Dil ve Konuşma Terapisinde Ön Yargılar: Çok Dilli Çocuklar Üzerine
Çok dillilik, konuşma terapisi ve eğitim alanında hâlâ yanlış bilgilerle değerlendiriliyor. Ana dili çoğu zaman çocuğun gelişimine destek veren bir unsur olarak değil, engel gibi görülüyor. "Dilimin Ucunda" serisinin ikinci yazısında Konuşma Terapisti Ali Dönmez, çok dilliliğe dair mitleri mercek altına aldı.

İnsanların bir araya geldiği her yerde ön yargılar ve ırkçılık yaşanabilir, özellikle de konu çok dilli çocuklar ve ebeveynler olduğunda. Dil ve konuşma terapisi (logopedi) de bu durumdan muaf değildir. Bu durum, yapısal düzeyde ya da insanlar arası karşılaşmalarda farklı şekillerde kendini gösterebilir.
İlk stajımı hâlâ çok iyi hatırlıyorum. Ivan dört yaşındaydı ve her zaman annesiyle birlikte terapi seansına gelirdi. Çocukla ve onun çok dilliliğiyle ilgili olarak dil ve konuşma terapistiyle konuşmuştum. “Ben anneye çocukla Almanca konuşmasını tavsiye ettim,” demişti terapist. Çocuğun dil gelişiminde bir gecikme olduğunu ve iki yıl sonra okula başlayacağını söyleyerek, annenin Rusçayı bırakıp çocukla sürekli Almanca konuşmasını önermişti. Gerekçesi de şöyleydi: “En azından Almancayı iyi öğrenebilsin diye.”
Dil ve konuşma terapistleri ırkçılık karşıtı bir bakış açısı edinebilmeye yönelik eğitilmezse, bu tür sorunlu ifade ve tavsiye bir annenin çocuğuyla ana dilinde konuşmayı bırakmasına neden olabilir. Bu yazıda, çok dillilikle ilgili yaygın bazı mitleri açıklığa kavuşturmak istiyorum.
Birinci Mit: Birden Fazla Dil Çocukları Zorlar
Irkçılık karşıtı bir perspektiften ve bilimsel açıdan da ailelere ana dillerinden vazgeçmelerini önermek yanlıştır. Çok dilliliğin çocukları zorlayacağı yönündeki kaygılar asılsızdır. Dil gelişimi bozukluğu olan çocuklar söz konusu olduğunda bile, ebeveynlerin çocuklarıyla kendi ana dillerinde iletişim kurmaya devam etmelerinde hiçbir sakınca yoktur.
Aksine, birçok aile için ana dili duygusal, tanıdık ve özel bir anlam taşır. Ebeveynlerin duygularını aktarabilecekleri bir dilde konuşmaları, yalnızca çocuğun gelişimi için değil, aynı zamanda ebeveyn-çocuk ilişkisi için de büyük önem taşır.
İkinci Mit: Çok Dillilik Bir Risk Unsurudur
Çok dilliliğin dil bozukluklarına yol açtığı inancı oldukça yaygındır. Ancak bu mit, sayısız bilimsel araştırmayla çürütülmüştür. Dil gelişimi gecikmeleri veya bozuklukları, tek dilli ve çok dilli çocuklarda benzer sıklıkta görülür.
Çok dillilik bir sorun değil, çocukluk gelişiminin bir biçimidir. Ancak tanı süreçlerinde, özellikle de uzman kişiler çok dilli çocukları tek dilli çocuklarla karşılaştırdıklarında, bu durum çoğu zaman doğru yorumlanamaz.
Üçüncü Mit: Çok Dilli Çocuklar Daha Yavaş Öğrenir
Birçok durumda ebeveynler, çocuklarının dil gelişimiyle ilgili endişelerini erken dönemde dile getirir. Ancak bu endişeler sıklıkla göz ardı edilir veya küçümsenir; gerekçe olarak çocuğun çok dilli büyüdüğü ve bu nedenle daha fazla zamana ihtiyacı olduğu belirtilir. Bu ebeveynler daha sonra, bir buçuk yıl sonra terapide karşıma oturup şunları anlatırlar:
“Ali Bey, çocuğumun dil gelişiminin farklı olabileceğini daha 2 yaşındayken fark ettim. Biliyorum, çocukları karşılaştırmamak gerek ama insan yine de karşılaştırıyor işte ve kızımın yaşıtlarına göre oldukça az konuştuğunu gördüm. Ama çocuk doktorumuz, çocuğun çok dilli büyüdüğünü ve bu yüzden zamana ihtiyacı olduğunu, bunun normal olduğunu söyledi.”
Bu noktada şunu vurgulamak isterim: Eğer çocuğunuzun desteğe ihtiyacı olabileceğini hissediyorsanız, bu hissinizi ciddiye alın. Soru sormaya, ikinci bir görüş almaya ve çocuğunuzun değerlendirmesinin tam olarak nasıl ve hangi kriterlere göre yapıldığına dair bilgi edinme hakkınız var.
Eğer bu yapılmazsa ve ebeveynler sorunlu bir tavsiye nedeniyle dil ve konuşma terapisine başvurmaktan caydırılırsa, değerli terapi süresi kaybedilebilir. Bilimsel literatürde bu olguya “missed identity” (gözden kaçan tanı) denir: Gerçek bir bozukluk fark edilmez, çünkü çok dillilik açıklama olarak öne sürülür. Bunun sonucu olarak terapiye geç başlanır ve çocuklar ile aileler gereksiz yere yük altına girer.
Dördüncü Mit: Konuşma Hataları Yapan Çok Dilli Çocuklar Mutlaka Test Edilmelidir
Aynı zamanda, bazen tam tersi bir durum da yaşanır: Dil gelişim sürecinde olan ve logopedik açıdan hiçbir sorun göstermeyen çocuklar, sırf çok dilli oldukları gerekçesiyle değerlendirmeye gönderilir. Bu tür durumlarda, ikinci dildeki gelişim yanlış bir şekilde yaşıt tek dilli çocuklarla karşılaştırılır.
Bu konuda şimdiye kadar yaşadığım en çarpıcı örnek, dört yaşındaki Khalid’di. Mülteci geçmişi olan Khalid’in Almanca ile 13 aydır teması vardı. Dil ve konuşma terapisinde yalnızca çocuğun yaşı değil, aynı zamanda dil ile ne kadar süredir temas içinde olduğu da dikkate alınır. Khalid, dil gelişimi gecikmesi şüphesiyle bana yönlendirilmişti. Ancak Almancayla benzer sürede teması olan yaşıtlarıyla kıyaslandığında, Khalid’in dil gelişimi olağanüstü hızlıydı. Yine de onda bir bozukluk olduğuna yönelik bir şüphe atıldı ortaya.
Ebeveynler Nelere Dikkat Edebilir ve Dikkat Etmeli?
Ebeveynler için terapistin dil ve konuşma terapisinde sergilediği sorunlu davranışları fark etmek zor olabilir. Bu noktada, terapistin çocuğu ve aileyi bütünsel olarak mı değerlendirdiğini yoksa çocuğu Almanca dil becerilerine mi indirgediğini anlamaya yardımcı olabilecek bazı soruları paylaşmak istiyorum:
- Yalnızca çocuğun Almancası mı değerlendirildi, yoksa aile dilindeki bilgileri de soruldu mu?
- Çocuğu değerlendiren kişi, çocuğun ne kadar süredir düzenli olarak Almanca ile temas ettiğini dikkate aldı mı?
- Dilsel davranışın tamamına mı bakıldı, yoksa sadece anaokulunda veya kısa bir sohbette görülebilenlere mi?
- Terapist, çocuğun çok dilliliğini sorun haline getiriyor mu? Bir dili azaltmaları ya da tamamen bırakmaları öneriliyor mu?
- Çocuğum, yaşıt tek dilli çocuklarla mı karşılaştırılıyor?
- Terapist, çok dillilik hakkında nasıl konuşuyor? Ebeveynler olarak size Almanca konuşmanız için baskı yapılıyor mu? Yoksa çocuğun tüm dillerinin nasıl desteklenebileceği hakkında birlikte mi düşünülüyor?
- Çocuğun ismini doğru telaffuz etmeye çalışılıyor mu?
Ebeveynlerin dikkat edebileceği bir diğer önemli nokta ise, çocukları için olumlu bir rol model olmalarıdır: Yalnızca Almanca’da değil, özellikle de ana dillerinde.
Elbette ebeveynler çocukları için en iyisini ister. Ancak içinde yaşadığımız toplum bize şunu empoze eder: En iyisi, mümkün olduğunca erken, iyi ve hızlı bir şekilde Almanca öğrenmektir; çünkü ancak böylece eğitimde başarı mümkün olur.
- Evet, Almanca önemlidir.
- Ama bu, ana dilin pahasına olmamalıdır.
- Ailede konuşulan dilin pahasına olmamalıdır.
- Çocuğun ilk kez güldüğü, ağladığı, sevildiği dilin pahasına olmamalıdır.
Ben terapi seanslarımda Türkçeyi doğal bir şekilde kullanırım. Bir seferinde Selim’le sayı oyunu oynuyorduk. Sayıları Almanca söylemek istedi. Ben de baskı yapmadan, sadece merakla sordum: “Neden Almanca söylemek istiyorsun?” “Çünkü bana daha kolay geliyor,” gibi bir cevap bekliyordum.
Ama Selim şöyle dedi: “Türkçeyi okulda kullanmıyorum.” Altı yaşında bir çocuk. Selim, ana dilinin eğitim hayatında bir değeri olmadığını anlamıştı. Bu gerçekten trajik.
Ben anamnez (teşhis koymak için hastadan sorarak sözlü bilgi alma) sürecinde ebeveynlere her zaman, evde hangi dil(ler)in konuşulduğunu sorarım. Bazen aldığım cevap şu olur: “Ne yazık ki sadece Türkçe.” Bir defasında sordum: “Neden ‘ne yazık ki’?” Şu cevabı verdiler: “Almanca konuşmadığımızda insanlar kızıyor.”
Bu bir çocuk için ne anlama gelir? Ebeveynlerinin konuştukları dil, gece uyumadan önce okunan masalların, duaların, sevginin dili bir kusur olarak algılandığında, bu çocukta nasıl bir iz bırakır?
Elbette ebeveynler çocuklarının Almancasını destekleyebilir. Ama bu, Türkçeyi, Arapçayı ya da Hırvatçayı geri planda bırakarak değil; her dilin bir arada var olabileceğini göstererek olmalıdır.
Dil ve konuşma terapisinde ebeveynlerin bu duyguyu hissedebileceği ve bu konuda cesaretlendirileceği terapistlere ihtiyaç vardır. Çünkü hiçbir dil fazla değildir. Çünkü hiçbir dil diğerinden daha değersiz değildir.