Marine Le Pen Kimdir? Babasının Gölgesinden Elysée Sarayı’nın Eşiğine
Jean-Marie Le Pen’in mirasını devralan kızı Marine Le Pen, "normalleştirme" stratejisi ile partisini ilk sıralara taşıdı. Şimdi ise yolsuzluk suçlamaları, hapis cezası ve seçilme yasağıyla karşı karşıya. Fransız aşırı sağının lideri için bu bir son mu, yoksa siyasetteki yolculuğu hâlâ devam ediyor mu?

Fransa, aşırı sağ parti Ulusal Birlik’in (fr. Rassemblement National) önde gelen ismi ve 2027’de gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki doğal adayı Marine Le Pen’e kamu fonlarının kötüye kullanımı nedeniyle verilen seçilme yasağını konuşuyor. Yasağın sonuçlarını ve Le Pen’in geleceğini tartışmadan önce filmi başa saralım: Fransız siyasi yelpazesinin en sağını temsil eden 70 yıllık bir hikayenin mirasçısı olan Marine Le Pen kimdir?
Jean-Marie Le Pen’in Kızına Devrettiği Siyasi Mirası: Ulusal Cephe
Fransız siyasetinin bir dönem en nefret edilen soy ismi olan “Le Pen”, bugünlerde yapılan anketlerin sonuçlarına göre, iki yıl sonra yapılacak seçimler için cumhurbaşkanı adaylarının başında yer alıyor. Hatta blok bir seçmene sahip ve daha da taban kazanmak isteyen Le Pen dışında şimdiden aday olacağı bilinen başka bir aday da yok(tu). Peki Fransa’da bir dönem hakaret olarak kullanılan “Le Pen” ifadesi, bugün anketlerin ilk sırasına nasıl yerleşti? Bu soruyu Marine Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen’den bahsetmeden cevaplamak pek mümkün değil.
Marine Le Pen’in selefi olan babası Jean-Marie Le Pen geçtiğimiz ocak ayında 96 yaşında yaşamını kaybetmişti. Hukuk eğitimi alan Jean-Marie Le Pen, gençlik yıllarında orduya katılıp Fransız-Vietnam savaşına katılan bir isim. Ama Le Pen’in hafızalarda kötü bir şekilde yer almasına sebep olan ve adını duyurduğu ilk olaylar, 1950’lerin sonunda Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında yaşandı. Cezayir’in bağımsız olmasını engellemek amacıyla Fransız ordusunda görev yapan Le Pen, Cezayir’deki görevi boyunca su ve elektrik kullanarak yaptığı işkenceler ile tanınıyordu. Genç bir milletvekili iken Ulusal Meclisten özel izin alarak Cezayir’e savaşmaya giden baba Le Pen, 1962’de Combat gazetesine verdiği bir söyleşide bütün yüzsüzlüğü ile “İşkence yaptık, çünkü yapılması gerekiyordu.” diyecekti. Hatta o dönemde Fransız askerlerinin işkence yaparak ölmesine sebep olduğu Ahmed Moulay’ın evinde unutulan bir bıçağın üzerinde baba Le Pen’in isminin olduğu, bıçağın ona ait olduğu ortaya çıkmıştı.
Bu kanlı ve hesabı sorulmayan eylemlerin ardından Fransa’ya dönen Jean Marie Le Pen bir süre farklı aşırı sağ gençlik hareketlerinde gezindikten sonra 1972’den itibaren “yuvası” olacak Ulusal Cephe adlı partinin (fr. Front National) kuruluşunda yer aldı ve 2011 yılında başkanlığı kızı Marine Le Pen’e devredene kadar da bu partiyi yönetti. Bu süre zarfında ekonomik olarak üst sınıfta olanlara hitap ederek başladığı siyasi kariyerinde işçi sınıfı içinde küçük bir kısımda da kök salmayı başardı. Baba Le Pen’in siyasetini tanımlamak için birçok olumsuz kelime kullanabiliriz: Yahudi karşıtı, Müslüman karşıtı, İslamofobik, göçmen düşmanı ve benzerleri. Özellikle Fransa’daki Afrika kökenli göçmenlere karşı yabancı düşmanlığını körükledi ve eski maden ve çelik bölgelerinde yaşayanların sıkıntıları üzerinden siyasal kazanç sağlamaya çalıştı.
Baba Le Pen beş kez cumhurbaşkanı adayı oldu ve yüzde 0,75 ile yüzde 17 arasından değişen oylar aldı. Yalnızca 2002 seçimlerinde ikinci tura kalabildi. Ancak Jean-Marie Le Pen’in siyasi kariyerinin zirvesi olan bu seçimde rakibi Jacques Chirac, Beşinci Fransız Cumhuriyeti (1958’den günümüze) tarihinin en yüksek oyu ile Fransa Cumhurbaşkanı seçildi. Fransız seçmen, Le Pen’in riyasetindeki aşırı sağı Elysée Sarayı’na taşımamıştı. Partisi Ulusal Cephe ise onun döneminde 1986 seçimlerinde 35 milletvekilini Ulusal Meclise sokması dışında ya hiç sandalye kazanamadı ya da bir vekil ile parlamentoda temsil edilebildi. 1986 yılındaki koltuk kazanımı, aslında istisnai bir sonuçtu çünkü bu seçimde iki turlu olarak yapılan yasama seçimleri ilk kez tek turlu olarak denendi. Bu seçim dışında Fransa’da hep iki turlu yasama seçimleri yapıldı ve her seçimde ikinci tura kalan aşırı sağ Ulusal Cephe adayına karşı merkez partiler diğer adayı destekledi. Tıpkı 2002 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Jean-Marie Le Pen karşısında halkın yüzde 82’sinin Chirac’ı seçmesi gibi.
“Aşırı sağa karşı siyasi tecrit” şeklinde Türkçe’ye çevirebileceğimiz bu stratejiye Fransa’da tıbbi anlamda karantina uygulamaya denk gelen “cordon sanitaire” adı veriliyor. Bu strateji ile Ulusal Cephe ve Jean-Marie Le Pen uzun bir süre siyasi alanın dışında tutulabildi. Ancak 2011’de babasının mirası olan partiyi devralan Marine Le Pen partinin adını ve birazcık da çizgisini değiştirerek siyasetin merkezine yerleştirmeye çalıştı ve bunu kısmen de başardı.
2000’li yıllarda Jean-Marie Le Pen’in en küçük kızı Marine’in onun yerini alması bekleniyordu. 2010 yılında medyaya konuşan Jean-Marie Le Pen sonraki kongrede aday olmayacağını belirtti ve 2011 kongresinde Bruno Gollnisch’e karşı yarışan kızı Marine kazandı. Böylece Marine Le Pen, Ulusal Cephe’nin yeni başkanı oldu.
Le Pen Hanesinde Dünyası Şekillenen Marine
Marine Le Pen politikaya giriş tarihi ve yeri sorulduğunda doğduğu gün ve yeri söylüyor: “5 Ağustos 1968, Neuilly-sur-Seine’de”. Jean-Marie Le Pen’in kızı olarak aslında doğduğu gün politikaya başlamıştı. Siyasetin kendisine dayatıldığını dile getiren Le Pen şöyle diyecekti: “Jean-Marie Le Pen’in kızı iseniz, size sorular sorulur. Onu savunmak zorunda kalırsınız. Onun söylediklerinden ya da hakkında söylenenlerden etkilenirsiniz.”
Marine Le Pen’in çocukluğu annesinin ifadesi ile “sert ve saf bir ırkçılık” içinde geçti. Annesi Pierette Le Pen’in bir röportajında anlattığı üzere televizyonda Hitler’i gördüklerinde baba Jean-Marie Le Pen kızlarına televizyonu göstererek “Dolfi Amca” diyerek şakalaşırmış. Karl Zero‘nun yayınladığı bu röportajın video kaydı daha sonra aile tarafından mahkemeye verilerek internet ortamından silinecekti.
Irkçılıkla büyütülen Marine Le Pen, çok genç yaşlarında babasının partisine katıldı ve onun kampanyalarında çalıştı. Üniversite eğitimini Fransa’nın meşhur sağcı hukuk okulu Université Pantheon-Assas’da aldı ve burada ceza hukuku alanında yüksek lisansını yaptı. Bir yıl sonra ise avukatlık ruhsatını alarak Paris Barosu’na kaydoldu. Başarısız sonuçlanan iki adaylık girişiminin ardından ilk kez 1998 bölgesel seçimlerde Nord-Pas-de-Calais’de bölge konseyine seçildi. Medyanın ilgisini ise asıl 2002’den itibaren çekmeye başladı. 2002 yılında babasının cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura kaldığı ve Ulusal Cephe tarihinin en yüksek oyunu aldığı yıldı. Tam da bu yıl Marine Le Pen uzun sarı saçları ile televizyon tartışmalarında boy göstermeye başladı. Fransızların ona dair en eski televizyon anısı muhtemelen 2002 yılında o dönem bakan yardımcısı olan Jean-Luc Mélenchon ile tartıştığı yayındır.
“Akıntıya Karşı” Yüzen Marine, Baba Le Pen’i Geride Bıraktı
Aynı yıl gerçekleşen yasama seçimlerinde Pas-de-Calais ilinden aday oldu, ikinci tura kalmayı başarsa da kaybetti. Seçimi kaybettiği halde kendini topluma sunmuş ve şöhret kazanmıştı. 2002 sonrasında partinin bir imaj değişimiyle siyasi meşruiyetini sağlamasından (fr. dédiabolisation politique) yana oldu. Kürtaj gibi konularda partinin sert çizgisini benimsemedi, buna bütünüyle karşıt olmadığını ifade eden açıklamalar yaptı. 2004 yılındaki Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde AP’ye giden dört Ulusal Cephe üyesinden birisi oldu ve 2022 yılına kadar buradaki koltuğunu korudu.
Özellikle 2000’li yıllarda Marine Le Pen partinin “vitrininin temizlenmesi” ve “normalleşmesi” gerektiğini anlamıştı. Babasının “Provoke etmek parti için iyidir.” mottolu yaklaşımına karşı bir tavır aldı. Özellikle 2005 yılında Jean-Marie Le Pen‘in aşırı sağ bir medya organına verdiği söyleşide “Alman işgali o kadar da insanlık dışı değildi.” minvalinde cümleler kurması bir krizi beraberinde getirdi ve Marine Le Pen partinin ön planında olmaktan bir süreliğine vazgeçti. Babası ise onun bu tavrına “Marine çok iyi ama onun siyasi meşruiyet kazanma stratejisi bize hiçbir şey getirmedi.” diye cevap verecekti. O yıllarda bir otobiyografi yazan Marine, “Akıntıya Karşı” adını verdiği kitabında aslında babasından farklı pozisyonlara sahip olduğu ve ona nazaran daha “normal” olduğunu vurguluyordu. İsminin anlamı “denize dair” olan Le Pen siyasi duruşunu da deniz kavramları ile ifade ediyordu. Özellikle babasının “gaz odalarının İkinci Dünya Savaşı tarihinde bir detay” olduğu gibi antisemitik açıklamalarının karşısında olduğunu da bu kitapta ilan etmişti.
Marine Le Pen babasından farklı düşündüğünü sürekli vurgulasa da onun mirasını reddetmedi. 2011 yılına geldiğimizde babasının da kısmi desteği ile Ulusal Cephe kongresini yüzde 67 oyla kazandı ve partinin başına geçti. Partinin başına geçince uzun zamandır arzu ettiği, partiyi kitleler ile buluşturmak için normalleştirme stratejisini yavaş yavaş yürürlüğe koydu. Babasının beş kez girdiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı en yüksek oy oranı olan yüzde 17’yi o girdiği ilk seçimde 2012 yılında yakaladı.
2015 yılına geldiğimizde -artık partinin onursal başkanı olan- babasının yeniden sarf ettiği “Gaz odaları tarihteki bir detaydır.” sözlerinin ardından onun artık kurtulunması gereken bir “ayak bağı” olduğunu görerek hakkında disiplin soruşturması dahi açtı. Partide reforma öncülük ederek onursal başkanlık makamını kaldırılmasını destekledi ve bu sürecin sonunda Jean-Marie Le Pen kendi kurduğu partiden bizzat kendi kızının girişimi ile ihraç edildi. Baba Le Pen olayı mahkemeye taşısa da mahkeme ihraç kararını onayladı.
