaçlayan bir plan taslağını sunmuştuk. Fikirlerimizi bir sonraki yasama organında hükûmet gruplarından birinin parçası olarak uygulamak istiyorum.

Almanya’daki Müslüman dinî cemaatlerle ilişkiniz ne seviyede bulunuyor?

Dortmund’daki Müslüman topluluklarla, diğer dinî topluluklarla ve hümanist derneklerle iyi temas hâlindeyim. Onları ziyaret ediyorum. Alevi bir aileden geliyorum ve oldukça seküler bir geçmişim var ama herkesin görüldüğünü hissetmesi ve farklı görüşler olsa bile konuşmaya devam edebilmemiz benim için önemli.

Diğer Türkiye kökenli kişi ve kurumlarla ilişkiniz nasıl?

Seçim bölgemde yaşayan herkesin sorularını ve endişelerini dinliyorum ve kökenleri ne olursa olsun, bana oy verip vermediklerine veya burada oy verme hakkına sahip olup olmadıklarına bakmaksızın herkesle ilgileniyorum. Diğer belediyelerden göçmen geçmişi olan kişiler de benimle sık iletişim kuruyor çünkü iletişim kurma konusunda daha az çekingenler. Dinlediklerimi daha sonra kendi bölgelerini daha iyi tanıyan meslektaşlarıma aktarıyorum. Seçim bölgemde yaşayan çok sayıda Türk kökenli vatandaş var, dolayısıyla onlarla iyi ilişkilerimin olduğunu ve aynı zamanda her mezhepten kulüp ve toplulukların irtibat kişisi olduğumu söyleyebilirim. Ayrıca Kuzey Ren-Vestfalya’daki dört başkonsoloslukla da iyi iletişim hâlindeyim ve hem muhalefetten hem de hükûmetten Türk politikacılarla her zaman iletişim hâlindeyim. Türk parlamento grubuyla birlikte Eylül ayının sonunda TBMM’ye konuk oldum.

Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin Türkçe ile ilişkisine dair görüşünüz nedir? Türkçe öğrenimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dil ile kurulan ilişkinin bu şekilde genelleştirilebileceğini düşünmüyorum. Eşim ve ben Almanya’da doğduk ve Türkçe konuşuyoruz. Türkiye’de aileleriyle iletişim kurabilmeleri için dili bilmeleri bizim için önemli çünkü dil aynı zamanda kültürlerarası anlayışı da beraberinde getiriyor. Böyle küreselleşen dünyada çok dillilik de her açıdan büyük bir avantaj. Ancak çok dilliliğe genel olarak değer verilmesi ve dillerin değerinde hiyerarşinin olmaması da önemli. Ana dilde eğitim kesinlikle devam etmesi gereken önemli bir hizmet.

Kendinizi Türkiye kökenlilerin temsilcisi olarak görüyor musunuz?

Eyalet parlamentosunun seçilmiş bir üyesi olarak Dortmund’daki seçim bölgesinde yaşayan tüm insanları temsil ediyorum, aynı şey Alman kökenli meslektaşlarım için de geçerli. Diğer yandan Türk asıllı olmam herkesin kaygılarını bildiğim veya hepimizin benzer bakış açılarına sahip olduğu anlamına gelmiyor.

“Kendimi Türk Siyasetçi Olarak Değil, Alman Siyasetçisi Olarak Görüyorum”

Türkiye ile yaşanan krizlerden bir siyasetçi olarak nasıl etkileniyorsunuz?

Bazen bu krizler işimi zorlaştırıyor. Türk siyaseti hakkında yorum yapmam istendiğinde tepkiler genellikle oldukça sert oluyor. Bir sosyal demokrat olarak Türkiye’deki siyasi meselelerle ilgili elbette benim de ifade etmek, tartışmak ve konuşmaktan istediğim fikirler var. Yoğunlukla Türkiye odaklı politize olan kişiler beni Türk partilerinin konumuna yerleştirmeye çalışıyor ama başarısız oluyor. Çünkü kendimi bir Türk siyasetçisi olarak değil, bir Alman siyasetçisi olarak ifade ediyorum. Geçmişte sık sık nefret duygularıyla ya da olan bitenle hiçbir ilgisi olmayan vahşi suçlamalarla karşılaştım. İnsanların rahatlamak için bir nefret figürüne ihtiyacı vardı; bu hiç hoş değildi. Beni yanlış anlamayın, menşe ülkenin siyasetiyle ilgilenmenin iyi ve önemli olduğunu düşünüyorum, ancak burada bizi gerçekten etkileyen, kendi bağlılığınız ve seçimleriniz aracılığıyla etkileyebileceğiniz şeyleri de ihmal etmemek gerek.

Türkiye ile yaşanan bir kriz sonrası parti içerisinden ne tür tepkiler görüyorsunuz?

Partimde bir durum söz konusu olduğunda, Türk kökenli meslektaşlarım ile benim görüş ve değerlendirmelerimiz soruluyor. Genellikle rahatsız edici tepkilerle karşılaşmıyoruz.

Bu krizlerin önlenmesi ve çözülmesi adına sizce Almanya’daki Türkiye kökenli grupların tavrı nasıl olmalı?

Bunun genel bir cevabı yok çünkü vatandaşlar ve derneklerin fikirleri çeşit çeşit. Bence hepimizin bu konu hakkında konuşması ve tartışması önemli. Toplumsal uçurumun derinleşmesiyle sadece aynı görüşteki insanlarla bir araya gelmemiz kadar kötü bir şey düşünemiyorum.
Türkiye kökenli bir siyasetçi olarak, siyaset içerisinde kendinize yer bulabilmek için vazgeçtiğiniz/ödün verdiğiniz şeyler oldu mu?
Hayır, her zaman fikrimi ifade ederim ve bir şeye boyun eğmek zorunda kalmam. Taviz vermeme hiç gerek olmadı. Ama dirence ve güçlü bir özgüvene sahip olmanın en başından itibaren faydasını gördüğümü düşünüyorum. Adım Volker olsaydı başıma gelmeyecek pek çok hoş olmayan şey başıma geldi ve umarım bugün partilerde aktif olmak isteyen uluslararası kökene sahip gençler bu tür durumlarla daha az karşılaşır.

Son soru: Siyasette aktif olmanın sizin için en büyük kazanımı ne oldu?

Benim için en büyük kazanımı, toplumu şekillendirmeye ve olumlu bir fark yaratmaya yardımcı olabilme duygusu oldu. Son zamanlarda, benim varlığımın kendilerini aktif olmak için motive ettiğini söyleyen ve göçmen geçmişi olan insanların da siyasette başarılı olabileceğine inanan birçok gençle tanıştım. Bu da beni açıkçası gururlandırıyor. Bu iki neden de beni her gün yaptığım şeye devam etmem için motive ediyor.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler