İslam’ın Aktif Bir Özneye Dönüşmesi
Hamburg ve Bremen’de imzalanan devlet anlaşmalarının ardından umut verici gelişmeler olsa da müzakerelerde sağ popülistlerin etkileri dolaylı yoldan hissedilebiliyor. Müslümanların aktif birer özne olarak tanınmasına giden yolda bu krizleri aşabilmek de önem taşıyor.
“Tanınma” Almanya’da dernekler yoluyla organize olan Müslümanların merkezî bir hedefi. Bu hedefle istenen şey İslam’ın sosyopolitik bir örgüde sıkça tartışılan nesneden aktif bir özneye dönüşebilmesi için güvenli yasal pozisyonların elde edilmesi. Bu tanınma okullarda verilen İslam din dersi gibi yasal gerekliliklerin yanı sıra aynı zamanda cami cemiyetleri ve derneklerdeki İslami öz örgütlenmeyi gayri meşrulaştıran ve Müslümanlara ilişkin konuları onların katılımı olmadan tartışmak isteyen kamusal İslam tartışması açısından da zorunlu. Kısacası Müslümanların resmî olarak tanınmak için verdikleri mücadele aynı zamanda kendi dinî meseleleri hakkında karar verme yetkisini kazanma mücadelesinin de önemli bir parçası.
Hamburg ve Bremen’deki devlet anlaşmalarının en önemli sonuçlarından biri Şura, DİTİB ve VIKZ’in –ileride kamu tüzel kişisi olarak tanınmak seçeneği de var olmak üzere- dinî cemaat olarak tanınmalarıdır. Anlaşmalar Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı ve Aşure Günü’nün resmî tatil olarak tanınması, İslami defin işlemleri, hapishanede manevi rehberlik, radyo televizyon üst kurullarında temsil edilme ve okullarda verilen İslam din dersleri gibi birçok konuya ilişkin düzenlemeler içeriyor. Aslına bakılırsa bunlardan birçoğu daha önce de uygulandığı için bu konularda devlet anlaşmalarının etkisi çok da hissedilmiş değil. Fakat buna karşın İslam dinî cemaatlerine ilişkin siyasi ve medyatik algı ve muamelenin gerçekten değiştiği açık. Müslüman cemaat artık birçok alanda meşru aktörler olarak siyasi süreçlerin birer parçası konumuna geldi. Eğer bu durum uygulamaya fazla yansımıyorsa bunun sorumlusu daha çok dinî cemaatlerin örgütsel zayıflığıdır. Özellikle Hamburg’da devlet anlaşmalarının ardından Müslümanlar bağlamında genel olarak farklı bir klima hissedilmektedir. El Nur Cemaati’nin eski bir Protestan kilisesini camiye dönüştürebilmesi de bu klima sayesinde mümkün olmuştur.
Hamburg devlet anlaşmasının dinî cemaatlerin eyalet yapılanmalarının oluşturulması gibi koşulları vardı. DİTİB ve VIKZ federal kuruluşların eyalet dernekleri olarak Hamburg ve Bremen’de cami derneklerinin azınlığını teşkil ederken her iki şehirde de belirleyici aktör Şura idi. Hamburg Şurası (kuruluş yılı 1999) ve Bremen Şurası (2006) bünyesinde IGMG cemiyetleri, Boşnaklar, Arnavutlar, Faslılar ve Şiiler gibi federal derneklere de üye olan cami cemiyetlerinin yanı sıra çok sayıda Afrikalı, Kürt, Pakistanlı, Afgan cemaati de yer alıyor. Yani Şura’da aslında Almanya’da bulunan Sünni ve Şii cami yelpazesinin tümü temsil edilmiş, böylece din birliği temsilî bir karakter kazanmış ve buna dayalı bir müzakere gücü sergilenebilmiştir.
Dinî bir cemaatin var olabilmesinin yasal koşulu cami cemiyetlerinde karşılık bulan “kapsamlı dinî hizmetlerin gerçekleştirilmesi” ve derneğin üyelerine kimlik kazandıran bir fonksiyona sahip olmasıdır. Bu koşul Hamburg’da anlaşma imzalanmadan önce Prof. Heinrich de Wall tarafından hukuki açıdan ve Prof. Gritt Klinkhammer tarafından ise dinbilimi açısından raporlandırılmış ve titiz bir şekilde incelenmiştir. Dinî cemaat yapılanmasını erkenden inşa etmiş olan Şura bu raporlandırmalardan başarıyla çıkmıştır. Ayrıca bölgedeki cami cemiyetlerini bünyesine katmak ve küçük cemiyetleri organizasyonel açıdan güçlendirmek gibi hususların yanında aynı zamanda ulusal sınırların ötesinde kimlik kazandıran bir cemaat anlayışını yaşatmak da bu kapsama girmektedir. Bunun için imamlara yönelik düzenli toplantılar, ortak Ramazan takvimleri ve dinî ve siyasi vesilelerle gerçekleştirilen toplantılar gibi birçok faaliyet düzenlenmiştir. Bununla beraber IGMG gibi derneklerin kendi cemaatlerini organizasyonel konularda Şura bünyesine dâhil etmesi, onu Hamburg’da bulunan cemaatlerin temsilcisi olarak görmesi ve dolayısıyla bağımsız davranmaktan büyük ölçüde feragat etmesi de bu anlamda önemlidir. Diğer bir önemli faktör de Şura’nın hem Hamburg hem de Bremen’de sosyopolitik anlamda geniş bir şekilde temsil ediliyor olmasıdır. Dindarlararası forumlar, sosyal hizmet dernekleri ile gerçekleştirilen iş birlikleri ve solcu “Aşırı Sağa Karşı İttifak” (Alm. “Bündnis gegen Rechts”) gibi farklı kuruluş ve inisiyatifler Hamburg’daki geniş faaliyet yelpazesi içerisinde yer almaktadır.
Hamburg Şurasının tabanında açık bir sosyopolitik pozisyon vardır. Şura henüz 2004 yılında “Çoğulcu Bir Toplumda Müslümanlar” başlığıyla yayımladığı belgede açık bir şekilde İslam anlayışının anayasal değerler ile uyumlu olduğunu beyan etmiştir. Özellikle devlet anlaşması müzakereleri sürecinde eyalet parlamentosundaki tüm partiler (CDU, SPD, FDP, Yeşiller ve Sol Parti) ile kesintisiz bir diyalog yürütülmüş olması da önemlidir. Nitekim müzakereler tek başına iktidar olan CDU ile başlamış, siyah-yeşil bir senato ile devam etmiş ve sonunda anlaşma SPD hükûmeti ile imzalanmıştır. Sonuçta ise her iki federal eyalette de büyük bir çoğunlukla anlaşmalar onaylanmıştır. Sadece Bremen’de CDU, daha doğrusu CDU’dan bir kesim ve Hamburg’da FDP anlaşmaların yapılmasını reddetmiştir.
Devlet anlaşmalarının imzalanma sürecinde Hamburg ve Bremen’de yapılan haberler, siyasi ve toplumsal tepkiler birkaç istisna dışında oldukça olumlu veya en azından objektif olmuştur. Bu durum Hamburg’daki Müslümanlarda bu devlet anlaşması ile ileriye yönelik olarak İslam’ın tüm federal eyaletlerde kurumsal entegrasyonuna yönelik önemli adımlar atılmasını sağlayan bir model oluşturulduğu yönünde umut uyandırmıştır. Schleswig Holstein, Aşağı Saksonya ve daha sonra Rheinland-Pfalz’da Şura, DİTİB ve VIKZ eyalet dernekleri aynı şekilde anlaşma tarafı olarak hazır bulunmuştur. Berlin, Hessen veya Baden Württemberg’de ise buradaki derneklerin (IFB, IRH, IGBW) Şura modeli uyarınca geliştirilebileceği umulmaktaydı. Bu durum İslam Devlet Dernekleri Konferansı (KILV) üzerinden koordine edilmektedir.
Nitekim Hamburg ve Bremen’i takiben Schleswig Holstein de devlet anlaşması için müzakerelere başlamış, kısa bir süre sonra bunu Aşağı Saksonya eyalet hükûmeti takip etmiş, daha sonra Rheinland-Pfalz hükûmeti yakında müzakerelere başlamayı planladığını açıklamıştır. Ancak umut verici başlayan bu gelişmede bir kriz yaşanmaktadır. İlk önce Schleswig Holstein’da yürütülen müzakereler yetkili bakanlık temsilcileri, devlet anlaşması için siyasi bir gerekliliğin kalmadığını açıklayana kadar tıkanmıştır. Rheinland-Pfalz’da eylül ayında yapılması planlanan ilk müzakereler aniden iptal edilmiş ve yeni bir değişikliğe kadar askıya alınmıştır. Aşağı Saksonya’da müzakereler devam etmektedir ve yılbaşında devlet anlaşmasının taslağının hazır olması beklenmektedir. Özellikle CDU bu konuya ilişkin eleştiriler dile getirmekte, bu durum Şura ve DİTİB’i uzlaşı için yeni çalışmalar yapmak zorunda bırakmaktadır. CDU anlaşmaya karşı itirazlarını Türkiye’nin içinde bulunduğu durum gibi yeni bahanelerle gerekçelendirmektedir. FDP anlaşmayı onaylamasına ve böylece aslında eyalet parlamentosunda çoğunluk sağlanabilecek olmasına rağmen kırmızı-yeşil eyalet hükûmeti tüm projeyi geri çekmiştir. Kültür Bakanı Frauke Heiligenstadt’ın (SPD) Taz röportajında açıkça belirttiği üzere bu duruma sebep olarak toplumsal kabulün yeterli olmayışı gösterilmiştir. Görünüşe göre müzakerelerin başladığı 2013 yılına kıyasla bugün daha farklı bir toplumsal gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu farklılığı kısaca “AfD” (aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif Partisi) olarak nitelendirebiliriz.
Acaba burada İslam karşıtı demagojileri ve gittikçe tizleşen sesleriyle toplumun derinlerine kadar ulaşmayı başaran sağ popülistlerin baskılarının etkisi mi görülmektedir? Bu sebeple mi demokratik partiler İslam konusunda bundan üç yıl önce hiç itirazsız kabul ettikleri ve nesnel anlamda oldukça iyi bir şekilde gerekçelendirilmiş olan taslakları artık hayata geçiremeyeceklerini düşünmektedirler? Acaba bu durumun sonu nereye varacak? Alman siyaseti günlük siyasi çıkarcılık uğruna birçok Müslüman’ın daha da yabancılaştırılmasını göze alabilecek mi?
İslami dernekler bu sorularla kendisini gösteren krizin kendilerini de ilgilendiren bir kriz olduğunu anlamalı. Şu bir gerçek ki Hamburg ve Bremen gibi büyük şehirdeki dernekler haricinde Müslüman cemaat politik olarak aktif bir eylemde bulunmayı başaramadı. İhtiyacımız olan şey mevcut koşullar altında eyleme geçme yetimizi nasıl geri kazanacağımız hakkında hem Müslüman cemaat içinde hem de devlet ve siyaset ile yürüteceğimiz açık bir tartışma.