Ümmet Perspektifinden Avrupalı Müslümanlar ve Diğer Müslüman Azınlıklar
Dünyadaki İslam toplumlarının ayrılmaz parçalarından olan Müslüman azınlıklardan bazıları, yaşadıkları coğrafyalarda zor günler geçiriyor. Peki Avrupalı Müslümanlar bu durumun ne kadar farkında? Bu hususta bir ümmet bilincinden söz edilebilir mi?
Çoğunlukla azınlık olarak görülen Batı Avrupalı Müslümanlar, hâlen göç ve entegrasyon bakış açılarıyla algılanmaya devam ediyor. Asimilasyoncu bakış açısını benimseyenler, bu grubun topluma tam anlamıyla entegre olabilmesi için sahip oldukları kültürel farklılıklardan kurtulmaları gerektiğini düşünüyor. Ne var ki, Batı Avrupa’da onlarca yıldır yaşamakta olan Müslüman nüfusun bu konudaki düşüncesi farklı. Zira İslam, Avrupalı Müslümanların kimliklerinin merkezinde var olmaya devam ederken, aynı zamanda farklı topluluklar arasında kültürel ve dilsel farklılıkların ötesinde dayanışma ve dostluğun sembolü olmaya devam ediyor.
Avrupalı Müslümanlar: Azınlık Olmak ya da Olmamak
Elbette Avrupalı Müslümanların özellikleri ülkeden ülkeye değişkenlik gösteriyor. Birleşik Krallık ve Fransa’da Müslüman nüfusun çoğunu, 20. yüzyılda eski sömürgelerden gelenler ve bu göçmenlerin ikinci, üçüncü kuşakları oluşturuyor. Bu ülkelerde, Müslümanlar çoğunlukla şehrin kendileri için ayrılmış bir bölümünde, zaman zaman o bölgede demografik olarak çoğunlukta oldukları yerlerde yaşıyorlar.
Roubaix, Stains ve Marsilya’nın bazı bölgelerinde Müslümanlar artık azınlık olarak görülmüyorlar. Yine benzer durum Birleşik Krallık’ta Bradford ya da Dewsbury gibi kentlerde de görülmekte. Bu bağlamda bazı bölgelerdeki Müslüman nüfusun yoğunluğunun, şartlara bağlı olarak belirli bir “Müslüman” kimliğin gelişmesine yol açtığını söylemek mümkün. Buna karşılık, İsviçre, İtalya yahut İspanya gibi ülkelerdeki Müslüman varlığı, bu örneklere nazaran daha yeni bir göçün sonucu. Bu ülkelerdeki Müslümanlar kendilerini hâlen köken ülkeleriyle özdeşleştirme eğilimde.
Batı Avrupa ülkelerinde doğup büyüyen Müslümanlar -ebeveynlerinin aksine- genellikle diğer etnik ve kültürel kökenlerden gelen Müslümanlarla daha fazla etkileşime girmekteler. Bu da daha geniş bir Müslüman topluluğuna duyulan aidiyete işaret etmekte. Bu açıdan, ümmet kavramının onlar için özel bir anlamı bulunmakta ve bu kavram küresel bir Müslüman kimliğini yansıtmaktadır. Diğer taraftan, diğer bazı Müslüman grupları ise, örneğin İsviçre’deki Türk ve Arnavut kökenli Müslümanların birçoğunda görüldüğü üzere, etnik ve kültürel geçmişe dinî kimliğe kıyasla daha fazla önem vermekte. Bazıları için İslam, yalnızca kültürel kimliklerinin bir parçası olup, küresel bir ümmet fikri manasına gelmemektedir.
Sosyal Medya ve Sanal Aktivizm
Dinî dernekler ve İslami cemaatler, Avrupa’daki Müslümanlar arasında İslami kimliğin yaygınlaştırılmasında ve desteklenmesinde anahtar bir rol oynamıştır. Söz konusu dernek ve cemaatler, çoğunlukla ulusal, etnik ve dilsel bariyerleri yıkarak, farklı geleneklerden gelen Müslümanları birleştirici bir rol oynamıştır. Bunun öncesinde, Müslümanlar ulusaşırı ümmet fikrinden ziyade ülkelerine daha fazla bağlı görünüyorlardı. Diğer taraftan, günümüzde sosyal medya Müslümanların sınır ötesiyle iletişim kurmalarına yardımcı olurken, insanların dünyadaki diğer Müslümanları etkileyen konulara daha fazla dikkat etmelerini sağlıyor.
Bir müzik videosunda Müslüman bir Fransız rap şarkıcısı, “halkım” dediği Filistinliler, Suriyeliler, Tunuslular ve Mısırlılara ilgili kaygılarını ve dayanışma hislerini ifade ediyor. Fas kökenli bu şarkıcının yalnızca Arap ülkelerini zikretmesi dikkate alınması gereken bir detay. Zira uzun süredir Fransa’da Müslümanlara yönelik toplumsal destek ve dayanışma çabaları genellikle Araplara, özellikle de Filistin davası ve sonrasında Suriye savaşı üzerine yoğunlaşmıştı. Kısacası son on yılda, diğer Müslüman halklara yönelik kaygılar çok fazla dile getirilmiyordu; ta ki Rohingya krizinin haberleştirilmesine kadar. Rohingya krizi bu açıdan, Fransız Müslümanların Arap dünyası haricinde ilgilendiği istisnai bir sorun olarak görülebilir. Bu değişimin daha iyi anlaşılabilesi için Fransa’da kurulan İslami STK’lar ve yardım derneklerinin Rohingya krizine yönelik projeler başlattıklarını belirtmekte fayda var. Söz konusu kuruluşlar, bu sorunun ciddiyetine ve bağış ve desteğin gerekli olduğu acil toplumsal ihtiyaçlara dikkat çekmek amacıyla sosyal medya üzerinden büyük bir sanal tanıtım stratejisi geliştirdiler.
Aktivistler ve İslami Organizasyonların Dayanışmadaki Rolü
İnternet haricinde, camilerde Rohingya kriziyle ilgili konferanslar ve sunumlar yapıldı. Zamanla Rohingya sorunu Müslüman toplumunda daha fazla tartışılmaya başlanırken aynı zamanda bu insani kriz, ana akım medya tarafından da ele alınmaya başlandı. Bu noktada, Fransalı Müslümanlar Rohingyalara yönelik kaygılarını ve desteklerini dile getirdi. Ancak daha sonra, Çin’deki zulüm mağduru olan Uygurlarla ilgili hak ihlalleri ikazları aynı desteği görmedi. Sosyal medyada kimi kaygılar dile getirilmiş olsa da, Uygur davası, çok özel durumlar dışında, somut bir dayanışmaya dönüşmeyen bölgesel bir sorun olarak kaldı.
Rohingya ve Uygur meselelerine yönelik Müslümanların tepkilerindeki farklılığın nedenin İslami STK’ların ve yardım derneklerinin katılımındaki farklılık olması mümkün. Fransız İslami STK’larının Rohingyalara yönelik insan hakları savunuculuğu Uygur meselesinde gözlemlenmedi. Bunun nedeni, bu STK’ların Çin’e erişiminin olmaması ve Uygur meselesini insani yetkinliklerini aşan politik bir mesele olarak görmeleri olabilir.
Her ne kadar internet ve sosyal medya, herkesin dünyaya ilişkin fikirlerini ifade etmesine ve azınlık gruplarını etkileyen adaletsizliği kınamasına imkân verse de aktivist gruplar, insan hakları organizasyonları ve dinî hareketler, insanların başkalarına dair algılarını etkilemede hâkim olmaya devam ediyor. Aslında Filistin sorunu Türkiye’den Endonezya’ya kadar, farklı etnik ve dil sınırlarının ötesinde dünyada derin bir yankı uyandırdı. Filistin sorununun ciddiyetinin ve uzunluğunun ötesinde Filistinlilere yönelik dünya çapındaki ilgi ve endişe, dinî organizasyonlarla birlikte askerî hareketlerce yürütülen yoğun ve uzun vadeli kampanyaların sonucu.
Müslüman Kardeşler, Filistin davasına onlarca yıldır özel önem veren ulusaşırı gruplardan biri. Bugüne dek, örgütün açıklamalarının merkezinde Filistin meselesi yer aldı. Yakın zamanda İstanbul’da düzenlenen İslami bir çalıştayda, bazı katılımcılar Rohingya ve Uygurlar gibi zulüm gören Müslüman grupların neden ciddiye alınmadığını ve Filistin meselesi kadar dile getirilmediğini sordu. Hiçbir yanıtın verilmediği bu soru, söz konusu etkinliğin aktörlerini kızdırmış olsa da Müslüman gruplara yönelik eşitsizlikten şikâyet eden pek çok Müslüman’ın da sormakta olduğu bir soru. Ayrıca bu soru, Arap merkeziyetinin diğer etnik kökenli Müslümanlar tarafından şiddetle eleştirildiği bir bağlam açısından da düşünülmelidir.
Şüphe ve Karmaşa Alanı
İslamofobinin hâlihazırdaki durumu ve İslam’a yönelik düşmanlık, Müslümanlar arasında birtakım şüphelere neden oldu. Bu bağlamda, bazı Müslümanların özellikle siyasal aktivizmle ilgilenenlerden şüphelenmesi ve onları kötülemeye başlaması muhtemel. Bu durum bir korku ortamı yaratmakta; Müslümanları, diğer Müslüman azınlıkları etkileyen jeopolitik meseleleri tartışmaktan ve bu olaylara karşı toplumsal bir duruş sergilemekten alıkoymaktadır. Bu durum genellikle “iyi” ve “kötü” Müslümanlar arasında bir ikiliğe sebep olmuş; bu da aşırıcı gruplara ilintili olmaktan korkan bazı Müslüman organizasyonların iç söylemlerini etkilemiştir. Bunun bir sonucu olarak, Müslüman organizasyonlar adaletsizliğe dair eleştirilerinde ve farklı rejimlerce uygulanan baskı ve zulümleri kınama konusunda isteksiz görünebilirler. Diğer taraftan bu durum onları ayrık ve tarafsız olma eğiliminde olduklarında siyasi bir pozisyon almaya zorlayacaktır. Bu durum sıklıkla şunu ortaya koymaktadır: Birçok dinî organizasyon, baskıya karşı cüretkâr bir tutum takınma konusunda ve toplumsal adalet ve insan haklarının teşvikine yönelik faaliyetlerde yetersiz kalmıştır. Bununla birlikte, bu durum söz konusu organizasyonların başkalarının davalarını savunma ya da savunmama konusunda karar vermelerini zorlaştırmıştır. Çelişkili bilgilere erişimin internet yoluyla kolay olması, ümmet ile dayanışma içerisinde, tutarlı ve cesur bir tavır alınmasını daha da zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, sanal aktivizm asla yeterli olmamakla birlikte, dinî organizasyonların rolü hayati öneme sahiptir.