Özgür Özvatan: “Almanya’da Demokratik Merkez Giderek Güven Kaybediyor”
Dr. Özgür Özvatan, Berlin Empirik Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Enstitüsü (BIM) Başkanı ve siyaset sosyolojisi alanında uzman. Önümüzdeki haftalarda “Her Oy Önemlidir – Siyasi Bir Güç Olarak Göç Kökenli Almanlar” başlıklı kitabı ("Jede Stimme zählt Von Demokraten unterschätzt, von Populisten umworben: migrantische Deutsche als politische Kraft") çıkacak olan Özvatan ile göç kökenli seçmenin siyasi katılımını konuştuk.

Sayın Dr. Özgür Özvatan, hoşgeldiniz. Son altmış yılda Almanya’daki göç kökenli insanlar, çoğunlukla olumsuz bağlamlarda sıkça konu edildi. Erken seçimlere giden Almanya’da göç kökenli seçmen “oyun değiştirebilecek” bir güç mü sizce? Bu seçmen grubuyla ilgili veriler bize ne söylüyor?
2009’dan itibaren Almanya’da dinamik bir göçmenleşme süreci yaşanıyor. Bu durumu göç verileri de ortaya koyuyor. Almanya küresel göçün merkezî oyuncularından biri hâline geldi. Birçok insan Almanya’dan göç ederken, çok daha fazla insan Almanya’ya göç ediyor. Bu ülkedeki refahımızı sürdürülebilir bir şekilde güvence altına alabilmek için daha fazla göç almaya ihtiyacımız var.
Misafir işçi göçü ve yeni göç, doğal olarak göç kökenli seçmenlerin oranını da artırıyor. 2000 sonrası, yani vatandaşlık reformundan sonra doğan insanlar, Almanya’danın göçmenleşmesine yeni bir faktör daha ekledi. Bu dönemde doğanlar 2020’li yıllarda seçme yaşına girdiler. Yani sorunuza dönecek olursak, evet, göç kökenli Almanlar seçimlerde şu anda yüzde 15’in üzerinde bir oranla oyunu değiştirebilirler. Bu kesim 2029 ve 2033 yıllarındaki gelecek Federal Meclis Seçimlerinin sonucunda kaçınılmaz şekilde belirleyici olacak.
“Toplumun İsrail’e Silah Göndermeme Talebi, Partiler Tarafından Karşılanmıyor”
Almanya’daki göç kökenli seçmenlerle ilgili verilerde doğrudan söylenmeyen ne dikkatinizi çekiyor? Örneğin birinci kuşak göçmenler ile sonraki kuşaklar arasındaki siyasi tercihler nasıl değişiyor?
Şu an için verilerden kesin olarak çıkaramadığımız şey, Orta Doğu’daki çatışmaların seçim gününde nasıl bir rol oynayacağı. Bir yandan anketlerde bu etki doğrudan ölçülemiyor, diğer yandan da Almanya’da aşırı sağcı İsrail hükûmetine yönelik eleştirinin baskılanması verilerde çarpıtmalara da yol açabiliyor. İnsanlar bu tür durumlarda anketlerde genellikle olumsuz sonuçlardan kaçmak için sosyal olarak istenen cevapları veriyorlar.
Filistinlilerin acısı, Netanyahu hükûmetinin orantısız askerî cevabı ve Almanya’nın İsrail’e silah sevkiyatı gibi konularda pozisyonlar üreten yeni partiler ortaya çıktı. Almanya’da nüfusun yüzde 60’ından fazlası İsrail’e silah gönderilmesine karşı. Bu konuda açık bir talep olduğu görülüyor ve bu talep SPD, Yeşiller, FDP ve Hristiyan Birlik Partileri tarafından karşılanmıyor.
