"Myanmar"

Myanmar’daki Darbe Rohingyaların Geleceğini Kargaşaya Sürükledi

Myanmar’daki askerî darbe sonrasında Rohingya Müslümanlarının durumu endişe verici. Ülke içinde zulmün daha da artmasından korkuluyor. Bangladeş’te bulunan bir milyon mülteci ise evlerine dönme hususunda kararsız.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Myanmar’da yaşanan askerî darbe Rohingya Müslümanlarını cuntanın suistimallerine daha fazla açık hâle getirdi ve uzun süredir zulme uğrayan azınlık topluluğunu gelecekle ilgili büyük bir belirsizlik içine attı. 1 Şubat tarihinde gerçekleşen darbe genç bir demokrasiye vurulan ölümcül bir darbe olarak değerlendirildi ve eleştirildi. Aynı zamanda da daha önce 1962 ve 1988 yıllarındaki darbelerin acı hatıralarını uyandırarak ülkedeki etnik azınlık gruplarının güvenliğiyle ilgili endişeler doğurdu.

Myanmar ordusu, Bangladeş’e komşu Arakan bölgesinde bulunan ve çoğunluğu Müslüman etnik azınlık grubu olan Rohingya halkına karşı etnik temizlik kampanyasının yanı sıra çeşitli zulümler de uyguluyor. Darbenin gerçekleştiği gün Avrupa Rohingya Konseyi (ERC) “muhtemel kitlesel tutuklamalar, insan hakları ihlalleri ve askeriyeyle etnik kökenli silahlı gruplar arasındaki çatışmalar”la ilgili olarak endişelerini dile getirmişti.

Eğer bu gücü ele geçirme durumu Myanmar’daki toplumun çoğunluğunu olumsuz etkiler ve bu etkiler de demokratik reformlar ve özgürlüklerin gerilemesine yol açarsa uzun zamandır askerî zulmün hedefi olan Rohingya Müslümanları için tehlike daha da artacaktır. Hâlihazırda Myanmar’da yaşayan yaklaşık 600 bin Rohingya, gücün el değiştirmesi sonrasında suistimallere daha da açık hâle geldi. Ülke dışında yaşayan yüz binlerce Rohingya’nın Myanmar’a dönüş ihtimali de çok daha azaldı.

Askerî Vahşetin Restorasyonu

Askeriye son zamanlarda Myanmar içerisinde gücü ele geçirdikten sonrası şöyle dursun, sözde sivil bir hükûmet kılıfı altında bile birçok vahşete imza attı. Tatmadaw olarak bilinen silahlı güçler, Myanmar ordusunun sivil liderleri azledip tutuklamasından sonraki dört ay içerisinde kitlesel halk muhalefetine karşı acımasız bir baskı uyguladı; insanların haklarını ellerinden alarak, sivilleri öldürerek, protestocularla muhaliflere saldırıp onları  tutuklayarak kullandığı şiddetin dozunu artırdı.

Yerel bir gözlem kuruluşu olan Siyasi Tutuklulara Yardım Kuruluşu’na (“Assistance Association for Political Prisoners – AAPP”) göre mayıs ayının ortası itibarıyla yaklaşık 800 kişi güvenlik güçleri tarafından öldürüldü ve 4 bin civarında insan da demir parmaklıklar ardına konuldu. Askeriye, protesto hareketi ve uluslararası eleştiriler karşısında cezadan tamamen muaf bir şekilde akıl almaz hak ihlallerine imza atarken cunta darbesi en çok etnik azınlıkları vurdu. Geçmişte işledikleri suçlardan dolayı hiçbir zaman sorumlu tutulmayan Tatmadaw silahlı güçleri hâlâ yasanın üstünde davranıyor ve demokrasi yanlısı göstericilerle askerî hükûmete karşı çıkmaya çalışan herkese baskı uyguluyorlar.

Rohingya halkına karşı 2017 yılında yaşanan ve yüz binlerce insanı komşuları Bangladeş’e kaçmak zorunda bırakan meşum soykırım kampanyası, suçlanan askerlerin neredeyse hiçbirinin tutuklanmamasıyla sonuçlanmış, tutuklananlar da bir yıldan daha kısa bir sürede serbest bırakılmıştı. Askeriyenin başı olan Kıdemli General Min Aung Hlaing Rohingya meselesini uzun süredir devam eden bir sorun olarak tarif ederken Rohingya halkının temizlenmesini İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan “bitmemiş bir iş” olarak adlandırdı.

Böyle bir cezadan muafiyet hâli adaletsizliği ve yaygın hukuksuzluğu daha da kötüleştirdi. Herhangi bir barışçıl yerleşim umudunu azaltan ülke genelindeki şiddet ortamında, ordu gücü elinde tuttuğu sürece Bangladeş’te ve dünyanın diğer yerlerinde bulunan Rohingyaların Myanmar’a dönmesi imkânsız görünüyor.

