Almanya’da Erken Seçimler ve Müslümanların Sorumluluğu
Almanya 23 Şubat 2025 tarihinde erken seçimlere gidiyor. Müslüman seçmen, hem büyük bir sorumluluk, hem de bu sorumlulukla uyumlu bir potansiyele sahip.

Savaşların arttığı ve daha can yakıcı bir hâle geldiği, ekonomik güvensizliğin genişlediği, eşitsizliklerin toplumu kuşattığı, eğitim, konut ve istihdam alanında türlü sıkıntıların olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Ve Almanya tam da böyle bir zamanda, üstüne bir de aşırı sağcı retoriğin duvarları aşarak serpildiği bir bağlamda erken seçime gidiyor.
Bu yazının yazıldığı tarihteki anketlere göre aşırı sağcı AfD, 23 Şubat 2025 tarihinde Almanya’da düzenlenecek erken seçimlerde Hristiyan Birlik’ten (CDU/CSU) sonraki ikinci parti konumunda. Yüzde 21’lik bir oy potansiyeline ulaşması beklenen bu parti, şu anda anketlerde Alman toplumundaki her beş kişiden biri nezdinde “seçilebilir” bir parti olarak karşımızda duruyor. Yani aşırı sağ artık bir dip dalgası değil.
Bununla birlikte Avrupa’nın birçok ülkesinde senelerdir uygulanan aşırı sağa karşı siyasi tecrit politikası da yavaş yavaş çatırdıyor. Dolayısıyla İslam düşmanlığı, göçmen nefreti ve ırkçılığı parti programının temel bileşenleri hâline getiren siyasi oluşumların kendi kendine “doğru yola” gelmelerini umut etmek için elimizde yeteri kadar sebep yok. Üstelik mesele artık, tek bir partinin oy oranının düşmesi ya da yükselmesi de değil: Artık bütün bir siyasi coğrafyanın dönüştüğü bir zemindeyiz. Aşırı sağ partiler, seçmenin hayal kırıklığı ya da siyasete güvensizliğinden nemalanarak popülist çözümlerle palazlandıkça, merkez siyasetin hareket ettiği zeminin de kaydığını görüyoruz. Erken seçimler öncesinde geçmişten aldığı dersle çeşitliliği merkeze alan siyasi kültür tehdit altında. Korkunç acı ve savaşlardan kaçıp sığınacak bir yer arayan insanlar tehdit altında. Zaten her iki günde bir, farklı saldırı biçimlerinden birine maruz kalan camilerimiz tehdit altında. Tehdit altında olan şeylerin listesini uzatmak mümkün.
Bununla birlikte AfD’nin ya da herhangi bir çeşitlilik düşmanı fraksiyon ya da oluşumun etkisi kendi kendine ortadan kalkmıyor. Avrupa Parlamentosu Seçimleri’nin ardından ve Thüringen ile Saksonya eyalet seçimlerinin de gösterdiği üzere sağ söylem siyasetin içerisinde kendisine daha geniş bir etki alanı oluşturmaya devam ettikçe, sivil topluma ve bir arada yaşamı düşmanca tutumlardan uzakta inşa etmek isteyen bireylere de büyük görevler düşüyor.
Tam da burada, Almanya’da yaşayan Müslümanlar olarak, yurt olarak bildiğimiz, her türlü krizi ve istikrarı bizim üzerimizde doğrudan etkisi olan bu ülkenin geleceği için büyük bir sorumluluğumuz ve bu sorumluluğu yerine getirebilecek büyük bir potansiyelimiz var.
Göç Kökenli Seçmenlerin Göz Ardı Edilemeyecek Potansiyeli
Almanya’da yaşayan seçmenlerin sayısı ve çeşitliliği, ülkenin karşı karşıya kaldığı gelecek tasavvuru için bu potansiyeli ortaya koyuyor. Önce pek de iç açıcı olmayan verilere bakalım: Alman Uyum ve Göç Araştırma Merkezi’nin (DeZIM) yaptığı son araştırmanın bulgularına göre Almanya’da göç kökenli insanlar, göç kökeni olmayanlara kıyasla seçimlere daha az katılıyor. Dahası göç kökenli insanlar, diğerlerine kıyasla siyasi partilerin önemli politik sorunları çözebileceklerine de daha az inanıyorlar. Yine bu kesim, kendilerini herhangi bir partiyle de daha az özdeşleştirebiliyorlar.
Bu elbette mevcut siyasi partilerin, göç kökenlileri ve özelde de Müslümanları siyasi irade oluşturma sürecinin bir parçası olarak dikkate almamasıyla yakından ilgili. Birçok parti için çeşitlilik, özellikle de Müslümanların dâhil edildiği bir çeşitlilik, aday listelerinin çoğu zaman seçilmeyecek sıralarına Türkiye ya da göç kökenli isimleri yerleştirmesiyle sınırlı kalıyor. Müslümanlara yönelik ilgileri temsil etmek bir yana, insan onurunun korunmasından hareketle ırkçılığa karşı çıkmak şeklindeki anayasal zorunluluğu temsil etmek bile partiler için yüksek sesle söylenebilir bir madde olmaktan bazen çıkabiliyor.
Tüm bunlara rağmen, Almanya’da yaşayan Müslümanlar olarak sahip olduğumuz sorumluluğu anlamlı kılan bir gerçeklik de var: 23 Şubat’ta Almanya Federal Seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olan insanların yüzde 13’ü bir göç kökenine sahip. Bu yüzde 13’ün içindeki yüzde 25’i ise Türkiye, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan gelen, dolayısıyla çoğu Müslüman olan insanlar.
Dolayısıyla genelde göç kökenli seçmen, özelde ise Müslümanların seçim davranışı, görmezden gelinebilecek bir fenomen değil.
Zor Bir Soru: Hangi Parti Seçilebilir Durumda?
DeZIM’in araştırması başta Almanya’daki Türkiye kökenli insanlar için en önemli sorunların ekonomi, enflasyon ve sosyal birliktelik ile siyasete güvenin geldiğini ortaya koyuyor. Bu araştırmanın sonuçları, Türk seçmen nezdinde aşırı sağcılığın da önemli bir sorun olarak algılandığını gösteriyor. Yine Orta Doğu’daki çatışmalar da göç kökenli insanlar nezdinde, (diğer seçmenlere kıyasla) daha fazla önemseniyor.
Hâlihazırda Müslümanlar ya da göç kökenlilerle doğrudan ilgili olmayan politik ilgisizlik ve siyasi partilerin büyük sorunları çözemeyeceğine duyulan inanç, Müslümanları oy vermekten alıkoymamalı. Tam da burada birçok Müslüman, özellikle de gençler için şu soru ortaya çıkıyor: “Almanya’da gönül rahatlığıyla seçebileceğimiz bir parti var mı?”
Gerçekten de 7 Ekim sonrasında Almanya’daki siyasi partilerin Filistinlilere uygulanan korkunç katliamlar, insan hakları ihlalleri ve hatta soykırım karşısındaki dayanışma yoksunluğu ve bu katliamları mümkün kılan silahların gönderilmesi Müslümanların parti tercihlerini büyük oranda etkiliyor.
Yine de yerleşik partilerin seçim programlarındaki kabul edilemez ifadeler, Gazze sürecinde ve öncesinde oluşan politik ilgisizlik, tedirginlik ve soru işaretleri bizi mutedil ve makul düşünmekten alıkoymamalı. Seçimlerde oy kullanmayı, bir protesto olarak değil, uzun vadeli bir siyasi irade ile bu ülkenin, ülkemizin şekillenmesinin belki ilk adımı olarak düşünmekte fayda var.
