'Siyasi Arenada Türkiye Kökenliler'

“Alman ya da Türk Olmayı Seçmek Zorunda Bırakılmak Ortaçağ Zihniyetinin Bir Yansıması”

Siyasi katılım, azınlıktaki Türk topluluğu için ana gündem maddelerinden biri. “Siyasi Arenada Türkiye Kökenliler” serisinde Perspektif, mikrofonu Batı Avrupa’daki Türkiye kökenli siyasetçilere uzatıyor. Bugün söz, Tayfun Keltek’te.

Tayfun Keltek @ AA değişiklikler: Perspektif

Köln Uyum Meclisi (Alm. Integrationsrat Köln) başkanı olan Keltek, aynı zamanda göçmenlerin ve göçmen kökenlilerin yasal olarak tanınan bir kurumsallaşması olan Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Uyum Meclisleri (Alm. Landesintegrationsrat NRW) başkanıdır. Keltek Uyum Meclislerinde göçmen ve göçmen kökenlilerin çoğunluk toplumundaki dezavantajlı durumlarını odak noktası alarak eğitim, iki dillilik ve iki kültürlülük gibi konular üzerine çalışmalar yapıyor.

Siyasete girmeye ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Sizi siyasete girmeye iten en önemli etken ne oldu?

Ben Türkiye’de 68’liler dönemi diye bilinen dönemdenim. Siyasete girmek için bir karar vermem gerekmiyordu çünkü tüm hayatım zaten siyasetin içerisinde geçti. Fakat Almanya’da siyasete dâhil olmaya nasıl karar verdiğimi anlatabilirim. Yüksek eğitim için Almanya’ya gelip, burada kalmaya karar verdiğimde bir okulda öğretmenliğe başladım. Bu okulda göçmen kökenli çocukların birçok konuda dezavantajlı olduğu ve eğitim sistemi içerisinde hak ettikleri karşılığı almadıkları dikkatimi çekti. O dönem bu durum için eyalet bazında çalışmalar başlattık. Fakat bu çalışmalar kendi kısıtlı çevremizde kaldı, politikaya herhangi bir etkisi olmadı. Bu durum beni Almanya’da siyasete atılmaya zorladı. 84-85 yıllarında Yabancılar Meclisi isminde bir kurum ortaya çıkmıştı. Oraya seçilmemle birlikte politikaya da atılmış oldum. Burada çocukların okullardaki dezavantajlı durumlarını gidermekte yerel düzeydeki politikaların yeterli olmadığını fark ettim ve eyalet düzeyinde siyasete geçtim. 86 yılında NRW’de var olan Yabancılar Meclislerini birleştirerek eyalet düzeyindeki NRW Uyum Meclislerini oluşturduk.

Peki herhangi bir partide aktif misiniz?

SPD üyesiyim fakat aktif değilim. Bu kurumların partiler üstü bir özelliği var. Uyum Meclislerinde her partiden politikacı bulunuyor. Ben bu kişilerin hepsine eşit mesafede duruyor ve partileri kıstas olarak kabul etmiyorum. Amacımız göçmenleri ve göçmen kökenlilerin haklarını savunmak, onların sesi olmak. Irkçı partiler dışında her partiye açığız.

Eyalet Uyum Meclisi’ndeki çalışmalarınız esnasında yaşadığınız en büyük zorluk neydi?

Siyasetteki ırkçı atmosferden oldukça etkileniyoruz. Buradaki en önemli konulardan biri göçmen kökenlilerin var olan benliklerinin tanınması. Göçmenlerin ve göçmen kökenlilerin benliklerinin çoğunluk toplum tarafından benimsenmesi için çalışıyoruz. Buradaki en önemli meselelerden biri de eğitimde iki dillilik meselesi. Bazen bazı okullarda anadilin konuşulmasının yasaklandığını biliyoruz. Biz anadilin bir artı olduğu, anadillerine saygıyla yaklaşılan çocukların Almanya’yı daha fazla benimseyecekleri düşüncesinden hareketle eğitim sistemi içerisinde anadilin desteklenmesi gerektiğini arz ettik ve bu konuda birçok yasaya ön ayak olduk. Yine de Almanya’da bu konularda başarılı olmak sadece göçmenler ve göçmen kökenliler için değil çoğunluk toplum için de zor. Yenilik yapmak Türkiye’ye kıyasla Almanya’da çok zor. Burada bir gelenek var ve bu gelenekleri aşmak kolay olmuyor. Bu yönüyle kurum olarak direkt bir zorlukla karşılaştığımızı söyleyemem, daha genel sorunlar mevcut.

NRW Eyaleti Uyum Meclisleri başkanı olarak, sizce entegrasyon/uyum kavramı aşılması gereken bir kavram değil mi? Bugün neredeyse beşinci nesilden bahsediyoruz.

Kesinlikle katılıyorum. Entegrasyon Almanya’ya yeni gelenler, yeni iltica edenler için var olan bir kavram. Biz entegrasyondan ziyade ağırlıklı olarak şans eşitliği, eşit muamele ve potansiyeli yönlendirme konuları ile ilgileniyoruz. Belki Kaynaştırma Meclisi (Alm. Inklusionsrat) ya da Adalet Meclisi (Alm. Gerechtigkeitsrat) olarak adlandırmamız gerekir kurumumuzu. Entegrasyon kavramını ise daha çok geleneğinden ötürü kullanıyoruz.

Sizce de ismin kendisi farklı bir çağrışımda bulunmuyor mu? Şöyle ki, bir yapı var, bir kitle, bir grup var. Bu gruplar öncü, esas ve hâkim kabul edilen başka bir gruba adapte ve entegre olmak zorunda. Uyum (Entegrasyon) Meclisi denmesi, öncü kültür algısını, çoğunluk toplumunun her şeyi belirlediği algısını destekleyen bir isimlendirme değil mi?

İsmin bir geleneği var, biz bu ismi bu geleneğe bağlı olarak dikkate alıyor ve kullanıyoruz. Ayrıca meclisimizin gündeminin üçte birini yeni iltica edenler ve onları ilgilendiren konular oluşturuyor. Bu isimlendirmeden tamamen kopmuş sayılmayız. Ama bizim ağırlıklı konularımız burada yaşayanlara yönelik ve bu gruplara karşı politikamızı da az önce belirttim.

Türkiye kökenli siyasetçiler genellikle yalnızca “uyum/entegrasyon, göçmen ya da azınlık politikaları” gibi konularla ilgilenirmiş/ilgilenmeliymiş gibi bir algı var. Sizce Türkiye kökenli bir siyasetçinin kendine bu konular dışında bir siyasi çalışma alanı seçmesi mümkün mü ? Yoksa “Türk siyasetçi, Türklerle/azınlıklarla ilgili konulara yönelir.” algısı mı hâkim?

Hayır, toplumdaki yerimizi biz belirleriz, başkaları değil. Biz kendimize kaftanı yine kendimiz dikiyoruz. Burada yetişen yeni nesil yüksek tahsil görmesine rağmen, Almanya’nın demokratik olanaklarını kullanıp bazı şeyleri dile getirmeye yanaşmıyor. Bir alışmışlık söz konusu. Kendilerine yönelik yapılan ırkçılığa alışmışlar ve bunu dile getirmiyorlar. Kendisine güvenmeyen, kendi derdini anlatmayan, kendini ortaya koymayan bir toplumun temsilcisiyiz biz. Bazı şeyleri ihtiyaç duyulduğunu bildiğimden ortaya koyuyorum. Yoksa kimsenin böyle bir derdi yok. Kimse gelip sorununu anlatmıyor. Ben açıkçası bedenlerin burada akılların Türkiye’de olduğunu düşünüyorum. Sosyalizasyonunu Almanya’da gerçekleştirmiş, üniversite okuyan gençler hâlâ Türkiye üzerine konuşup, tartışıyorlar. Bu kişilere siyasette fırsat verilmiyor demek doğru değil. Benim düşünceme göre fırsat da hak da verilmez, alınır. İnsanların bu toplumda yasalarla belirlenmiş hakları var. Bu haklar dâhi alınmıyorsa, verilmiş hakkın da bir önemi yoktur. Belirli olaylar sonucunda küsüp kabuğuna çekilmek ve kendini ifade etmemek en büyük sorunlarımızdan bir tanesi.

