'Dosya: "Kimlik, Spor ve Aidiyet'

Özsaygının Bir İfadesi Olarak Sporun Vazgeçilmezliği

Irkçılık ve ayrımcılığa uğramış, özsaygı ve özgüven kaybından mustarip azınlıklar için spor ve sağlıklı beslenme tam olarak ne anlam ifade ediyor?

Fotoğraf: PintoArt - Shutterstock.

Türkiye’de tatil yapmanın en çok nesini sevdiğimi soracak olursanız, her şeyden önce “normal” olarak algılanma hissi olduğunu söyleyebilirim. Orada herhangi bir grubu temsil etmiyorum, “ben” olarak algılanıyorum. Tek taşıma duruyor ve bir birey olarak algılanıyorum. Bu yüzden terliklerle rahatlıkla ekmek almaya gidebiliyor, ütüsüz kıyafetleri utanmadan giyebiliyorum. Kendimi kabul edilmiş hissetmem için dış görünüşümün mükemmel olması gerekmiyor. İnsanlarla ilişkilerimde daha rahatım çünkü kendimi yargılanmış hissetmiyorum. Bir kalıbın içerisine yerleştirilmiyorum. Kanıtlamam gereken mevcut bir imajım yok. Sonuç olarak, olabildiğince özgün, otantik ve özgürüm.

Almanya’ya dönersek: Burada tüm Müslümanları temsil ediyorum. Çizdiğim imaj tüm Müslümanların imajı olarak görülebiliyor. Bu yüzden görünüşüm önemli. Kedimi ifade ediş biçimim mükemmel, kıyafetlerim her daim ütülü olmalı. Negatif bir şekilde dikkat çekmemeliyim. Çünkü ben aynı zamanda milyonlarca Müslüman’ın da imajını şekillendiriyorum. “Hakkımdaki önyargılarda okuduğunuz kişi ben değilim. Ben BILD gazetesinin hakkımda söylediği gibi biri değilim ve ben aynı zamanda bir istisna da değilim.” ifadesini kıyafetimin üzerine yazmak istiyorum.

Ayrımcılığın Azınlık Bireylerin Özsaygısı Üzerindeki Etkisi

Türkiye kökenli, henüz 9 yaşındaki minik komşumun sınıfındaki önyargılarla savaşmaya devam etmek istememesi sebebiyle, büyük bir çaresizlik içerisinde ağladığını ve “Keşke sarışın ve mavi gözlü olsaydım” dediğini hatırlıyorum. Eğer sarışın ve mavi gözlü olsaydı, muhtemelen sınıfın en popüler öğrencilerinden biri olabilirdi.

Bunları duyana kadar, Almanya’daki çoğunluk toplumunun bir parçası olsaydım hayatımın nasıl olacağını kendime hiç sormamıştım. Ancak bu noktadan sonra, adım “Paula” olsaydı, zayıf, sarışın ve mavi gözlü olsaydım nasıl yaşayacağımı, beni gerçekten ilgilendiren ve Müslüman gençlerle tartışmaktan zevk aldığım kendini sevme ve kabullenme gibi konular hakkında konuşmanın nasıl bir his olacağını sık sık hayal etmek zorunda kaldım.

Çoğulcu topluma ait olarak görülmemenin, çoğulcu toplum tarafından kabul edilmemenin psikolojik, duygusal ve sosyal sonuçlarının ne kadar derin olabileceğinden şüphe yok. Ayrımcılığı, ırkçılığı bizzat tecrübe etmiş olmanıza bile gerek yok. Camilere yönelik devam eden gündelik saldırılar, işe alınmayan ya da daha da kötüsü kıyafeti, başörtüsü nedeniyle psikolojik ya da fiziksel saldırıya uğrayan başörtülü kadınlarla ilgili haberler, internet ortamında Müslümanlara yönelik kışkırtıcı nefret söylemi, negatif ve tek taraflı habercilik, yeni önyargıların körüklenmesi ya da mevcut önyargıların yeniden üretilmesi hemen verebileceğim örneklerden birkaçı.

Bir çocuk sürekli olarak düzeltildiğinde, yargılandığında veya davranışlarından dolayı kınandığında, olduğu hâliyle kabul edilmediği hissiyle yetiştiğinde ne tür psikolojik dinamiklerin ortaya çıkabileceğini eğitim bilimlerinden biliyoruz. Yetişkinler olarak da yargılayıcı ve takdir etmeyen bir çevrenin benlik algısı üzerindeki etkisinin farkındayız. Kendimizle ilgili algımız neredeyse başkalarının insafına kalmış.

Özsaygının azalması, olumsuz benlik imajları, depresyon ve anksiyete, özgüven ve motivasyon bozukluğu böylesi bir durumda hiç şaşırtıcı olmaması gerek. Sosyal alanlardan geri çekilme, izolasyon ve aşağılık duygusu ve bundan kaynaklanan utanç duyguları tamamen insani oldukları gibi ele alınmalı. Bu duyguların varlıkları tamamen “anormal bir duruma karşı normal bir tepki” olarak kabul edilmeli.

Ayrımcılık ve ırkçılığın, nüfusun oldukça geniş kesiminin potansiyel gelişimini şiddetle engellediği, kısıtladığı ve dizginlediği açık. Bir yandan, belirli nüfus grupları potansiyellerini gerçekleştirecek kaynaklara sahip değilken, diğer yandan bu nüfus grupları olumsuz deneyimlerden korktukları için sosyal hayata katılım sağlayabilmek amacıyla kendilerini çok daha fazla aşmak zorunda kalıyorlar. Başörtülü bir kadın spor salonuna kayıt yaptırmak istediğinde, sadece “basitçe” kendi içsel engelleriyle yüzleşmek zorunda kalmıyor. Aynı zamanda kayıt olurken dış görünüşünün bir sorun teşkil edip etmeyeceğini (başörtüsü nedeniyle spor salonuna kayıt sürecinde reddedilen kadınların birçok örneği var) veya egzersiz sırasında diğer ziyaretçilerin ilgi odağında olma ihtimalini ve en azından bakışlara katlanmaya hazır olup olmadığını da kendine sorması gerekiyor.

Güç ve Aktif Direnç Kaynağı Olarak Spor ve Bilinçli Beslenme

Irkçılık ve ayrımcılığın Müslümanların özsaygıları ve benlik algıları üzerindeki olumsuz etkisi göz önünde bulundurulduğunda, özsaygıyı besleme potansiyeline sahip tüm kaynakların kullanılması daha da önem kazanıyor. Özsaygıyı besleyen, destekleyen ve güçlendiren tedbirler o kadar güçlü olmalı ki, olumsuz algının etkisini ciddi bir şekilde dengelemeli, hatta bastırmalı. Bunun mümkün olup olmadığı tartışmalı olsa bile…

Diyet, egzersiz ve düzenli yapılan spor, başta “ırklaştırılmış” bireylerin kendilerine bakmalarının, kendilerine yönelik kabul ve özen vermelerinin en gündelik yollarından biri. Bu pratikler, kişinin toplum ve dünyadaki varlığının önemini ve değerini vurgular. Bu alandaki her bilinçli kararla, spor yapan kişi genelde ırkçı stereotiplerle tasvir edilen vücudunun dikkat ve saygıya layık olduğunu açıkça ifade etmiş olur. Buna göre, spor ve bilinçli beslenme benliğin açık bir takdiri olarak görülebilir.

Özellikle göç kökenli topluluklar için spor, sadece fiziksel sağlığa hizmet etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumdaki olumsuz ifade ve atıflara karşı zihinsel bir güç ve aktif direnç kaynağına dönüşür. Fiziksel dayanıklılık ve zindeliğe ek olarak, olumlu özsaygıyı ve sağlıklı özgüveni güçlendirir. Aynı zamanda, başkaları tarafından kişiye dayatılan imajın aksine, kişinin kendi değeri hakkında bir öz-belirleme biçimi olarak da hizmet eder.

Sebahat Özcan

Lisans eğitimini Bochum Ruhr Üniversitesinde İslam ve Din Bilimleri alanında tamamlayan Özcan’ın ağırlıklı çalışma alanı, insan tutumunun teolojik açıdan incelemesidir. Özcan PLURAL Yayınevinde çocuk ve gençlik kitapları koordinatörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler