Yeni Kuşakların Kimliklerinden Bize Ne (Düşer)?
Kimlikler birer araçtır. Yeni kuşakların ihtiyacı olan tasarlanmış kimlik tanımlamaları değil özgür ve özgünce kendi kimliklerini inşa edebilecekleri sağlıklı zeminlerdir.
Geçen yüzyılın ortalarından bugüne kimlik kavramı, çağdaş hayatın tartışmalı yönlerini aydınlatmaya yarayan bir prizmaya dönüşmüştür. Toplumsal analize konu olan adalet, eşitlik, kültür gibi yerleşik meseleler artık “kimlik” kavramı bağlamında ele alınmış, tekrar tekrar gündeme getirilmiştir (Bauman, 2005: 173-174). Almanya’daki Türkiye kökenli yeni kuşakların sorunları bağlamında da kimlik konusu tartışılagelmektedir. İki binli yılların başından itibaren ilgili literatürde yeni kuşakların kimliğinden tireli, çoklu, melez nitelemeleriyle bahsedilmektedir. Alan bulguları 2016-2017 yıllarına dayanan bizim araştırmamızda da benzer bir sonuçla gençlerin dinî, millî ve siyasi açılardan kendilerini çoğunluğu Türklük ve Müslümanlık vurguları taşıyan çoklu ifadelerle tanımladıkları görülmüştür (Aslan, 2018). Ancak bu noktada bütün mesele açıklığa kavuşmamakta, bilakis yeni soru(n)lar gündeme gelmektedir.
Bireyler kimliklerini genellikle zamana ve mekâna göre değişebilen şekillerde aidiyet bağlarıyla ve gündelik yaşam pratikleriyle ifşa ederler. Hâlbuki çeşitli hegemonik yapılar, bireyleri kimliklerini vurgulamaya davet ettiklerinde aslında onlardan zımnen “temel aidiyetleri”ne dönmelerini ve bu aidiyetlerini “öteki”ne haykırmalarını istemektedirler. Burada sorunsal olan, söylemin eyleme, değere ve ahlaka öncelenmesidir.
Üçüncü kuşağın kendisini sağlıklı bir şekilde tanımlamasının önünde bir engel olarak da anlaşılabilecek bir husus; onların kendilerini tanımlamalarından önce çoğunluk toplumu tarafından nasıl tanımlandıkları sorunudur. Türkçeye hâkimiyet açsından çeşitli nedenlerle zafiyet gösteren bir kuşak her ne kadar Almancayı Türkçeden daha iyi konuşuyor, Almanya’da doğmuş bütün eğitimini burada almış/alıyor olsa da çeşitli durumlarda dışlanmakta, kendisine sürekli “sen Türk’sün” hatırlatması yapılır şekilde yaklaşılmaktadır. Bu durum gençlerin protest kimlikler edinmesine sebep olabilmektedir. Zira birey ne ile ötekileştiriliyorsa, dışlanıyorsa kendini o tanımlamayla ifade etmekte, varoluşuna yöneltilen tehditlere karşı kimlik sığınakları inşa etmektedir.
Kimlik edinim aşamasında tüm ayrımcılıklara/olumsuzluklara karşı kültürel ve dinî kimlik sığınak özelliği göstermektedir. Kısaca yeni kuşakların kimlik algılarında kendini tanı(mla)ma sorunu Almanya ortamında çoğunluk toplumu tarafından tanımlanma sorunuyla içi içe bir durum arz etmektedir. Bu noktada kendisini tanıtma soru(n/s)u ile karşı karşıya kalan yeni kuşaklar: “Kimlik bölmelere ayrılamaz; o ne yarımlardan, ne üçte birlerden, ne de kuşatılmış diyarlardan oluşur. Benim birçok kimliğim yok, onu biçimlendiren bütün ögelerini özgün ‘dozlarda’ birleştirdiğim tek bir kimliğim var.” (Maalouf, 2016). diyebilmiş olsalar sorun belki belli bir oranda çözülmüş sayılabilecektir.
“Göç Kökenlileri ve İslam’ı Kucaklayıcı Yaklaşımlar Aidiyet Duygusunu Pekiştirmektedir”
Ardına farklı nitelikler eklenebilse de yeni kuşaklar için temel bir tanımlama “Almanyalı” oluştur. Gençlerin Almanya’ya karşı belirgin bir aidiyet duyguları bulunmaktadır ve çoğunlukla gönül rahatlığı ile “Biz buralıyız.” demektedirler. Ancak aidiyet meselesi göçün ilk dönemlerinden itibaren yaşanan sosyal ve politik gelişmelerden etkilenmektedir. Irkçı saldırıların ve ayrımcılıkların arttığı dönemlerde bu duygu zayıflarken mesela önceki cumhurbaşkanlarından Wullf’un sağ siyasetçilerin aksine açıkça İslam’ın Almanya’nın bir parçası olduğunu söylemesi gibi göç kökenlileri ve İslam’ı kucaklayıcı yaklaşımlar aidiyet duygusunu pekiştirmektedir.
Üçüncü kuşak gençler “mit Migrationshintergrund (göç kökenli)” şeklinde tanımlanmaktan hoşlanmamaktadır. “Burada doğdum, tamı tamına buralıyım, neden farklı tanımlanıyorum?” sorusunu sesli olarak sormaktadırlar. Alman devletinin vatandaşlık politikasında güttüğü strateji yeni kuşakların Almanya’ya aidiyetlerini artırmıştır, denebilir. Gençler Alman vatandaşlığını tanımlama aracı olarak kullanmaktadır. Dışarıdan etkiler azaldıkça Türk ve Müslüman tanımlamaları dışında farklı tanımlamalar geliştirilmektedir. Mesela dinî değerlerden bağımsız yaşam stilleri de yeni kuşaklar için tanımlama aracı olabilmektedir.
Üçüncü kuşak gençler kendilerini Türk, Müslüman Türk, Almanyalı Müslüman, Alevi, Kürt… gibi çoklu kimliklerle tanımlamaktadır. Aile, etnik durum, vatandaşlık durumu ve dine bakış; kimliği doğrudan belirlemektedir. Bu tanımlamalarda Türkiyeli olmak oldukça zayıftır ya da gittikçe zayıflamaktadır, denilebilir. Oldukça pratik biçimde gençler “Ben Kölnlüyüm.” demektedirler. “Türk müsün? sorusuna “Türk kökenli Alman.” şeklinde cevap verebilmektedirler.
Üçüncü kuşak gençler, iki binlere doğru kendilerini pasaport almış anlamında Alman olarak tanımlamaya başlamış ancak 11 Eylül olayları ile birlikte başlayan İslam karşıtlığı ve arkasından gelen 2005’te çifte vatandaşlık statüsündekilerin Alman vatandaşlıklarının geri alınması gibi olayların ardından böyle bir tanımlama tercih edenler aslında tam olarak “Alman” olamadıklarını, bu şekilde kabullenilmediklerini fark ettiler denilebilir. “Deutsch-Türke” (Alman Türkü) tanımlamasının bu noktada popülerleştiği söylenebilir.
“Türk Alman’dan Alman’a Doğru Bir Süreç Yaşanıyor”
Üçüncü kuşağın kendisini tanımlamasında Türk Alman’dan Alman’a doğru bir süreç yaşandığından söz edilebilir. Gençlerin kendilerini tanımlarken ne tam anlamıyla Alman kimliğini, ne de Türk kimliğini özümsemiş olma durumuna paralel bir melez (hibrit) kimlik oluşumu söz konusudur. Onların mesela bu aşamada duygusal bir bağlılıkları olmasına rağmen Türkiye’ye tam olarak uyum sağlamaları mümkün değildir ve birçok olumsuzluk yaşamalarına rağmen Almanya’ya güçlü bir aidiyetleri vardır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi bu durum onların Almanya’da kabullenilmiş olma duygusunu tam anlamıyla yaşamalarına imkân vermemektedir.
Yapılan mülakatlarda görüşülen birçok kimsenin, gençlerin kendilerini nasıl tanımladığı konusunda “Bunu tam olarak onlar da bilmiyorlar.” şeklinde ya da buna benzer ifadeler kullanarak, üçüncü kuşağın kendilerini tanımlama konusunda belli bir yeterliliğe sahip olmadıklarını ima eden cevapları dikkat çekicidir. Bu şekilde bir imayı, arada kalma ağırlığını kaldıramayan ve nitelikli bir eğitimden mahrum kalan kimselerin söz konusu sorunları mesele edinmemelerinin sonucu ortaya çıkan yetersizlik olarak yorumlamak mümkündür.
Yeni kuşakların kimlik algısında Alman devletinin şekillendirdiği eğitim sisteminin etkisi yadsınamaz. Bu etkiyi belirleyebilmek amacıyla gerçekleştirdiğimiz mülakatlarda görüştüğümüz kimselere “Alman eğitimi Türk öğrencilere nasıl bir kimlik algısı benimsetiyor?” sorusunu yönelttik. Bu soruya verilen cevaplar incelendiğinde katılımcıların genel olarak şu hususları vurguladığı görülmektedir: Okullarda Alman kimliği ve hâkim kültür benimsetilmek istenmekte; hâkim kültür benimsenmediği takdirde azınlıkların şansının olmayacağı algısı oluşturulmakta; Avrupa merkezci bir yaklaşımla Avrupa değerlerinin üstün değerler olduğu hissettirilmekte; sınırsız özgüven ve bireyselliğin baskın olduğu özgürlükçü bir yaşam tarzı benimsetilmektedir. Bu eğitim sürecinde gençler, “Sen ne yaparsan yap bir yabancısın.”, “Sen ikinci sınıf vatandaşsın. Bir şey bilmiyorsun. Ötekisin.” şeklinde ifade edilebilecek bir yaklaşımla karşı karşıya olduklarından sürekli “kendilerini ispat etme, kabul görme” çabasına girişmektedirler. Açıktır ki böyle bir denklemde sağlıklı bir kimlik algısına sahip olmak oldukça güçtür.
Günümüz toplumlarında sosyal yapılardan çok sosyal ağların ön plana çıktığı, bireylerin kendilerini sosyal hayatta aidiyet bağları ile konumlandırdıkları gerçeğinden yola çıkılarak üçüncü kuşağın kimlik algısı konusunda Almanya’daki çok katmanlı görünüm vurgulanabilir. Göçmenler ve göç kökenli kuşaklar, birden çok “ev” arasında “yabancı” ve yerli oluşun çeşitli tecrübelerini yaşamaktadırlar. Ulusaşırı alandaki kimlikler çoklu aidiyet bağları ile beslenmektedir.
“Gençlerin Kimlik Algılarında Dinin Önemli Bir Yeri Vardır”
Önceki kuşaklarda olduğu gibi üçüncü kuşak gençlerin kimlik algılarında dinin önemli bir yeri vardır. Çünkü din; insanı en derinden kuşatan, ona ahlak düzeni sunarak kılavuzluk eden, onun kişiliğine yön veren, kültürünü şekillendiren en önemli aidiyet bağıdır ve toplumun temel yapı taşlarından biridir. Bu sebeple dinden bağımsız kimlik tanımlamaları eksik kalacaktır. Bu noktada dinî kimlik ile millî kimliğin çoğu zaman iç içe bir görünüm arz etmesi dikkat çekicidir. “Alman kimliği Müslümanlığa uzak, Türk kimliği Müslümanlığa yakındır.” algısı varlığını sürdürmektedir. Üçüncü kuşak gençler de dinî ve millî değerleri birlikte algılamakta ve birlikte yaşamaktadırlar.
Sonuç olarak Almanya’daki Türkiye kökenli üçüncü kuşak gençler, kökenlerin bilincinde olmakla beraber ulusötesi bir ortamda Türkiye ile Almanya arasında -önceki kuşaklara göre farklılaşabilse de- düşünsel ve fiziksel olarak hareketlilikler yaşayan bir kuşaktır. Bireylerin dinsel, kültürel kimlikleri ve aidiyetleri sembolik sınırları aşan mekânlarda ürettikleri ilişkiler üzerinden inşa edilmektedir. Üçüncü kuşak gençlerin aidiyet bağları ve bu bağları şekillendiren etkenler ilişkisel, kolektif ve bağlamsaldır. Bütün bunlardan sonra başlıktaki sorunun cevabı olarak denilebilir ki, kimlikler birer araçtır ve yeni kuşakların ihtiyacı olan tasarlanmış kimlik tanımlamaları değil özgür ve özgünce kendi kimliklerini inşa edebilecekleri sağlıklı zeminlerdir.
Kaynaklar
Aslan, Ahmet (2018) “Çokkültürlülük ve Entegrasyon Tartışmaları Bağlamında Üçüncü Kuşağın Kimlik Algısı ve Din: Köln Örneği”. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı. Samsun: 2018.
Bauman, Zygmunt (2005) Bireyselleşmiş Toplum. (Çev. Y. Alogan). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Maalouf, Amin (2016) Ölümcül Kimlikler. (Çev. Aysel Bora ). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.