Resmîyette Rohingya halkının çoğu Myanmar vatandaşı değil. Suçlu olarak değerlendiriliyor, Bangladeş’ten gelen ve devlet korumasını hak etmeyen düzensiz mülteci muamelesi görüyorlar. Tüm bunlardan dolayı da zulümlere, sınır dışı etmelere ve keyfî tutuklamalara karşı aşırı derecede savunmasızlar. Myanmar hükûmeti on yıllardır Rohingyaların vatandaşlığını keyfî ve kitlesel bir biçimde reddetti ve onları bu haktan mahrum bıraktı. Bu da onların çalışma, eğitim, sağlık hizmetlerinden faydalanma ve diğer sosyal yardımlara erişim gibi haklarının ihlal edilmesine sebep oldu.

Myanmar’da yaşanan olaylar sonrasında “may” ismini kullanan bir Twitter kullanıcısı şöyle bir tweet paylaştı: “Myanmar hükûmeti Rohingyalara karşı kurumsallaşmış bir ayrımcılık uyguluyor ve bunu evliliğe, aileye, planlamaya, istihdama, eğitime, dinî seçim ve hareket özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalarla yapıyor. Darbeyle birlikte Rohingyaların mücadelesi daha da kötüleşti.”

Bunlara ilaveten de hem Bangladeş hem de çok sayıda Rohingya’ya ev sahipliği yapan Hindistan, Malezya ve Suudi Arabistan 1951 Mülteci Sözleşmesi’ne üye değil. Bu ülkelerin Rohingya mültecilerini korumak için uygulayabilecekleri ulusal mekanizmaları bulunmuyor.

Suçların Geçmişi

Hâlihazırdaki askerî hükûmetin vahşeti Myanmar’ın marjinalleştirilmiş azınlık gruplarını, özellikle de daha önceki askerî yönetim dönemlerine damgasını vuran şiddeti ve sömürüyü akla getiriyor. Rohingya halkı on yıllardır, Tatmadaw olarak bilinen silahlı güçler tarafından kuzey Arakan Bölgesi’nde işlenen suistimallerden ve baskılardan dert yanıyorlar.

Myanmar güvenlik güçleriyle milliyetçi gruplar 2017 yılının ağustos ayında, Kuzey Arakan bölgesinde Rohingya halkına karşı ölümcül bir kontrgerilla harekâtına giriştiler ve bunun sonucunda da 700 binden fazla insanı sınırı geçerek Bangladeş’e, diğer binlerce insanı da başka ülkelere kaçmaya zorladılar. Askeriye yaptığı açıklamada, Rohingya toplumu içindeki radikallerin güvenlik güçlerine karşı yaptığı koordineli saldırılara karşılık verdiğini söyledi.

Rohingyalara karşı uygulanan şiddet herhangi bir yaş sınırı gözetilmeden yürütüldü. Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) yayımladığı “No One Was Left” raporunda bu dönemde yaklaşık 6700 yetişkinle 730 çocuğun öldürüldüğünü belirtti. Bu sözde “temizlik operasyonları” sırasında insanlar katledildi, cesetleri toplu mezarlara atıldı ve köyler yerle bir edilerek yakıldı. Rohingya kadınlarına ve kızlarına karşı aralarında vahşi ve toplu tecavüzlerin ve başka şiddet biçimlerinin de bulunduğu cinsel şiddetle ilgili birçok olay rapor edildi. Kız çocukları kaçırılarak güvenlik güçleri kamplarında alıkonuldular ve tecavüze uğradılar.

Bu saldırılar Rohingyalara yöneltilen muhtemelen en şok edici ve vahşi suçlar olsa da aktivistler ve insan hakları grupları onlara karşı yürütülen sistemik zulümleri ve soykırım eylemlerini 40 yıldan daha fazla bir süredir belgeliyorlar. 1978, 1991, 2012 ve 2016 yıllarında bu olaylarda yaşanan artışların hepsi Rohingya halkının kitlesel olarak diğer ülkelere kaçmasıyla sonuçlandı.

Aung San Suu Kyi önderliğindeki seçilmiş hükûmet idaresindeki sivil yönetim de Rohingya toplumu için hayal kırıklığı oldu. Zira ülkenin bu devrik lideri, işlenen suçların ve vahşetin insanlığa karşı suçlar raddesine varmış olmasına rağmen soykırım suçlamalarını reddetti. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres Rohingya Müslüman azınlık toplumunu “dünyada en çok ayrımcılığa uğrayan toplumlarından biri” olarak tanımladı.

Rohingyaların devletsiz durumları onları tarihsiz ya da ülkeleriyle bağlantıları bulunmayan bir topluluk konumuna düşürüyor. Kanada’da yaşayan ve bağımsız bir Rohingya sosyal adalet savunucusu olan Yasmin Ullah, Twitter’da yazdığı bir bilgiselde, “Rohingya halkının zorla evlerinden edildiği fikri tüm mücadelemizin müşterek bir belirleyeni ve nesiller arası travmanın da büyük bir parçası hâline geldi. Çiğnenmiş olmak, evinden koparılmak, aidiyet hissini yitirmek ve bunlardan daha da fazlası bizim topluluğumuzu mahvetti.” diye yazdı.

Rohingyaların Umutsuz Geleceği

Myanmar’daki askerî darbe sonrasında Rohingya Müslümanlarının geleceğinin ne olacağı hakkında endişeler artıyor. Bangladeş’te azınlık konumunda bulunan yaklaşık bir milyon mülteci evlerine dönme hususunda kararsızken ülke içinde bulunanlar da zulmün daha da artmasından korkuyor.

Darbe, kendi yurtlarından uzakta bulunan mülteciler için evlerine güvenli bir şekilde dönme koşullarını daha da güçleştirdi. Rohingya toplumuna karşı girişilen soykırımın mimarlarından olan Min Aung Hlaing’in başta olduğu bir durumda Myanmar’a güvenli bir dönüşün nasıl olacağını tahayyül etmek gerçekten de çok zor. Dahası, Rohingya mültecileri, vatandaş olarak tanınmayacaklarını, eşit haklar elde etmeyeceklerini, seyahat edemeyeceklerini, yasal bir biçimde çalışamayacaklarını ve sağlık hizmetlerine yeterli erişimlerinin olmayacağını gayet iyi biliyorlar. Günümüzde hâlâ yürürlükte olan 1982 Vatandaşlık Yasası on yıllardır Rohingyaları vatandaşlığın dışında tutuyor.

Rohingyalı bir mülteci olan ve Özgür Rohingya Koalisyonu’yla Myanmar’a Boykot Kampanyası’nın kurucu ortaklarından olan Ro Nay San Lwin, Göç Politikası Enstitüsü’ne (“Migration Policy Institute”) yaptığı açıklamada, “Bizim vatandaşlığımız çalındı. Rohingya devletsizliği tarihin bir kazası değildir, bu Myanmar ordusu tarafından süregiden soykırımın bir parçası olarak kasıtlı üretilmiş bir durumdur.” dedi. Bu mültecilerin çoğu kalabalık ve sefil kamplarda yaşamaya mahkûm edilmiş durumda ve bir umutsuzluk hâli içinde yaşamaya da muhtemelen devam edecekler. Darbe, her türlü işkenceye maruz kalmış ve zorla yerlerinden edilmiş bu savunmasız insanlara insani yardımların ulaştırılması hususunda da endişeleri artırdı.

Bir avukat olan ve Cox’s Bazar’daki mültecilerle çalışan insan hakları savunucusu Razia Sultana, Bangladeş sınırında bulunan Rohingya mülteci kamplarında durumun daha da kötüleştiğini ifade etti. Sultana ayrıca koronavirüs krizinin yanı sıra kriminal grupların insanları kaçırmalarının, cinsel şiddetin ve seks kaçakçılığının da daha sık yaşandığını belirtti. Sultana, “(Silahlı grup üyeleri) gözlerine kestirdikleri kadının ya da kızın evine saldırıyor, onları kaçırıp ya zorla onlarla evleniyorlar ya da onlara cinsel saldırıda bulunuyorlar.” dedi. Nay San Lwin ise Twitter üzerinden yaptığı paylaşımda “Myanmar bir katliam alanı. Rohingya Soykırımı devam ediyor. Min Aung Hlaing öncülüğündeki terörist grup tüm Myanmar toplumuna ve tüm insanlığa karşı suç işliyor.” dedi.

Ülke içindeki topluluk içinse saldırı tehlikesi artmış durumda. Korumasız olan Rohingya halkı, ordunun etnik azınlıklara karşı süregiden şiddeti çerçevesinde tutuklanabilir, öldürülebilir, kaçırılabilir ve tecavüze uğrayabilir. İnsan hakları grupları insan kaçakçılarının ellerine düşen kadınlardan ve genç kızlardan bahsediyorlar. Bu kaçakçılar onları Güneydoğu Asya’daki komşu ülkelerde güvenlik vaadiyle kandırdıktan sonra zorla evlenmeye ve ev içi hizmetçiliğe itiyorlar.

İnsan hakları kuruluşu Fortify Rights’ta Kıdemli İnsan Hakları Uzmanı olarak görev yapan John Quinley CNN’e yaptığı açıklamada, “Reşit olmayan Rohingya kız çocuklarının zorla evlendirildiği insan kaçakçılığı vakalarına şahit olduk. Malezya’daki birçok yalnız Rohingya erkeği Arakan bölgesinden kadınlarla evlenmek istiyor ve insan kaçakçılarıyla anlaşıyorlar. Sömürüye dayanan bir süreç bu.” diye konuştu.

Alessandra Bajec

Alessandra Bajec Tunus merkezli serbest gazeteci. 2010-2011 yılları arasında Filistin’de yaşadı. Metinleri rt.com, CounterPunch ve Avrupa Gazetecilik Merkezi dergisinde yayımlandı.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler