Filistin Varlığının Kalıcı Bir Şekilde İmkânsızlaşması
Washington’un Filistin-İsrail anlaşmazlığını çözmek için Orta Doğu barış planı olarak adlandırdığı anlaşma, herhangi bir çözüm getirmemekle kalmıyor; aynı zamanda herhangi bir uygulanabilir Filistin mevcudiyetini de tamamen engelliyor.
ABD Başkanı Donald Trump, ocak ayının sonunda “Yüzyılın Anlaşması” olarak adlandırılan ve uzun süredir beklenen barış anlaşmasını duyurdu. Büyük bir kısmı planın ekonomik bileşenine ayrılan bu 80 sayfalık belge, adalet, eşitlik ve insan haklarının asgari standartlarına uymadığı gerekçesiyle hem Filistin hem de Arap hükumetlerince reddedilen, İsrail önerilerinin yeniden özetlenmiş hâliydi.
En başından beri anlaşmanın, şüphe götürmez şekilde İsrail’in her talebini karşılayacak ve İsrail’i anlaşmadan faydalanan tek taraf hâline getirecek, tek yönlü bir ABD-İsrail anlaşması olduğu ortaya çıktı. Anlaşmanın hazırlığının yapıldığı iki yıl içerisinde yapılan müzakerelerde özellikle İsrail, Musevi liderler ve onların yanı sıra birkaç Arap büyükelçisi bulunurken, pazarlık masasında Filistin temsili yer almıyordu. Filistinlilere planın herhangi bir detayı sorulmamış, bu da davet edilmemiş muhataplarda aşağılanma hissiyatı uyandırmıştı. Burada müzakerelerde sadece tek tarafla bir barış planına ulaşılıp ulaşılamayacağı sorusu kendisini gösteriyor.
Planda, önümüzdeki on yıl boyunca 50 milyar Dolarlık bir yatırım bütçesinden bahsediliyor. Bunun karşılığında Filistinlilerin fiili askerî işgale teslim olmaları ve kendilerinden alınan topraklara geri dönmelerini güvence altına alacak haklarından feragat etmeleri bekleniyor. Herhangi bir Filistinlinin bu anlaşma teklifini kabul etmesini zorlaştıran temel sorun şudur: Anlaşma su götürmez bir şekilde ihtilaflı Kudüs şehri konusunda mevcut uluslararası yasal statüsünün ihlal edilmesi yoluyla, İsrail’e Batı Şeria’daki tüm yerleşim bölgelerini ilhak etme hakkını tanıyor ve bunu meşrulaştırıyor (ki uluslararası kanunlar uyarınca bu yasadışıdır). Kudüs’ü İsrail’in “bölünmemiş” başkenti olarak onaylayan anlaşma, Kudüs’ü Filistinli Arapların tarihî bağlarından mahrum bırakıyor ve Doğu Kudüs’ün Filistin devletinin gelecekteki başkenti olması gerektiği konusunda uluslararası mutabakat ile çelişiyor. Dahası söz konusu plan 1948 ve 1967’deki Filistinli sığınmacıların dönme hakkını konu edinmiyor.
Peki, bunun karşılığında Filistinliler ne kazanıyor? Batı Şeria ve Gazze’nin ardından kalan takımada şeklinde, başkenti Doğu Kudüs’ün eteklerinde olan farazî bir devlet.
Filistin’in devlet olma şansı bu şekilde sınırlanmışken, İsrail’in her zamanki işgal edilmiş bölgelerdeki gayri meşru ilhak ve genişleme rutini plan uyarınca yasallaştırılıyorken, Trump’ın ciddi biçimde tek taraflı olan bu girişiminin Filistinliler tarafından nasıl görüldüğünü tahmin etmek zor değil. Anlaşma Filistinlileri devlet olma, bağımsızlık ve ulusal kimlik haklarından mahrum bırakırken bir yandan dengeli, adil ve kalıcı barış da sunmuyor. Tam aksine bir Filistin “devletini”, uluslararası hukuk değil de İsrail tarafından belirlenen parametrelerle sınırlı tutuyor. Emekli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, “Filistinlilerin böyle dengesiz, saçma bir siyasi talep dizisini kabul edeceklerini akıldan bile geçirmek Batı dünyasında emsali görülmemiş bir şeydir” diyor.
Filistin İçin Statüko Kalıcı Hâle Getirildi
Tek taraflı anlaşma, ABD’nin Trump yönetiminden onlarca yıl önce başlayan İsrail’e yönelik ABD yanlısı dış politikası ile de paralel. Başkan Trump daha açık bir ifadeyle, İsrail devletine karşı taraflılığını göstermiş oldu. Daha önce 2017’de, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış ve ABD büyükelçiliğinin Tel Aviv kentinden Kudüs’e taşınmasını emretmişti. Ayrıca Washington’daki FKO (İng. “Palestinian Liberation Organisation” – PLO) misyonunu kapattırmış ve İsrail’in 1967 savaşıyla Suriye’den ele geçirdiği Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanımıştı.
“Yüzyılın Anlaşması” basitçe, İsrail’in tek taraflı yürüttüğü Filistin’de toprak ilhakından önceki statükoyu Washington’un desteğiyle onaylamış oldu. Bu anlaşma aynı zamanda ABD yönetimi tarafından güvence altına alınan Tel Aviv’in ısrarcı genişlemeci eylemlerine en kapsamlı desteği sağlıyor.
Anlaşma esas olarak, gelecekteki herhangi bir Filistin devletinin kurulma olasılığını bitirmek üzerine kurulu. BM Güvenlik toplantısında Filistinli Cumhurbaşkanı Abbas da, elinde ABD’nin parçalanmış bir Filistin devleti projesi haritasını tutarak sözde “Barış Vizyonu”nu reddetti. Ayrıca, “[Harita] İsviçre peynirinden farksız” dedi. İnsan Hakları İzleme Örgütü İsrail ve Filistin Direktörü Ömer Şakir ise, “Filistinliler bu anlaşmayı, mevcut durumdan bir kopuş olarak değil, mülksüzleştirme ve baskının başka bir katmanı olarak görüyor.” dedi. Şakir sözlerine şöyle devam etti: “İsrail şimdi sadece sistematik hak ihlallerine devam etmekle kalmıyor; aynı zamanda bu gerçekliği kalıcı hâle getirmeye yönelik bu adımları daha da tırmandırıyor.”
Özetle bu anlaşma, Filistinliler için adalet ve kendi kaderini tayin etme hakkına saygının olmadığı, zorla kabul ettirilmeye çalışılan bir anlaşma. Filistinlilerin en temel hakları, 70 yıldan fazla süren yerinden edilme ve 50 yıldan fazla süren işgal sırasında görmezden gelindi ve ihlal edildi.
İç Politikaya Yönelik Hamleler
Planın açıklanma zamanlaması politik gerekçelerle ilgili gibi görünüyor. Trump, yolsuzluk suçlamasıyla hakkında resmî soruşturma açılan ve sıkışmış durumdaki İsrail liderinin iç gündemine uyacak biçimde Netanyahu’ya yardım etmek istedi. Netanyahu geçtiğimiz yıl gerçekleşen ancak iktidar için yeterli çoğunluğu sağlamayan iki seçimden sonra iktidara sarılmaya kararlı.
ABD Başkanı, Mayıs 2018’de ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşındığını ilan ederek müttefikinin yardımına yetişmişti. Daha sonra Eylül 2018’de Netanyahu’nun Yahudi Ulus Devleti Yasası’nı destekleyerek ve yine Mart 2019’da İsrail seçimlerinden haftalar önce İsrail’in Golan Tepelerindeki hak iddialarını destekleyerek Netanyahu’ya yardım elini uzatmıştı.
“Anlaşma”, şimdiki Filistin’den geri kalacak “devletçiğin” tanınmasından önce anlaşma şartlarının gerçekleştirilmesi sorumluluğunu -bir dizi ulaşılmaz önkoşullara bağlanmış hâlde- denklemin diğer tarafı olan Filistin’e yüklüyor.
Trump’ın da muhtemelen Orta Doğu anlaşmasını düzenlemeye iten iç gündem kaygıları vardı ve kamuoyunun dikkatini ABD Senatosunda meclis soruşturmasında giderek artan yolsuzluk kanıtlarından başka yöne çevirmeye çalışıyordu. Buna ek olarak, ABD’nin bu girişimi başkanlık seçimlerinin hemen öncesinde Trump’ın İsrail seçmen tabanının ve büyük finansörlerin desteğinin alınmasında Trump’a şahsi bir fayda da sağlayacak.
Barış Değil, Provokasyon Planı
Bir barış haritası olmaktan çok ültimatom niteliğindeki bu sözde “anlaşma”, şimdiki Filistin’den geri kalacak “devletçiğin” tanınmasından önce anlaşma şartlarının gerçekleştirilmesi sorumluluğunu -bir dizi ulaşılmaz önkoşullara bağlanmış hâlde- denklemin diğer tarafı olan Filistin’e yüklüyor. Geniş ölçüde kabul edilemez ve uygulanamaz olarak görülen ve hem içeride hem de dünya çapında çok tepki çeken bu anlaşmanın en başından başarısızlığa mahkûm olması da şaşırtıcı değil.
Filistin Yönetimi ve tüm Filistinli gruplar planı kategorik olarak reddettiler. Arap Ligi ve İslam İşbirliği Örgütü de planı reddetti; gerçi bundan da öteye gitmediler. Aralarında İsrail vatandaşları ve Amerikalı Yahudiler de olmak üzere, dünyanın dört bir yanından insanlar, Filistinlilerin haklarına dair uluslararası mutabakatı öne sürerek, anlaşmaya şiddetli muhalefetlerini ifade ettiler.
Filistin Politika ve Anket Araştırma Merkezi tarafından Şubat ayında gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklamasına göre, Filistinlilerin yüzde 80’inden daha fazlası söz konusu planın çatışmayı varoluşsal köklerine döndürdüğüne inanıyor. Yüzde 61’lik bir çoğunluk ise İsrail yerleşimlerinin genişlemesi nedeniyle iki devletli bir çözümün artık ne işe yarar ne de uygulanabilir olduğunu düşünüyor.