Marine Le Pen Liderliğindeki Kısmi Normalleşme
2017’deki seçimler yaklaşırken Marine Le Pen partisinin geçmişini unutturmaya çalışıyordu. Hatta 2016 yılında başlattığı cumhurbaşkanlığı kampanyasında Ulusal Cephe’nin logosu olan üç renkli (Fransa’nın renkleri: mavi, beyaz ve kırmızı) alevi değil de mavi bir gülü logo olarak kullanacaktı. Bu küçük değişiklik ile Marine Le Pen kendisini “özgür bir kadın, bir anne, bir Fransız kadını” olarak sunarak kadın seçmenleri hedefliyordu. Kampanyasının sloganı da “Marine, Cumhurbaşkanı” (fr. Marine, Présidente) idi. Bu sayede, soyadını kullanmayarak Jean-Marie Le Pen’in kızı olmanın ötesinde bir insan olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bu süreçte partinin geleneksel pozisyonlarının dışına çıkan açıklamalar yaparak çalkantılı tarihini de unutturma çabası içindeydi. “Neo-nazi” olarak bilenen grupları ve kişileri partinin vitrininden uzak tutmak, partinin geleneksel olarak homofobik olan tavrını değiştirmeye çalışıp eş cinsellerden oy istemek ya da “İster erkek ister kadın, ister heteroseksüel ister homoseksüel, ister Hristiyan, Yahudi, Müslüman ya da inançsız olalım, her şeyden önce Fransızız!” söylemleri bu dönemde geldi. Tabi bu “Fransız” olmak ifadesinin içinde hâlâ çok net bir aşırı sağcı yaklaşım vardı, Le Pen yumuşak konuşsa da partinin aktiviteleri sürekli olarak bu iddianın tersi göstergeler veriyordu. Bunlarla beraber partisini de profesyonelleştirme yolunda adımlar attı. Özel sektörde başarılı olmuş isimleri partisine katarak yoluna devam etti. Kampanyası boyuna hem küçük köyleri hem de büyük şehirleri içeren ve “unutulmuşların Fransası” adını verdiği bir rotada gezdi.
2017’deki adaylık süreci Marine Le Pen’i iktidara taşımadı ama bu yolda bir adım öteye götürdü. Oyunu bir önceki seçime göre arttırarak Fransa siyasetinin genç figürü Emmanuel Macron ile ikinci tura kaldı. 2002’de babasının ikinci turda aldığı oyu ikiye katlayarak yüzde 33 oy aldı. İki ay sonra gerçekleşen yasama seçimlerinde ise Ulusal Cephe üçüncü parti oldu ancak iki turlu yasama seçim sisteminde ikinci turda aşırı sağa karşı yapılan baraj ile sadece 8 milletvekili ile Ulusal Mecliste temsil edilebildi. Bu arada Le Pen, 2018 yılında partinin adını da değiştirmeye karar verdi. Parti, militarist bir çağrışımı olan “Ulusal Cephe” yerine “Ulusal Birlik” (fr. Rassemblement National) adını aldı ve 2019’daki Avrupa Seçimlerinde yüzde 23 ile en çok oy alan parti oldu. Bu arada partinin geleneksel olan AB karşıtı çizgisini de yumuşatmış ve “Ulusların Avrupası” adı verilen daha milliyetçi bir AB vizyonunu savunmaya başlamıştı. Siyaseten başarı elde etse de bu yumuşama stratejisine karşı parti içinde çatlak sesler çıkıyordu. Örneğin, yeğeni Marion-Maréchal Le Pen ya da uzun yıllar beraber siyaset yaptığı Florian Philippot partiden ayrılmıştı. Bu krizler yaşanırken parti yerel seçimlerde başarı elde demedi ve 2022 seçimlerine giden yolda Marine Le Pen, karşısında bir de kendini yumuşak olmakla suçlayan “aşırı sağdan daha sağ” Eric Zemmour gibi bir aday varken kampanyasına başladı. Bu sırada parti başkanlığı görevini 1995 doğumlu “temiz yüzlü” genç Jordan Bardella’ya bırakarak Cumhurbaşkanlığı kampanyasına odaklandı. Bardella’nın Ulusal Birlik’in yeni yüzü olması da “normalleşme” stratejisinin bir parçasıydı.
Göç konusundaki tavrı, konut ve istihdamda Fransızlara öncelik tanıma gibi politikaları hâlâ aşırı sağ çizgide kalsa da Ulusal Birlik’in liderliğini yapan Le Pen, daha ılımlı ve popülist bir imaj yansıtmaya çalışıyor. Marine Le Pen, bu nedenle sosyal medyada sık sık kedileriyle birlikte görünüyor. Bu tutkusu, son cumhurbaşkanlığı seçiminde kamuoyuyla paylaştığı bir yönüydü ve imajını yumuşatmaya katkıda bulundu. Hatta, bazı yavru kedilerini meclisteki diğer milletvekillerine verdiği, hatta onları sahiplenmek isteyenler için bir bekleme listesi oluşturulduğu belirtiliyor.
Rus Finansmanı Suçlamaları Gölgesinde 2022 Seçimleri
Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanırken Avrupa’yı derinden sarsan bir başka olay oldu: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali. 2022 yılının şubat ayında Rusya, Ukrayna’da işgal başlatınca Avrupa’da bir Rusya karşıtı hava esmeye başladı. Bu anti-Rus rüzgar Marine Le Pen’in gemisine de zarar verdi. Le Pen’in Vladimir Putin rejimiyle olan yakınlığı gündeme geldi. 2014’de partinin yaşadığı finansal sıkıntılardan kurtulmak için Le Pen, Rus bankalarından toplamda 11 milyonu avroyu bulan iki kredi almıştı. Putin rejiminin Avrupa’daki aşırı sağ partilere verdiği destek Avusturya gibi başka ülkelerde de ortaya çıkarken Le Pen, Rus yanlısı olma suçlamaları ile karşı karşıya kaldı. 2022 seçimlerinde rakibi olan Emmanuel Macron, defalarca Le Pen’in “bankacısı”nın Putin olduğunu dahi söyledi.
Ancak medyatik olan bu tartışmaya ve partisindeki gelenekselci kanada rağmen Le Pen 2022 seçimlerinde kayda değer bir başarı elde etti. İlk turda yüzde 27, ikinci turda yüzde 41 oy aldı. Bu kez seçilemese de seçilmeye artık çok yakın olduğunun bilincindeydi. İki ay sonra gerçekleşen yasama seçimlerinde milletvekili adayı oldu ve partisinin 8 olan milletvekili sayısını 89’a çıkardı. Muhakkak ki bu seçim başarısı yalnızca Le Pen’in başarısı değil aynı zamanda Fransa’daki merkez siyasetin başarısızlığıydı. Geleneksel partiler olan merkez sol Sosyalist Parti ve merkez sağ Cumhuriyetçiler’in cumhurbaşkanı adayları bu seçimlerde büyük bir yenilgiye uğradı.
Le Pen iki yıl boyunca Ulusal Mecliste partisinin grup başkanlığını yürüttü ve bu süreçte emeklilik yaşının yükseltilmesi nedeniyle halktan tepki çeken “Emeklilik Reformu” gibi bir çok yasaya karşı siyaset yaptı. 2024’e geldiğimizde haziran ayında yapılan Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde, Ulusal Birlik yüzde 31 oy alarak Cumhurbaşkanı Macron’un partisi Rönesans’ın aldığı oyu ikiye katladı. Sonuçlardan memnun olmayan Macron bir demokratik kriz olduğunu ileri sürerek yasama seçimlerini yenileme kararı aldı. Böylece Fransa Haziran-Temmuz 2024’te yeniden yasama seçimlerine gitti.
Le Pen’in Başarısı mı, Macron’un Başarısızlığı mı?
Emmanuel Macron‘un Ulusal Meclisi feshinin ardından yapılan seçimlerde Le Pen daha büyük bir başarı elde etti. Ancak aşırı sağ tehdidinin yakınlığını gören sol partilerin birleşerek Yeni Halk Cephesi (NFP) adlı ittifakı oluşturması Le Pen’in mecliste çoğunluğu elde etmesini imkansız kıldı. Ancak bu seçimlerde Marine Le Pen de kitlesini genişletti. Cumhuriyetçiler partisinin lideri Eric Ciotti, Le Pen ile ittifak yapılmasını önerdi ancak partisi kabul etmedi. Bunun üzerine Ciotti kendi sadıkları ile ayrılarak Le Pen ile ittifak yaptı. Seçim sonuçlarında Le Pen ittifakı 150’ye yakın sandalye elde etti ve hiç bir siyasi grubun çoğunluk olamadığı bir meclis aritmetiği oluştu.
Peki Le Pen partinin başına geçtiği 2011’den itibaren nasıl neredeyse her seçimde oyunu arttırarak bugün iktidar namzeti oldu? Normalleşme stratejisi çok mu iyi çalıştı? Yoksa siyaseti krize girmiş başka ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da geleneksel partiler çökerken halk “marjinal” olana mı yöneldi? Bu sorulara cevap vermek güç olsa da net olan bir durum var: Le Pen, Macron’un krizlerle geçen 8 yıllık yönetimini iyi değerlendirdi ve Fransa siyasetini yeniden dizayn etti. Hatta diğer partileri de kendi çizgisine doğru çekmeyi başardı: Merkez partilerin adayı olarak başa gelen Emmanuel Macron döneminde belki de Le Pen iktidar olsa yapılabilecek düzenlemeler yapıldı. Emmanuel Macron’un iktidardaki yılları sürekli bir sağa kaymaya şahit oldu. Özellikle de Cumhuriyet Değerlerine Saygı Yasası, yeni Göç Yasası, okullarda abaya adlı vücüdu örten uzun geniş kıyafetlerin yasaklanması, Müslümanlara ait özel okulların kapatılması, radikallik iddiası ile kapatılan cami sayısındaki artış gibi meseleler bu sağa kaymanın göstergelerinden bir kısmını oluşturuyor. Hatta 2022 seçimleri öncesinde Macron’un yaverlerinden Gérald Darmanin bir televizyon tartışmasında Le Pen’i “İslam ve İslamcılık gibi konularda yumuşak davranmakla” suçlamıştı. 2025 yılında Le Pen -henüz- hâlâ muhalefette olsa da bazı fikirlerinin Franasa’da iktidarda olduğunu söylemek zor değil.
Marine Le Pen’e Elysée Yolu Kapanıyor mu?
Le Pen iki yıl sonraki seçimlerde Fransa Cumhurbaşkanı seçilmeye hazırlanırken Paris Ceza Mahkemesi, Le Pen’i kamu fonlarını zimmete geçirme suçundan 4 yıl hapse ve hemen başlamak üzere 5 yıl seçilme yasağına çarptırdı. Cezanın iki yılı elektronik kelepçeyle infaz edilecek, ayrıca 100 bin avroluk bir para cezası uygulanacak. Bu karar, 2027’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmesi beklenen Le Pen’in adaylığını riske atıyor. Ancak karar henüz kesinleşmedi; Le Pen temyize gidecek ve süreç 2026’da netleşebilir. 2004-2016 arasında, Le Pen’in liderliğindeki aşırı sağcı Ulusal Birlik, Avrupa Parlamentosu fonlarını parti amaçları için kullanmakla suçlanıyor. Mahkeme, bazı asistanların “hayalî sözleşmelerle” AP fonlarından maaş aldığını, aslında parti için çalıştığını belirtti. Toplamda 4,6 milyon avroluk bir zarar tespit edildi. Le Pen dahil 9 milletvekili ve 12 asistan suçlu bulundu. Parti de para cezası olarak 2 milyon avro ödemeye mahkûm edildi.
Le Pen’in yapacağı temyiz başvurusunda red cevabı alması durumunda Cumhurbaşkanı adyalığı rafa kalksa da hukukçulara göre hâlâ Fransa Başbakanı olma şansı var. Çünkü Fransa’da Başbakanlık seçilen değil atama ile gelinen bir makam. Şimdiden öngörüde bulunmak güç olsa da aday olamaması durumunda Marine Le Pen’in parlattığı prensi Jordan Bardella’yı cumhurbaşkanı adayı olarak öne sürüp kendisinin başbakanlığa talip olma ihtimali mümkün.
2027 seçimlerine iki yıl kala Marine Le Pen, hem siyasi kariyerinin zirvesinde hem de en büyük hukukî sınavıyla karşı karşıya. Önünde açılacak ya da kapanacak yollar artık yalnızca onun stratejilerine değil, aynı zamanda Fransız adaletinin vereceği kararlara da bağlı. Bu noktada asıl soru belki de şu: Bu sefer Fransa’da aşırı sağı sandıkta yapılan baraj mı durduracak yoksa mahkemeler mi?