Yeni kurulan partilerin Federal Meclise girip giremeyeceği ise belirsiz. Kararını bu konular üzerinden verecek seçmenler, parlamentolardaki mevcut partiler arasında bu sorulara uygun olan partiyi arayabilir. Kamuoyuna yönelik iletişimde bu tutumu en güçlü şekilde sergileyen parti ise BSW. Onu, bu konuda parti içi tartışmalardan sonra yeni ve daha net bir şekilde pozisyon alan Sol Parti izliyor. İlginç bir şekilde BSW ve Sol Parti, göç kökenli insanlardan, göçmen kökeni olmayan insanlara kıyasla daha fazla destek alıyor.
“AfD Göçmen Kökenliler Arasında Daha Düşük Seviyede Olsa da İlgi Görüyor”
Türk kökenli seçmenlerin son zamanlarda AfD’ye yönelik bir sempati gösterdiği iddia ediliyor. AfD Türk kökenli seçmenler için bir “alternatif” olabilir mi gerçekten de?
Evet, bu doğru ve özellikle Türk kökenlilerin analitik ve dijital dünyadaki faaliyetlerinde de bu durum kendisini kimi zaman gösteriyor. Bazı Türkler AfD’nin yerel faaliyetlerine katılıyorlar ve bu kişilerin Türk kökenli olup AfD’ye destek vermeleri büyük dikkat çekiyor.
Göç kökenli insanlar arasında AfD’yi seçme potansiyeli, MENA bölgesinden, yani Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinden gelen grubun içinde en düşük düzeyde. AfD’ye destek oranı ortalama olarak yüzde 23 civarındayken MENA bölgesinden gelenlerde bu oran yüzde 19, eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelenlerde yüzde 29 bandında seyrediyor. Almanya Entegrasyon ve Göç Araştırma Merkezi’nin (DeZIM) yeni çalışması bize bu verileri sunuyor.
Bu tür “meydan okuyucu” partiler, her zaman anti-elitizm söylemiyle bir avantaja sahip olurlar, çünkü bu partilere bağlılık da parti “seçilebilir” olduğu dönemde özellikle yoğunlaşır. Bu da bu partilerin destekçilerinin özellikle yüksek sesle ve güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına neden olur. Bu etkileri Türk kökenlilerde gözlemleyebiliriz. Küçük bir azınlık olmalarına rağmen, özellikle yüksek sesle ve fazla görünür oldukları için ilgi çektiklerini söyleyebiliriz.
Peki Almanya’daki Türk kökenli ya da genel olarak göçmen kökenli seçmenler için “seçilebilir” bir parti var mı? Yoksa göç kökenli seçmenler için siyasi arenada bir temsil boşluğu mu var?
Seçmen potansiyeli genelde demokratik merkeze doğru eğilimlidir. Neredeyse hiç kimse, demokratik siyasi merkez partilerini seçmeyi tamamen dışlamaz. Bu, göç kökenli insanlar için de geçerlidir. Almanya’da en büyük potansiyeli de SPD ve CDU taşır; tıpkı göçmen kökeni olmayan insanlarda olduğu gibi. Fakat bu durum, seçmenin sadece hangi partileri göz ardı etmeyeceğine dair bir cevaptır. Yani seçmenin bu partilere gerçekten oy verip vermeyeceği, daha ziyade güncel politik olaylara bağlıdır. Bu nedenle, seçmenlerin tatminsizliği ve demokratik merkeze dair güven kayıpları, onları “meydan okuyucu” olarak isimlendirilen partilere yönlendirebilir.
AfD Federal Seçimlerden ikinci en güçlü parti olarak çıkarsa, Almanya ne tür bir dönüm noktası yaşar sizce?
Açıkçası bu sorunun cevabı demokratik merkezde. Ancak demokratik merkez giderek daha fazla güven kaybediyor ve halkın acil sorunlarına çözüm yeteneği sorgulanıyor. Ayrıca seçmen nezdinde cevap bekleyen önemli konuların yanlış anlaşılması da bir sorun. İnsanlar anketlerde en büyük endişe olarak enflasyon ve konut piyasasındaki sorunları belirtirken, Almanya’daki seçim kampanyası, histerik bir göç politikasıyla yönlendiriliyor. AfD, tek bir konuya odaklanan bir parti olarak bundan ancak memnuniyet duyabilir, zira bu partinin siyasi profili yalnızca “anti-göç”ten ibaret. Buna karşın demokratik merkez de seçim kampanyasında anti-göç politikası yürütüyor ve bu durumdan en çok aşırı sağcı AfD faydalanıyor. Bu, demokratik partilerin stratejik bir başarısızlığı.
Aşırı sağcı partilerin son zamanlarda göçmen seçmene yönelik artan bir ilgisi de var. Sizce bunun nedeni ne?
Buradaki strateji iki yönlü. Aşırı sağcılar bir yandan kendilerini sivil toplum yanlısı olarak tanıtmak istiyorlar. Diğer yandan da göçmenlere yönelik bir strateji izlemeleri gerektiğini çok erken bir sürede anladılar. AfD’nin göçmenleşmiş bir toplumda, yüzde 30’luk bir eşiği göçmenler olmadan geçmesi imkânsız. Bu nedenle hem analog hem de dijital dünyada göçmen topluluklarına yönelik çok zeki ve profesyonel bir yaklaşım benimsiyorlar. “İyi” ve “kötü” göçmenler arasında ayrım yapıyorlar. Bu, eskiden gelenleri, yeni gelenlere yönelik göçmen karşıtı görüşlere çekmek için akıllıca bir strateji.
Bu kötü oyun, toplumsal uyumu büyük ölçüde tehdit ediyor. Ancak bu kötü oyun ancak demokratik merkez partileri sayesinde sürdürülebiliyor. Demokratik merkez partileri, topluluk temelli bilgiyi partilere profesyonelce entegre edemedi ve mantıklı bir topluluk iletişimi yapamadılar.
“Almanya’da Kamusal Tartışmalar, Çoğulculuğa Karşı Çıkış ile Domine Edilmiş Durumda”
Göç kökenli insanlar sadece seçmen olarak değil, aynı zamanda parti kurucusu olarak da son zamanlarda siyasi arenada aktifler. Almanya’da bir göçmen partisinin başarılı olması mümkün mü, yoksa bu bir ütopya mı?
Demokratik partilerin “göç sonrası” (post-migrant) topluluklara profesyonel ve makul bir şekilde hitap etmedeki başarısızlığı, yakında ciddi bir “göç sonrası” partinin ortaya çıkacağının da göstergesi. Göç sonrası bir profile sahip ilk partiler hâlihazırda oluşmuş durumda. Birçok kişi, bu ilk adımlarında parlamento seçimlerinde başarılı olamayınca bunu başarısızlık olarak görüyor. Ancak aslında bu aşama, profesyonelleşme ve birleşme aşaması olarak görülmeli.
2029 yılındaki Federal Meclis Seçimlerinde tahminen yüzde 30’luk seçmen kitlesiyle “göç sonrası” profilinde olan bir parti, sadece göç kökenli Almanların yarısına ulaşarak, bir de buna kendilerini “post-migrant” ve “göçmen olmayan” olarak tanımlayanları de dâhil ederek, potansiyel bir koalisyon ortağı olabilir.
Peki göç kökenlileri de dikkate alan ve “göç sonrası” bir profili olan bu tarz bir parti Almanya’daki siyasi manzaraya ne tür bir katkı sağlar?
Bu parti, parti içi rekabeti temelden dönüştürebilir. Alman kamusal tartışmaları şu anda, çoğulculuğa karşı çıkış ile domine edilmiş durumda. Bu durum yaşlanan ve küçülen Alman toplumu için işlevsiz bir şey. Çoğulculuğa koşulsuz şekilde açık olan bir siyasi paydaşın varlığı bu işlevsizlik için bir çözüm olabilir. Böyle bir parti, politik kamuoyunu ve ön-politik alanı dengelemeyi vadedebilir. Şu anda, anti-demokratik AfD, demokratik merkez partilerine manyetik etkiler yaratıyor. Geçmişimiz bize bunun nereye gidebileceğini öğretiyor.