Türkiye, Hangi Ülkelerle İş Gücü Anlaşması İmzaladı?
Türk Dışişleri Bakanlığının 2024 verilerine göre ülke dışında yaşayan 7,5 milyon Türkiye kökenlinin 6,5 milyonu Batı Avrupa'da ikamet ediyor. Bu rakamın çok büyük bir kısmı, ikili iş gücü anlaşmaları çerçevesinde yurt dışına göçen vatandaşlar ve onların ailelerinden oluşuyor. Peki Türkiye hangi ülkelerle, ne zaman ve hangi gerekçelerle iş gücü anlaşmaları imzaladı?
Takvimler 1955 yılını gösterdiğinde iki farklı ülkede iki farklı manzara vardı. Almanya, İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkenin yeniden inşası için kolları sıvamış, fakat ülkenin mevcut demografik yapısı iş gücü ihtiyacını ortaya çıkarmıştı. Türkiye’de ise 6-7 Eylül Olayları gibi toplumsal gerilimi tırmandıran gelişmelerin gölgesinde enflasyon giderek artarken, ekonomi daha da kötüye gitmekteydi. Tüm bu durumların da etkisiyle büyük bir destekle iktidara gelen Demokrat Parti’ye tepkiler gelmeye başlamıştı.
İşte böyle bir dönemde Almanya’nın iş gücü ihtiyacını gidermek üzere ülkeye uluslararası işçi göçünün önünü açan sürecin ilk örneği 1955 yılında İtalya ile imzalanan iş gücü anlaşması oldu. Bu süreci 1960 yılında Yunanistan ve İspanya gibi diğer Akdeniz ülkeleriyle imzalanan anlaşmalar izledi. Aynı yılın 27 Mayıs’ında Türkiye’de yaşanan darbeyle birlikte ülke farklı bir ekonomik model uygulamaya başladı. 1960 sonrası dönemde Türkiye, sanayileşmeyi hızlandırmak amacıyla ithal ikameci bir ekonomik modeli benimsedi. Bu model, ithalatın kısıtlanıp yerli üretimin teşvik edilmesini öngörüyordu. Devlet, gümrük duvarları ve teşviklerle sanayiyi korumaya yöneldi. Ancak nitelikli insan kaynağının, yerel sermayenin ve teknoloji altyapısının yetersizliği, ekonomik büyümeyi sınırlandırdı.
O dönem hem ithal ikameci sanayi anlayışı için gerekli nitelikli insan kaynağının yetişmesi hem de Türkiye’deki işsizlik oranın azalması için Avrupa’ya işçi göçü bir çözüm olarak ortaya çıktı. Buna göre Avrupa ülkeleri ile imzalanacak ikili iş gücü anlaşmaları ile Türkiye, işçi göndererek hem işsizlik baskısını azaltmayı hem de döviz girdisi elde etmeyi hedefliyordu. Ayrıca dönüşümlülük ilkesi ile gittikleri ülkeden kısa süre sonra dönecek işçiler hem milli sanayi hamlesi için nitelikli insan gücünü hem de gereken yerli sermayeyi sağlayacaktı.
Almanya
Tüm bu gerekçelerin zemin hazırladığı iş gücü ihracının başlangıcını simgeleyen anlaşma 30 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile imzalandı. Bu anlaşma ile Türkiye’den gelecek işçilerin işe yerleştirilmesi, sosyal haklar ve seyahat düzenlemeleri detaylandırıldı. 1973’teki petrol krizinden sonra Türkiye’den Almanya’ya işçi alımı sonlandırılsa da, aile birleşimleriyle bu göç kalıcı bir hâl aldı. Bugün sayıları yaklaşık üç milyonu bulan Almanya’daki Türk toplumunun temelleri bu anlaşma ile atıldı ve anlaşma, hem iş gücü hareketliliğine hem de iki toplum arasında kültürel bir köprü oluşturulmasına zemin hazırladı.
Türkiye-Almanya İş Gücü Anlaşması’na göre, iki ülkenin iş kurumları iş birliği yapacak, Almanya Türkiye’de bir irtibat bürosu kuracak ve işçilerin seçimi, iş teklifleri ve çalışma şartları gibi süreçler iki tarafın koordinasyonu ile yürütülecekti. Yine anlaşma kapsamında, Türk işçilerine Almanya’da çalışma ve ikamet izni verilecek, yol ve dönüş masrafları organize edilecek ve işçilerin hakları sosyal güvenlik düzenlemeleriyle korunacaktı. Mutabakatın en dikkat çekici maddesi ise, anlaşmanın bir yıl için geçerli olup, feshedilmediği takdirde uzatılacağıydı.
Avusturya
Almanya ile imzalanan iş gücü anlaşmasından yaklaşık üç yıl sonra 15 Mayıs 1964 tarihinde Türkiye bu kez Almanya’ya komşu bir ülke olan Avusturya ile bir iş gücü anlaşması imzaladı. Avusturya Almanya ile benzer gerekçelerle 1956 yılında İtalya, 1962 yılında Yunanistan ve Portekiz ile iş gücü anlaşması imzalamıştı. Avusturya, Almanya örneğinde başarılı olan Türk işçileri sanayi ve inşaat sektörü başta olmak farklı sektörlerde istihdam etmek üzere ülkelerine davet etmişti. Anlaşma, Türkiye’den Avusturya’ya çalışmak için göç eden işçilerin seçimi ve istihdamına odaklanmıştı. Bu anlaşma ile işçilere bazı sosyal haklar tanınmış ve çalışma şartları belirlenmişti.
Belçika
16 Temmuz 1964 tarihine geldiğimizde ise Türkiye üçüncü iş gücü anlaşmasını Belçika ile imzalamıştır. İlk iş gücü anlaşmasını İtalya ile imzalayan Belçika, ilerleyen süreçlerde İspanya, Yunanistan, Türkiye, Fas ve Tunus’la da iş gücü anlaşmaları imzaladı. Özellikle 1956’da Marcinelle’de meydana gelen maden faciasında 136 İtalyan işçinin hayatını kaybetmesi, iki ülke arasında kriz yarattı ve İtalya’dan işçi alımı azaldı. Bu durum Belçika’nın diğer ülkelerle iş gücü anlaşmaları yapması için katalizör bir etki yaptı. Belçika ile imzalanan anlaşma ile Türk işçilerinin Belçika’daki istihdamı, sosyal hakları ve aile birleşimi süreçleri düzenlendi. İşçilerin mesleki eğitimleri ve iş bulma süreçleri, Türkiye ve Belçika iş ve işçi bulma kurumlarının iş birliği ile organize edildi.
Hollanda
19 Ağustos 1964 tarihinde Türkiye bu kez Hollanda ile bir iş gücü anlaşması imzaladı. Bu anlaşma ile Hollanda, özellikle sanayi, inşaat ve hizmet sektörlerinde çalışacak işçileri ülkeye çekmeyi amaçladı. Hollanda’ya işçi gönderimini düzenleyen bu anlaşma, işçilerin işe yerleştirilmesini ve sosyal haklarının sağlanmasını kapsamaktaydı. Türkiye’den Hollanda’ya göç eden işçiler başlarda sanayi, inşaat ve tekstil sektörlerinde yoğunlaşmıştı. Ancak zamanla hizmet sektöründe de önemli yer edinen Türkler için özellikle küçük işletmecilik ve girişimcilik de gelişim gösterdi.
Fransa
Türkiye beşinci iş gücü anlaşmasını 8 Nisan 1965 tarihinde Fransa ile imzaladı. Fransa, sanayisinin gelişimi için işçi ihtiyacını karşılamak üzere Türkiye ile iş birliğine gitmişti. Anlaşma, Türk işçilerin çalışma koşullarını ve haklarını düzenlemekteydi. Anlaşmaya göre, Fransız hükûmeti, Türk işçilerine yönelik iş gücü ihtiyaçlarını belirli aralıklarla Türk hükûmetine bildirecek, Türk hükûmeti ise Fransa’da çalışmak isteyen işçilerin sayısını ve niteliklerini iletecekti. Anlaşmada iş sözleşmeleri imzalanmadan önce işçilerin gerekli tıbbi ve mesleki değerlendirmelerinin yapılacağı belirtilmekteydi. Anlaşma, işçilerin Fransa’daki çalışma ve yaşam koşulları hakkında bilgi edinmelerini sağlarken, Türk işçilerin Fransız işçileriyle eşit muamele görmesi gerektiğini de belirtiyordu.
İsveç
10 Mart 1967’de Türkiye bu kez İsveç ile bir iş gücü anlaşması imzaladı. Anlaşmanın temel motivasyonu iki ülke arasındaki dostluk ve iş gücü mücadelesinin karşılıklı yararları çerçevesinde Türk işçilerinin İsveç’te istihdamı konusunda bir anlaşma yapmaktı. Anlaşma, Türk işçilerinin İsveç’teki çalışma koşulları, ücretler ve sosyal yardımlar hakkında bilgi paylaşımını, işçi taleplerinin karşılanmasını ve gerekli bürokratik işlemleri düzenlemeyi amaçlamaktaydı. Türk işçileri, İsveçli işçilerle eşit haklara sahip olacak ve mesleki eğitim imkanlarından faydalanacaklardı.
Avustralya
Takvimler 5 Ekim 1967 tarihini gösterdiğinde Türkiye bu kez ilk defa Avrupa Kıtası dışından bir ülke ile iş gücü anlaşması imzaladı. Avustralya ile imzalanan anlaşmanın temelinde ülkenin özellikle sanayi, inşaat ve altyapı projelerinde ciddi iş gücü sıkıntısı yaşaması yatıyordu. Avustralya bu iş gücü açığını kapatmak için İtalya, Yunanistan ve Türkiye gibi ülkelerle resmî iş gücü anlaşmaları imzaladı. Hükûmet, göçmenleri teşvik etmek amacıyla mali yardımlar ve destek paketleri sundu. Böylece, iş gücü ihtiyacını karşılamanın yanı sıra, göçmen işçiler ve aileleri aracılığıyla ülkenin nüfusunu artırmayı da hedefledi. O dönem Avustralya’da yapılan büyük projeler, yüksek sayıda göçmeni istihdam etmişti. Avustralya’nın iş gücü göçüne olan ihtiyacı, savaş sonrası hızla büyüyen ekonomiyi destekleme, sanayiyi güçlendirme ve ülkenin geniş topraklarını iş gücüyle doldurma stratejisinin bir parçasıydı.
Altmışlı yıllar geride kalırken Türkiye 1970’li yılları yoğun olarak kırsal alanlardan kente göç, gecekondulaşma, işsizlik başta olmak üzere pek çok ekonomik sorun ve istikrarsızlıkla karşıladı. 1970’lerde Türkiye’de nüfus artışı ve kırsaldan kentlere göç ile birlikte işsizlik önemli bir sorun olmayı sürdürdü. Devletin sanayileşme ve altyapı projelerine rağmen iş piyasasında fazla iş gücünün istihdam edilmesi hâlâ çok zordu. Üstelik 1960’lı yılların başında tasarlanan ve kalkınma planları ile desteklenen ithal ikameci sanayi anlayışı için lokomotif olması beklenen kalifiye işçiler göç ettikleri Avrupa ülkelerinden dönmemiş, dönenler ise Türkiye’de vadedilen büyük sanayi hamlesi gerçekleşmediği için hayatlarına işçi olarak değil birer küçük esnaf olarak devam etmişti. Bu nedenle iş gücünün yurt dışına yönlendirilmesi, hem işsizlik baskısını hafifletmek hem de Türkiye’ye döviz girdisi sağlamak açısından stratejik bir çözüm olarak görülmeye devam etti.
Libya
1973 Petrol Krizi’nin ardından Almanya ve Batı Avrupa ülkelerinin işçi alımlarını yavaşlatması nedeniyle Türkiye, Avrupa dışındaki ülkelerle işçi göçü anlaşmalarını sürdürdü. Bu doğrultuda 5 Ocak 1975 tarihinde Libya ile bir iş gücü anlaşması imzaladı. Libya, özellikle 1969’da Kaddafi’nin liderliğinde gerçekleşen darbeden sonra petrol gelirlerine dayalı ekonomik reformlara hız verdi. Büyük altyapı projeleri, sanayi ve konut yatırımları nedeniyle ciddi iş gücü açığı ortaya çıktı. Kendi nüfusunun yetersizliği nedeniyle Libya, başta Türkiye olmak üzere yabancı işçilere yöneldi. Libya ile imzalanan iş gücü anlaşması, iki ülke arasındaki işçi temin sürecini ve işçi haklarını düzenlemekteydi. Libya’da çalışacak Türk işçileri, Libya iş mevzuatına tabi olmakla birlikte, işçilerin lehine olan anlaşma hükümleri saklı tutulacaktı. Türk işçileri, Libya’daki yerli ve yabancı işçilerle aynı haklardan yararlanacaktı. Anlaşma Türk işçilerin, tasarruflarını belirli oranlarda Türkiye’ye transfer edebilmelerini ve Libya’nın, Türk çocukları için Türk eğitim sistemine uygun okullar kurulmasına izin vermesini de düzenlemekteydi.
KKTC
1974 Kıbrıs Harekâtı sonrasında barış için çözüm yollarının arandığı uzun bir sürecin ardından 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurulmuştu. Ancak KKTC, yalnızca Türkiye tarafından resmen tanındı. Bu nedenle KKTC, siyasi olarak izole edilse de Türkiye ile yakın ilişkiler yürüttü ve destek aldı. KKTC, nüfusunun az olması ve bazı sektörlerde (özellikle inşaat, turizm ve tarım) kalifiye eleman eksikliği nedeniyle zaman zaman iş gücü açığı yaşamaktaydı. Türkiye’den işçi temin etmek, bu sektörlerdeki açığı kapatmayı ve ekonomik faaliyetlerin kesintisiz devam etmesini sağlamak için önemliydi. Bu nedenle 9 Mart 1987’de Türkiye ile KKTC arasında bir iş gücü anlaşması imzalandı.
Körfez Ülkeleri
12 Eylül 1980’de yeniden bir darbe yönetimiyle karşı karşıya kalan Türkiye’de darbe sonrası başa gelen yönetim, darbeden önceki dönemin Başbakan Yardımcısı olan Turgut Özal tarafından hazırlanan 24 Ocak 1980 Kararları’nı uygulamayı sürdürdü. Aynı Özal 1983 yılında iktidara gelince Orta Doğu ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini derinleştirmeyi amaçladı. Körfez ve Arap ülkeleriyle iş gücü anlaşmaları, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini artırma stratejisinin bir parçasıydı. Aynı zamanda, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin bazen gerginleştiği dönemlerde Orta Doğu ile iyi ilişkiler kurmak, alternatif ekonomik ve diplomatik ortaklıklar geliştirmek açısından önemli görüldü.
1970’lerde petrol gelirleri sayesinde Körfez ülkeleri ve Orta Doğu ülkeleri büyük altyapı ve inşaat projeleri başlattı. Katar, Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelerde mühendis, işçi ve uzman personel ihtiyacı arttı. İran-Irak Savaşı gibi bölgesel çatışmalar, bazı ülkelerde yerel iş gücünün azalmasına ve yabancı işçilere olan talebin artmasına yol açtı. İşte böyle bir konjonktürde Türkiye, 1982’de Ürdün, 1986’da Katar ile iş gücü anlaşmaları imzaladı.
2008 yılına gelindiğinde ise özellikle finansal piyasalar ve bankacılık sektörü üzerinden dünya genelinde büyük bir ekonomik durgunluğa neden olan 2008 Küresel Ekonomik Krizi ile karşı karşıya kalınmıştı. ABD’deki konut piyasasında yaşanan spekülasyonlarla başlayan bu kriz, kısa sürede tüm dünyaya yayıldı ve küresel ekonomik sistemde bir yıkıma neden oldu. Türkiye de diğer birçok gelişen piyasa ekonomisi gibi küresel krizin etkilerinden nasibini aldı. Türkiye ekonomisi 2001 yılında kendi ekonomik krizini yaşamıştı ve 2008’deki küresel kriz, 2001 sonrası dönemde önemli ekonomik reformlar yapılmasına rağmen ülke ekonomisine zarar verdi. Her ne kadar –istihdam edilen kişi sayısının da desteklediği gibi- 2008 krizinin yol açtığı konjonktürle ilgisi olmasa da o yıl içerisinde Türkiye, Kuveyt ile bir iş gücü anlaşması imzaladı. Türkiye İş Kurumu verilerine göre 1991-2012 yılları arasında 36’sı kadın, 4.410 erkek olmak üzere toplam 4.446 çalışanımız Kuveyt’te istihdam edilmişti.
Türkiye ile Kuveyt arasında 30 Mart 2008 tarihinde imzalanan iş gücü anlaşması ile her iki ülke arasında, çalışma ve istihdam ile iş gücü geliştirme alanlarında iş birliği güçlendirilecekti. Ayrıca, bu iki ülke arasında kendi vatandaşlarından oluşan iş gücünün dolaşımı ve temini kolaylaştırılmıştı. Anlaşma yalnızca iş gücünü kapsamamaktaydı. Ülkeler arasında karşılıklı ziyaretler yapılacak ve danışmalarda bulunulacak, iş yaratma ve istihdam imkanları alanında deneyim ve bilgi alışverişinde bulunulacaktı.
Bu uzun tarihsel süreç, bir tarafta Türkiye’nin iş gücü ihracıyla ekonomik zorluklarına çözüm aradığı, diğer tarafta ise Avrupa ve Orta Doğu’nun büyüyen sanayilerine ve altyapı projelerine destek talep ettiği bir ortak hikâye olarak şekillendi. Yalnızca yazılı metinlerden ibaret olmayan bu gelişmeler, nesiller boyunca sürecek kültürel, ekonomik ve sosyal bağların da temellerini attı. Max Frisch’in “Biz işçi istedik, onlar insan gönderdi.” sözüne konu olan insanlar gittikleri ülkelerde yeni bir yaşam inşa ederken aynı zamanda dilleri ve kültürleriyle yeni yerlisi oldukları toplumları etkilediler.