Müslüman seçmenin siyasi pusulasının, sözde muhafazakâr değerleri savunduğunu iddia eden ve göç kökenliler arasında “eski göçmenler/yeni göçmenler” gibi bir hiyerarşi oluşturarak oy toplamaya çalışan bir partiyi seçmeye imkân vermeyeceğini de söylemekte fayda var. Müslüman seçmenin bu tuzağa düşmeyeceği ve Almanya’nın demokratik kazanımlarını geriye çevirebilecek partilere teveccüh göstermeyeceği herkesin malumu.
Potansiyeli Ortaya Koymak, Sorumluluk Üstlenmek
Bulunduğu ülkelerde kurumsallaşan, kamusal aktörlerle daimî iletişim içerisinde olan ve bu karşılaşmalardan da derin bir siyasi okuryazarlık elde eden Müslüman bireyler olarak, siyasi partilerin işlevinin iki temel başlık altında incelenebileceğini biliyoruz: Siyasi partiler, toplumu oluşturan bireylerin ilgilerini ifade ederler ve bu ilgileri bir buket hâlinde temsil ederler.
Neredeyse bütün partiler, Müslüman seçmen söz konusu olduğunda bu temel işlevlerini ihmal ettiğinde ise Müslüman seçmene büyük bir sorumluluk düşüyor. Toplumu oluşturan bireyler olarak siyasetin bir gün belki bizim ilgilerimizi tesadüfen fark edip bunları tam da bizim istediğimiz şekilde demokratik mekanizmalarda temsil etmesini beklemek çok naif bir düşünce olur. Bu ilginin temsilini sağlamak ve böylece arkamızdan gelen nesillere Müslümanların da dâhil olduğu bir toplumsallık miras bırakabilmek adına en başta seçimlere katılmak ve sahip olduğumuz potansiyelin önce kendimiz farkına varmak durumundayız.
Bununla birlikte Almanya’da yaşayan biz Müslümanların tek meselesi, göç politikaları ya da aşırı sağ tehlikesi değil. Almanya’yı ve burada yaşayan 84 milyon insanı ilgilendiren her mesele, Müslümanların da meseleleri. Ukrayna’daki savaş, enerji krizi, emeklilik yaşı, konut piyasasındaki sorunlar, işsizlik, artan suç oranları; bunların tamamı ve daha fazlası Müslümanları da ilgilendiriyor. Hatta bu konular kırılgan bir grup olan Müslümanları belki çoğunluk toplumundan da fazla ilgilendiriyor.
Almanya’nın geleceği, yalnızca aşırı sağ ya da ırkçılık karşısında tehlikede değil. Ülkenin geleceği konusunda tek kırılgan grup Müslümanlar da değil. Tam tersine, bu gemide toplumun tamamıyla bir aradayız. Bu sorumluluğu yerine getirmek, siyasal katılımı noktasal olarak “sandık”la sınırlamamak ve ülkenin geleceği için toplumsal iradenin güçlenmesine katkıda bulunmak Müslümanlar için tarihî bir sorumluluk.
Bugün artık seçimlere katılımı tartıştığımız bir noktayı çoktan aştık. Almanya’daki Müslüman cemaat için artık siyasi irade oluşumuna katılma noktasındayız. Seçim, toplumsal irade oluşma sürecinin bir parçası, ama tamamı değil.
Demokratik katılım ve toplumsal iradeyi birlikte güçlendirmek yalnızca oy kullanmakla gerçekleşmez. Bu katılım yollarından yalnızca biridir. Yerel, eyalet ve federal düzeyde demokratik mekanizmaların tabii birer parçası olmak için kat edilmesi gereken yol çok. Müslüman seçmenler bu yolda yürüme isteğini, seçimlerdeki katılımıyla gösterecek. Bu sinyali alıp yorumlayıp kendine çeki düzen vermek ve Müslüman seçmenin kaybolan güvenini yeniden kazanmak için çalışmak ise siyasi partilerin sorumluluğunda olacak.