Öncü kültür tartışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Saçmalık. Bir öncü kültür var evet, o da Alman Anayasası. Bir ülkede yaşayıp onun anayasasına ters düşemezsiniz. Eğer Almanya’da yaşıyor ya da Alman vatandaşıysanız, Alman Anayasası’nı benimsemek zorundasınız. Bunun dışında başka bir değer tanımıyorum. Almanlara dahi baktığımızda hepsinin değişik bir kültürü yaşadığını görüyoruz. Kimsenin kültürü bir diğerine benzemiyor. Biz kimin kültürünü, neden yaşayalım? Bunlar yabancı kökenlileri dışlamak adına öne atılmış tezler. Herhangi bir arka planı yok.

Almanya’daki İslam düşmanlığı, yabancı karşıtlığı ve ırkçılıkla ilgili sizin çözüm öneriniz nedir?

Bu soruya cevap verdiğimi düşünüyorum. Biz kendimizi ortaya koymaz isek, sürekli başkaları bizim hakkımızda bir şeyler ortaya koyar. Şu an olduğu gibi aleyhimizde akıllar gelişir, projeler düzenlenir. Benim gördüğüm bu haksızlığa bizden kimsenin karşı çıkmadığı.

Örneğin Solingen olayının yıl dönümünü vesile kılarak eyalet hükûmetine ve parlamentosuna teklifte bulunduk, anma töreni yapacaklar. Daha sonra Solingen Belediyesi’ne teklif ettik, onlar da aynı şekilde anma töreni gerçekleştirecekler. Biz de yapacağımız toplantılarla Solingen olayının yıl dönümünde toplumda artan ırkçılığa kamuoyunun dikkatini çekeceğiz. Bu toplantılarla özellikle, Solingen olayına politik bir tavır konmadığını, ırkçılığa, insanların öldürülmesine karşı durulmadığını ve bu minvalde belirli önlemlerin alınmadığını ve sonuç olarak NSU cinayetlerinin ortaya çıktığını vurgulamak istiyoruz. Sözün özü, ırkçılığı tolere etmenin faturası çok büyük, bunu ifade etmemiz gerekiyor.

Şu an en azından insanların dikkatini çekmek ve konuya hassasiyet oluşturmak için toplantılar düzenliyoruz. Irkçılığın arttığını kamuoyuna duyurmak için uğraşıyoruz. Fakat bu Uyum Meclislerinin çabası ile olacak bir şey değil. Toplumun birlik olması lazım. Hep beraber ırkçılığa karşı önlemler almalıyız.

Buradan şunu mu anlamalıyız: Biz kendimizi yeteri kadar tanıtmadığımız için bize düşmanlık geliştiriyorlar. Biz kendimizi tanıtmaya çaba sarf etsek bu düşmanlık olmayacak. Bu bakış açısı ırkçılıktan mağdur olanı ırkçılığın sorumlusu kılmaz mı?

Hayır, ben bunu savunmuyorum kesinlikle. Irkçılık bir düşünce sistemi. Bu yalnız Almanya’daki bir sorun değil, birçok ülkede ırkçılık tehlikesi büyüyor. Bunlar küreselleşmenin sancıları. İnsanlar küreselleşmeyi anlayamadı ve korktu. Korktuğu için kendi etnik grubuna sığınmaya çalıştı. Bu, dünyada var olan bir konjonktür.

Örnek vermek gerekirse, 2017 yılında 950 adet İslam karşıtı saldırı olmuş. 21 Mart ise Irkçılık Karşıtı Gün (Alm. Internationaler Tag gegen Rassismus). O gün basın açıklamasında bulunacağız. Burada bu kişilerin haksız ve ırkçı olduğunu söyleyelim. Peki biz bunun dışında ne yapabiliriz. Bu noktadan başlamalıyız. Irkçılığa aktif bir biçimde tavır koymamız lazım. Yoksa ben ırkçılığın olmadığını söylemiyorum.

Peki ülkenizde yaşayan Türkiye kökenlilerin Türkçe ile ilişkisine dair görüşünüz nedir? Türkçe öğrenimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu mesele böyle devam ederse 50 yıl sonra Avrupa’da Türkçe konuşan kitle kalmayacak mı gerçekten?

Bu teze katılmıyorum, bu tezin gerçekleşmesi mümkün değil. Uzun senelerdir aynı şeyi duyuyorum, “Avrupa’da Türkçe bitti, bitecek.” diye. Bitmedi ve bitmeyecek de. Dünya değişti, insanlarımız her şeyi Türkçe takip ediyor.

Avrupa’da Türkçenin yok olacağına her ne kadar inanmasam da, temiz Türkçe konuşan kimsenin kalmayacağını düşünüyorum. Bu sebeple dersler verilmeli ve anadil eğitimleri eğitim sisteminin içerisinde yerini almalı. Bu dil var olmaya devam edecek fakat devlet tarafından desteklenmediği müddetçe, toplumsal olarak bu olanaktan faydalanma fırsatları maalesef ki olmayacak.

Bizim üzerimize düşen cami cemaatlerine, dernek üyelerine anadilin önemini anlatmak. İkidilli insanlar, okumayı ve yazmayı anadilinde öğrendiği zaman Almancayı da İngilizceyi de çok daha iyi konuşur. İnsanların kendi yetenekleri ve zenginlikleri hususunda bilinçli olması lazım.

Türkiye ile yaşanan krizlerden bir siyasetçi olarak nasıl etkileniyorsunuz? Bu krizlerin önlenmesi ve çözülmesi adına sizce Avrupa’daki Türkiye kökenli grupların tavrı nasıl olmalı?

Biz burada yüzde yüz Alman vatandaşı olmak zorundayız. Bu ülkede başarılı olabilmek için öncelikle bunu kabul etmeliyiz. Bu Türkiye’yi bir kenara bırakmak değil, aksine insanın gerektiğinde kendi geçmişine, geldiği ülkeye sahip çıkma şansı olmalı. Benim tarif ettiğim insan tipi yüzde yüz Alman vatandaşı ve gerektiğinde yüzde yüz Türk vatandaşı. Bu bir zenginlik ve bizim de bu zenginliği ortaya koymamız gerekir. Birini tercih etmek zorunda olmak ortaçağ zihniyetinin bir yansıması. Kişisel olarak ben hem Türkiye’yi hem Almanya’yı seviyorum. İkisine de sadığım. Bu barışın bir nüvesi olduğu kadar bizim de gerçeğimiz. Bu gerçek, ideolojilere ya da söylemlere göre şekillenmiyor. Kişiler bireysel olarak kendi kararlarını vermeliler. Ama kimse bize kim olduğumuzu veya kim olmak zorunda olduğumuzu söylemesin.

Türkiye kökenli bir siyasetçi olarak, siyaset içerisinde kendinize yer bulabilmek için vazgeçtiğiniz/ödün verdiğiniz şeyler oldu mu?

Birçok konuda taviz verdim. Yaşam içerisinde daha doğru olduğunu düşündüğüm Alman geleneklerinin çoğunu kabul ettim. Kadın erkek eşitliği bunlardan biri örneğin. Bu değişimler mantıklı olduğunu düşündüğüm değerlerde oldu. Fakat politik anlamda çok fazla taviz verdiğimi düşünmüyorum. Eğer taviz verseydim Alman politikasında oldukça ileride olurdum. Ben her zaman doğru düşündüğümü savundum ve bu düşüncelerimden taviz vermedim. Birçok Türk siyasetçinin bir hayli tavizde bulunduğunu biliyorum. Kendi değerlerini partiye anlatmak yerine, o partinin önerdiği şeyleri benimseyenlerin sayısı çok fazla. Bunu kolaycılık olarak görüyorum ve bu kolaycılığı seçmiyorum. Yine de bu durum biraz da kişilerin karakterine bağlı.

Partiler açısından ise gayet rasyonel bir durum bu. Bir geleneği ve çizgisi olan parti kolayca, “Ya uyum sağlarsın ya da gidersin.” diyebilir. Sonuç olarak başka partiler de var. Fakat biz partilerimizi seçerken bu düşünce geleneklerini düşünüp seçmek zorundayız. Göçmen kökenli olup, göçmenlerin ve göçmen kökenlilerin en doğal haklarını sınırlayan bir partinin içerisinde olmak mantıklı değil. Bu partiye girdiğinde kişi partisine uyum göstermeye razı olmuş olur.

Taviz vermeden siyasette kariyer yapmak ise oldukça zor. Çünkü insanlara tek tek yaptığın işin doğru olduğunu anlatman, parti içi kamuoyu oluşturman ve taraftar toplaman gerekir. Bunlar ise sabır isteyen şeyler. Gençler çok fazla sabırlı değil ve partinin gidişatına kolayca uyum sağlayabiliyorlar, böylelikle politika da yapabiliyorlar isim de.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler